Fırat Vural
Türkiye’de hapishanelerin tarihi, 1970’lerden itibaren özellikle 1980 darbesinden sonra aynı zamanda direnişin de tarihidir. Kendi bedenlerinden ve yüreklerinden başka bir savaş aracı olmayan devrimcilerin devlet şiddetine bedenleri ve yürekleriyle karşı gelmenin tarihidir. Hiçbir zaman kavrayamayacağımız bir irade ve bilinçle bedenini ateşe vererek, ölüm oruçlarında yaşamını yitiren ya da aylarca açlık grevinde kalmakla örülmüş bir direniş tarihi. Yarım asırlık kesintisiz Özgürlük mücadelesinin hapishane direniş tarihi de, Mahir Çayan ve arkadaşlarının Kızıldere’de katledilmesini protesto eden PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın tutuklanıp Mamak Cezaevi’nde 7 ay tutuklu kalması ile başlamıştır. Bu direniş tarihi; 80 darbesi sonrası Diyarbakır zindanındaki vahşete karşı Çağdaş Kawa Mazlum Doğan, Dörtler ve 14 Temmuz destansı direnişi; Uluslararası Komploya karşı Güneşimizi Karartamazsınız şiarı ile bedenini ateşe verenlerin direnişi; 2012 Süresiz Açlık grevi ile 2019 yılında İmralı sistemine karşı DTK Eş Başkanı Leyla Güven öncülüğünde başlayıp binlerce tutsağın katıldığı iki mevsim süren ve devletin hiçbir saldırısına boyun eğmeyerek tarihte iz bırakan 200 günlük direniş ile devam etmişti.
Uluslararası Komplo ile Öcalan’ın şahsında Kürt Özgürlük hareketinin tasfiyesi amaçlanmışsa da “İmralı Duruşu” ile bu boşa çıkarılmıştır. Bunun sonucunda İnsanlık dışı hiç bir ulusal ve uluslararası yasayı tanımayan 21 yıllık ABD/NATO destekli Özel savaş rejimine karşı İmralı direniş çizgisi artık toplumda bir mücadele hattı oluşturmuştur. Tecride karşı duruş demokrasi ve özgürlük mücadelesinin hattını belirlemektedir. Mahkeme kararları ile uygulanan her türlü iletişim kanalının kapatılması, avukat görüşü ve haberleşme yasağı, tecridi daha da ağırlaştırmıştır.
21 yıl boyunca bu ‘ölüm koridorunda’ her türlü hukuksuzluk devlet tarafından uygulanmıştır. Özellikle 27 Temmuz 2011 tarihinden itibaren avukat görüş yasağı devam etmiş, 11 Eylül 2016 tarihinden itibaren kesintisiz bir şekilde İmralı’dan haber alınamadı. İmralı da uygulanan bu hukuksuzluk ve tecrit sistemi 15 Temmuz 2016 Darbe girişimi sonrası ülkede bir yönetim biçimi haline gelmiş tüm toplum savaş politikaları ile tecrit edilmiştir.
Bu tecrit ve savaş politikalarına karşı Demokratik Toplum Kongresi (DTK) Eşbaşkanı ve HDP Hakkari Milletvekili Leyla Güven topluma öncülük etmiş ve bu politikalara son verilmesini talep etmişti. Leyla Güven’in Kasım 2018’de Diyarbakır’da duruşması vardı. Güven elleri kelepçeyle duruşmaya getirilmek istenmesini kabul etmemişti. Salondakiler onu karşılarında değil SEGBİS ekranından izliyordu. Güven duruşma sonunda söz alıp: “Ben siyasette, PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın, kadının siyasette yer alması perspektifinden esinlenerek aktif olarak yer aldım. Bugün Sayın Öcalan üzerindeki tecrit sadece bir kişiye değil, bir halka uygulanıyor. Tecrit insanlığa karşı bir suçtur. Ben de bu halkın bir parçası olarak, Sayın Öcalan üzerindeki tecridi protesto etmek amacıyla süresiz dönüşümsüz açlık grevi eylemine başlıyorum. Bundan sonra mahkemeye hiçbir savunma yapmayacağım. Yargı hukuksuz kararlarına son verene ve tecrit kaldırılana dek eylemime devam edeceğim. Gerekirse eylemimi ölüm orucuna da dönüştüreceğim” diyerek 8 Kasım 2018 tarihinde süresiz dönüşümsüz açlık grevine başladı.
Açlık grevi sonrasında: “Bu eyleme başlarken sadece ben olmak istiyordum, başka hiç kimsenin greve girmesini istemiyordum” diyordu ancak Leyla Güven’in ardından 16 Aralık 2018’den itibaren gruplar halinde, 1 Mart ile birlikte tüm hapishanelerde binlerce tutsağın katıldığı açlık grevi dünyanın dört bir yanından ve ülkeden yoldaşlarının katılımı ile büyüdü. 200 gün süren bu yürüyüşle sadece tecrit değil, korku, alışma ve umursamazlık zincirleri de kırıldı. Açlık grevi sona erdiğinde eylemcilerin sayısı cezaevlerinde 3 bini, Hewler’den Kanada’ya 9 ülkenin 12 kentinde ve Türkiye’de 30’u aşmıştı. Bu süreçte 7’si hapishanelerde 2’si Almanya’da 9 kişi İmralı’daki tecrit son bulsun diye fedai eylemi gerçekleştirerek yaşamına son verdi. Devlet 79. günde Leyla Güven hakkında tahliye kararı verdirerek eylemin iradesini psikolojik saldırılarla kırmaya çalışsa da bu saldırılar boşa çıkarılmış ve direnişin süresi uzadıkça eylemlerin iradesi çelikleşmişti. 1 Mayıs’ta 15 tutsak, 10 Mayıs itibariyle 30 tutsak açlık grevlerini ölüm orucuna dönüştürmüştü. Zülküf Gezen başlayan yaşamına son verme eylemleri, 30’ların ölüm orucu direnişi, tutsakların tecridi kırmadan bu eylemden vazgeçmeyeceklerini göstermişti.
Leyla Güven duruşmada Beyaz Tülbentli Annelere şöyle seslenmişti: “Size barışı getiremediğimiz için özür diliyoruz.” Bu sözleri ile tecride karşı bir çığlık olmuş sesi en çok ‘özür dilediği’ Beyaz Tülbentli Anneler tarafından duyulmuştu. Leyla Güven, Tekirdağ 2 Nolu F Tipinde Zülküf Gezen’in ve diğer 7 tutuklunun tecridi protesto etmek amacıyla yaşamlarına son vermesi ile devletin hiç bir saldırısına boyun eğmeden sokağa çıkan Beyaz Tülbentli Anneler açlık grevinin sembolü haline geldi.
Çağdaş Mazlum Zülküf Gezen
Zülküf Gezen Sur’un tarihi sokaklarında doğdu, Amed zindanında direniş öyküleri ile büyüdü, mücadele etti. Sur’da yürüttüğü siyasi çalışmalar nedeniyle 2005 ve 2007 yılları arasında iki kez tutuklandı her defasında 40’ar gün hapishane de kaldı. 3 yıl Diyarbakır’da, 2 yıl Giresun’da, 2 yıl Ankara’da ve son olarak Tekirdağ Hapishanesine sevk edilmişti. 12 yıl boyunca hapishane de mücadeleye devam etti. Gezen 2012 yılında da uzun süreli açlık grevi eyleminde yer aldığı için tüm ısrarına rağmen arkadaşları tarafından bu kez eyleme katılmasına izin verilmemişti. Yoldaşları bu süre boyunca sürekli her odadaki direnişe devam eden arkadaşları ile yazıştığını, kitap gönderdiğini anlatmıştı. Direnişe tanıklık etmekle yetinecek biri olmamıştı. 17 Mart günü iki arkadaşı ile beraber haberleri dinledikten sonra artık uyku vakti gelmiş, ancak eylemini yapması için iki yoldaşının da üst kata çıkması gerekiyordu. Yoldaşı Suphi’nin bacağında protez olduğu için yatağı aşağı kattaydı. Onu da zor bela ikna edip beraber yukarı kata çıkmışlardı. Yoldaşları Zülküf’ün tekrar aşağı inmeden önce uzunca bir süre dolunaya bakıp derin nefes alarak aşağı indiğini aktarmıştı. Uzun süre yukarı gitmeyince, yoldaşları aşağı kontrol etmeye inmişler. Mazlumların, Semaların ardılı Newrozun direniş ruhuyla PKK Lideri Abdullah Öcalan üzerindeki tecridi protesto etmek için yaşamına son vermişti.
Bu eylem ile hapishaneler de artık bu eylemin yayılacağı endişesi hakimdi. Direnişin ilk başladığı Gebze Kapalı Kadın hapishanesinde 23 Mart’ta Ayten Beçet yaşamına son vermişti. Geri de bıraktığı mektupta Zülküf Gezen’e Komutanım diye seslenmişti. Artık direniş Geriye dönülemez bir noktaya varmıştı. Hapishanelerdeki yaşamına son verme eylemleri giderek artmıştı.
24 Mart’ta Zehra Sağlam Oltu T Tipi Kapalı hapishanesinde, 25 Mart’ta Medya Çınar Mardin E Tipi Kapalı hapishanesinde, 1 Nisan’da Yonca Akici Şakran Kadın Kapalı hapishanesinde, 2 Nisan’da Siraç Yüksek Osmaniye 2 No’lu T Tipi Kapalı hapishasinde, son olarak 5 Nisan’da Mahsum Pamay da Elazığ T Tipi hapishanesinde tecridi protesto etmek için yaşamlarını son vermişti. Devlet yaşamına son veren tutsakların cenazelerini korsanvari bir şekilde kaçırmış, direnişin getirdiği çaresizlikle halkın ve ailelerinin cenazelerine katılmasına bile tahammül edememişti. Devletin tüm saldırılarına rağmen artık Beyaz Tülbentliler bir ölüm haberi daha almamak için alanlardaydı.
Direnişin Beyaz Tülbentli Haykırışı
Savaşa karşı çatışma alanlarında canlı kalkan olan hiç bir annenin evlatlarını kaybetmesini istemeyen, 20 yıldır barış mücadelesi için büyük bedeller ödeyen Barış Anneleri bu sefer hapishane önlerinde, sokaklarda Beyaz Tülbentleri ile çocuklarının sesi oluyordu. Başlangıçta Gebze Kadın hapishanesinin önünde anneler bir görüş sonrası kendi insiyatifleri ile nöbete başlamışsa da tutsaklar gibi annelerinde sesi duyulmuyordu. Devlet annelerin bu eyleminin yayılmasını engellemek için ilk birkaç günden sonra hapishaneye yaklaşmalarına bile izin vermiyordu. Bunun yasal kılıfını bulmaya çalışan devlet bir kilometreye kadar kimseyi hapishaneye yaklaştırmasa da anneler her seferinde büyük bir ustalıkla bu engeli aşıp hapishaneye yakın bir yerde oturup çocuklarının eylemine ve taleplerine sahip çıkıyordu. Polis bu nöbetlere işkenceden daha aşağı olmayan saldırılarla tepki verip, gözaltına alıyor anneler eyleminden vazgeçmiyordu. Devlet bu nöbete saldırdıkça eylem büyüyor, çocuklarını ziyaret için gelen anneler evlerine dönmüyordu. 19 Nisan da Gebze’de toplanan annelere polis vahşice coplarla saldırmış bu görüntüler tüm ülkede gündem olmuştu. Bu görüntülerden sonra Türkiye’de ve Kürt illerinde Beyaz Tülbentli anneler sokağa çıkmış devlet buna engel olamamıştı. Kızıltepe, Diyarbakır, Batman ve İstanbul’da Bakırköy hapishanesi önünde devam eden direnişe polis saldırsa da Beyaz Tülbentliler geri adım atmıyordu. Beyaz Tülbentlilerin Haykırışı artık polisin saldırılarını bastırmış tutsakların direnişinin sesi olmuşlardı.
1 Mayıs’la beraber günlerce Gebze’de süren bu direniş artık ülkede Beyaz Tülbentten bir barikat olmuştu. Kızıl Bayraklarla her sene renklenen 1 Mayıs Kutlamaları Beyaz Tülbentlere yerini bırakmıştı. 2019 yılının 1 Mayıs’ı “Gazze’den değil Gebze’den geliyoruz” pankartı ile hafızalara kazındı. Anneler hapishane önlerinde, sokakta, mecliste artık çocuklarının sesi olmuş destansı direniş zafere yürüyordu.
30’ların Ölüm Orucu ve Zafer
Tutsak direnişçilerden 15 kişilik bir grup 30 Nisan’da Süresiz Açlık grevini Ölüm Orucuna çevirmiş artık kararlılıklarının sorgulanmamasını, taleplerin yerine getirmesini açıklamışlardı. Bu açıklamadan sonra 2 Mayıs günü devlet artık bu direnişe karşı geri adım atmış PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın avukatları ile görüşmesine izin vermişti. Avukatlar görüşme içeriğini ise 6 Mayıs’ta görüşmenin içeriğini kamuoyuna açıkladılar.
Direnişçiler adına açıklama yapan Deniz Kaya, görüşmenin olumlu olduğunu ancak, “Yasal güvencesinin Adalet Bakanlığı tarafından sağlanması gerçekleşene kadar direnişimiz devam edecektir” mesajı vermiş ve eyleme devam edeceklerini açıklamıştı. Özel savaş politikalarına devam ettikçe AKP ve MHP faşist bloğu, direniş daha da keskinleşiyordu. Leyla Güven 6 ayı aşkındır sürdüğü açlık grevi ve 15 tutuklunun ölüm orucuna dönüştürdüğü eylem 9’uncu gününde devam ederken, PKK ve PAJK’lı tutsaklar adına açıklama yapan Deniz Kaya, Öcalan’ın üzerindeki tecridin sürdürüldüğünü, 2 Mayıs’ta yapılan avukat görüşmesinin ise süren eylemlerin direnicini kırma amacı taşıdığını belirterek, buna karşı 10 Mayıs itibariyle 15 tutuklunun daha ölüm orucuna başlayacağını duyurmuş ve 2 Mayıs görüşmesinden sonra yapılan avukat, aile ve vasi başvurularının reddedilmesinin mutlak tecridin sürdürülmesi anlamına geldiğini açıklamıştır. Kaya, “Çok açık belirtiyoruz, Öcalan’la sadece bir görüşme yapılarak içinde bulunduğumuz ölüm orucunu ve açlık grevi eylemini bitirmemizi kimse bizlerden beklemesin” demişti. Bu açıklamadan sonra direniş Devlet Bahçeli’ ye de artık “Her hükümlünün avukatı ile görüşebileceği” demecini verdirmiş, 16 Mayıs’ta Adalet Bakanı Abdülhamit Gül Sayın Öcalan’ın avukatlarıyla görüşme yasağına dair “kısıtlamaların kaldırıldığını” açıklamıştı.
Bu süreçte direnişçiler taviz vermeden direnişe devam etmiş, devlete 8 yıldan fazla bir süredir uyguladığı tecrit politikasından geri adım attırmıştı. 22 Mayıs’ta İmralı’ya giderek müvekkilleri Sayın Abdullah Öcalan’la görüşen avukatları açıklamayı 26 Mayıs tarihin de yapmıştı. Sayın Öcalan’ın açlık grevi direnişçilerine hitaben kendi el yazısı ile imzalı mektubun da ;
“Değerli yoldaşlar,
Başta açlık grevi ve ölüm orucuna kendini yatırmış arkadaşlar olmak üzere iki avukatımın yapacağı geniş açıklamalar ışığında eyleminizin sona ermesini bekliyorum. Bana ilişkin maksadınızın hasıl olduğunu da rahatlıkla belirtip hepinize en derin sevgi ve teşekkürlerimi sunuyorum.
Asıl bundan sonrasında da bana yeterli yoğunluk ve iradeyle eşlik etmenizi de özenle belirtiyor ve umuyorum.
Bitmeyen sevgi ve selamlarımla” diyerek direnişçilere “eylemlerini sonlandırma” çağrısı yapmıştı.
Tutsaklar bu çağrı sonrası 26 Mayıs’ta yaptıkları açıklama ile eylemlerine son verdiklerini duyurdular.
Bu direniş Açlık grevleri ile o süreçte bir kazanım sağlanamaz diyen ‘aydınlara’ ve sosyal şovenlere de Üç bin yüreği direnişle dolu kahramanın ve Beyaz Tülbentli anaların ayları deviren uzun soluklu, görkemli direnişinin faşizmin uyguladığı tecrit politikasının yıkılacağını göstermiştir.
Direnişin zafer yıl dönümünde Zülküf Gezen şahsında direniş boyunca yaşamına son verenleri anarken, PKK Lideri Abdullah Öcalan üzerindeki ‘mutlak tecridi hedef alan’ her eylem ve politikanın Türkiye’de barış, demokrasi ve özgürlüklerin önünü açacağını tekrar hatırlamış olalım.