• İletişim
  • Yazarlar
  • Gizlilik Politikası
6 Ağustos 2025 Çarşamba
Sonuç Yok
Tüm Sonuçları Görüntüle
ABONE OL!
GİRİŞ YAP
Yeni Yaşam Gazetesi
JIN
  • Anasayfa
  • Gündem
    • Güncel
    • Yaşam
    • Söyleşi
    • Forum
    • Politika
  • Günün Manşeti
    • Karikatür
  • Kadın
  • Dünya
    • Ortadoğu
  • Kültür
  • Ekoloji
  • Emek
  • Yazarlar
  • Panorama
    • Panorama 2024
    • Panorama 2023
    • Panorama 2022
  • Tümü
  • Anasayfa
  • Gündem
    • Güncel
    • Yaşam
    • Söyleşi
    • Forum
    • Politika
  • Günün Manşeti
    • Karikatür
  • Kadın
  • Dünya
    • Ortadoğu
  • Kültür
  • Ekoloji
  • Emek
  • Yazarlar
  • Panorama
    • Panorama 2024
    • Panorama 2023
    • Panorama 2022
  • Tümü
Sonuç Yok
Tüm Sonuçları Görüntüle
Yeni Yaşam Gazetesi
Sonuç Yok
Tüm Sonuçları Görüntüle
Ana Sayfa Gündem Güncel

Karasu: Komisyonun Öcalan ile konuşmadan işlevsel olması düşünülemez

6 Ağustos 2025 Çarşamba - 10:36
Kategori: Güncel, Manşet
Karasu: Komisyonun Öcalan ile konuşmadan işlevsel olması düşünülemez

Meclis’te komisyon kurulmasının önemli olduğunu ancak yapacakları ilk görüşmenin Abdullah Öcalan ile olması gerektiğini belirten Mustafa Karasu, ‘Önder Apo ile tartışmadan, Önder Apo ile konuşmadan bu komisyonun çok işlevsel olması düşünülemez’ dedi

KCK Yürütme Konseyi Üyesi Mustafa Karasu, sürece dair Medya Haber TV’de katıldığı pprogramda değerlendirmelerde bulundu.

DAİŞ’in Êzidîlere yönelik soykırımının yıldönümü nedeniyle yaşamını yitirenleri anan Mustafa Karasu, “Gerçekten de Êzidî Soykırımı 20. yüzyıldaki soykırımlardan biri oldu. Zaten tarih boyu katledile katledile neredeyse bitirilme noktasına gelmiş bir halka DAİŞ son darbeyi vurup tümden bitirmek istedi. Şengal, Êzidîlerin var olduğu bir mekan; böyle bir mekana saldırarak Êzidîlerin kökü kazınmak istendi. Buna karşı hem YPG/YPJ’nin, hem HPG ve YC’nin tarihi bir direnişi oldu. Eğer Êzidîler soykırımdan kurtulduysa, ilk başta çok küçük bir grup yoldaşın müdahale etmesi, daha sonra YPG’nin, YPJ’nin, HPG ve YJA Star’ın müdahale etmesiyle Êzidîler tümden soykırıma uğratılmaktan kurtuldu. Biz bu süreci çok canlı yaşadık. Görüntüleri de vardır.

KDP pêşmergeleri bırakıp kaçarken, kadın-erkek; bizim bütün gerillalar, yakamıza yapışıp biz ‘Şengal’e gitmek istiyoruz’ diyordu. Böyle neredeyse bütün askeri gücümüz Şengal’e gitmek için kendini dayatıyordu. Hatta örgüt onayı olmadan gizlice arabalara binip Şengal’e gitmek isteyen arkadaşlar oldu. Hatta bazıları gaziydi de. Bunlar Şengal’de Êzidîleri soykırımdan kurtarmak için gidiyorlardı. Gerillalarımız ve bütün militanlarımız, kadrolarımız Şengal’e yönelik yürütülen soykırım saldırısında yönünü Şengal’e vermişti. Bu çok önemliydi. Bu tarihi bir duruştur. Bunu hiç kimse unutmamalı. Halkımız da unutmamalı, Êzidîler de, tüm Ortadoğu halkları da unutmamalı. Tüm insanlık unutmamalı” dedi.

Şengal direnişi söz konusu olduğunda Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın yaklaşımının herkes tarafından bilinmesi gerektiğini vurgulayan Mustafa Karasu : “Önder Apo bu mücadeleyi, bu Hareket’i başlattığında, Kürt halkının özgürlük mücadelesi için yola çıktığında, daha ilk zamanlarda Êzidîlere sahip çıktı. Êzidîlerin özgürleşmesi, Êzidîlerin kimliğine sahip çıkması konusunda büyük çaba gösterdi. Ve her zaman Hareketimize Êzidîliğe sahip çıkılmasını söyledi.İşte bu 73. Ferman dediğimiz o saldırıdan önce de Önderlik uyardı. ‘Êzidîlere saldırı olabilir’, ‘Êzidîlere katliam olabilir’, ‘Koruyacaksınız’, ‘Tedbirinizi alacaksınız’ demiştir. Bu 74. Ferman, DAİŞ saldırısı öncesi de Önderlik uyarmıştır. Eğer gerillalarımız, militanlarımız bir de hemen böyle bir saldırı olunca harekete geçmişse, Önderliğimizin bu yaklaşımıyla ilgilidir. Önderliğimizin Hareketimizi uyarmasıyla ilgilidir. Bu yönüyle de Hareketimiz, tarihe karşı, insanlığa, Êzidîlere karşı sorumluluğunu eksiksiz yerine getirmiştir. Bunu bütün Êzidîlerin bilmesi gerekiyor” diye ifade etti.  

Abdullah Öcalan’a ilişkin AİHM’in veridği “umut hakkı” kararına dikkat çeken Karasu, “Umut Hakkı konusunda uzun yıllardır retçi bir yaklaşım var. Umut Hakkı konusunun AİHM tarafından hatırlatılması 10 yıl önceydi. Geçen yıl da bir uyarı oldu. Bir yıl sonra yeniden tartışılması gündemde. Fakat Türk devleti hala bu konuda adım atmış değil.Bu yönüyle adım atmaması, tabii ki Kürt sorununa yaklaşım, Önder Apo’ya yaklaşım, sürece yaklaşımla ilgili. Umut Hakkı’na verilen bu cevap, gerçekten anlamsızdır. Doğru değil, hukuki değil, kendilerinin imzaladığı yasalara uygun değil. Ama Devlet Bahçeli açıkça şunu söyledi: “Örgütünü feshetsin, silahlı mücadele eden vazgeçsin, Umut Hakkı pratikleşsin” dedi. Hatta ‘Gelsin, mecliste konuşsun’ dedi. Mecliste konuşmasına cesaret edemediler. Yoksa Önderlik, PKK’nin feshedilmesinin, silahlı mücadelenin durdurulmasının nedenlerini ve neden yapıldığını daha doğru izah ederek kamuoyuna anlatabilirdi. Bunu yapmadılar ama Devlet Bahçeli, ‘Umut Hakkı devreye girer’ dedi. O zaman Devlet Bahçeli’nin sözünün üzerinde durması gerekiyor. Yani herkesten önce Devlet Bahçeli’nin bu konu üzerinde durarak Umut Hakkı’nın pratikleşmesini, gerçekleşmesini sağlaması gerekiyor. Bu sadece Devlet Bahçeli’nin verdiği bir söz değildir. Devlet Bahçeli o açıklamayı Erdoğan’la anlaşarak yaptı. Yani mevcut iktidarı oluşturan ittifakın ortak görüşüdür. O zaman, şu anda devleti yöneten bu iktidarın, Umut Hakkı konusunda gerekeni yerine getirmesi gerekiyor” ifadelerinde bulundu.   

Sürecin önemine işaret eden Karasu şunları ifade etti: “Gerçekten bu konuda Önderliğimiz, Hareketimiz kararlı. Bu süreci Türkiye’nin demokratikleşmesi ve Kürt sorununun çözümüyle sonuçlanacak bir noktaya kadar götürmek istiyoruz. Bu açıdan da biz ve Önder Apo böyle bir yaklaşım içinde olurken, çok önemli çağrılar yapmışken, Hareketimiz hem PKK’nin feshi hem silahlı mücadelenin durdurulması konusunda gerekli tutumu ortaya koymuşken, Umut Hakkı’nın devreye girmemesi, Önder Apo’nun özgür ve serbest çalışır koşullara kavuşmaması gerçekten büyük bir eksikliktir. Bunun giderilmesi gerekiyor. Bu giderilirse süreç daha da ilerler, gelişmeler daha da olumlu olur. Şu anda kamuoyunda oluşan kaygılar giderilmiş olur. Bu yönüyle toplumdaki kaygıların; sadece Kürtlerin değil, Türkiye halkında da kaygıların giderilmesi açısından, bu sürecin gereklerinin yerine getirilmesi gerekiyor. En başta da Önder Apo’nun serbest ve özgür çalışır koşullara kavuşması, yani Umut Hakkı’nın açık ve net olarak pratikleşmesi gerekiyor.

Çözümün adresi Meclis 

Kürt sorunu, demokratikleşme söz konusuysa, bunun adresi meclistir. Meclis çözecektir. Mecliste alınacak kararlarla çözülecektir. Bu açıdan mecliste bir komisyonun kurulması anlamlıdır. Önemli olan, bu komisyonun nasıl çalışacağı, hedeflerinin ne olacağıdır. Böyle bir komisyonun kurulması önemli fakat bu komisyonun yasayla kurulması; hedeflerinin daha açık ve net ortaya konulması gerekiyordu. Yani Türkiye’nin demokratikleşmesi ve Kürt sorununun çözümüyle ilgili bir programının, bir hedefinin olması gerekiyordu. Bunlar hala tam net değil ama kurulması önemlidir.”

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın 2014’te de Meclis’in devreye girmesi ve komisyon kurması önerisinde bulunduğunu dile getiren Karasu, şöyle devam etti: “Çünkü Kürt sorunu ya da Kürt sorunundan kaynaklanan konuların tartışılması ancak bir komisyonla olabilir. Bir komisyonla bunlar tartışılabilir, gündeme gelebilirdi. Bu yönüyle ilk adım olarak kurulmasını biz olumlu görüyoruz. Şimdi bu komisyonun önemli görevlerinin olması gerekiyor. En başta da bu komisyonun Önderlik’le görüşmesi gerekiyor. Çünkü tartışılan, konuşulan konu ya da Devlet Bahçeli’nin konuşmasıyla başlayan ve Önder Apo’nun da pozitif cevap vererek yürüttüğü süreç, Kürt sorunu ile; Kürt sorunundan kaynaklanan sorunlarla ilgili. Bunun da muhatabı ve bu sorunun merkezinde, odağında Önder Apo var. Bu yönüyle bu komisyon doğru çalışacaksa, doğru bir çalışma yöntemi tutturacaksa, çalışmalarını doğru perspektifle ortaya koyacaksa, gerçekten anlamlı hale gelecek bir çalışma yapacaksa Önder Apo ile gidip konuşması gerekir. Önder Apo ile tartışması gerekir. İlk yapacakları konunun bu olması gerekir. Önder Apo ile tartışmadan, Önder Apo ile konuşmadan bu komisyonun çok işlevsel olması düşünülemez.

Komisyon 2-3 ayda neyi çözecek?  

Bu komisyon şimdi kuruldu. İki-üç aylık bir zamanlama ifade edilmiş. Böyle olmaz yani. 2-3 ayda ne çözecek? Anlaşılıyor ki, sadece silahını bırakıp gelecek, gerillanın durumu ne olacak şeklinde… Ya bu sorunun kaynağı var, bu sorunu ortaya çıkaran nedenler var. Kürt sorunu var, Türkiye’nin demokratikleşme sorunu var. Komisyon bunlarla ilgili olmayacaksa ne anlamı olacak? ‘Dağdan gelenlerin durumu ne olacak?’ ‘Sorun PKK-gerilla; bu çözülecek’ anlamına geliyor. Sadece ‘silahların bırakılması’. Ama sorun bu değil ki! Yüzyıllık sorun bu mu? 30 tane isyan olmuş Cumhuriyet’in kuruluşundan bu yana. Bunun nedenleri var. 

Bu bakımdan, bu komisyon kendine sadece silahını bırakıp geleceklerin durumuyla uğraşacak, onunla ilgili bir adım atacak olursa, o zaman bu yanlış, bu eksiktir. Bu mevcut sürecin ihtiyacını karşılamaz.

 Deniliyor ya, bu süreç nasıl başladı? Türkiye’nin güvenliğini sağlamak için… İçeride ve dışarıda Türkiye’nin güvenliğini riske edecek gelişmeler var. Bunların önüne geçmek için böyle bir süreç başlatıldıysa, o zaman demek ki sadece silahların bırakılması, silahları bırakanların durumlarının ne olacağının tartışılacağı bir komisyon olamaz. Bu komisyonu bununla sınırlamak, gerçekten süreci sabote etmek olur.”

 Evet, komisyonun kurulması önemli bir adımdır. Tabii süreçtir, sınırlı gelişmeler oluyor; hiçbir şey olmuyor diyemeyiz. İşte Önderlikle görüşmeler, gidip gelmeler oluyor, mecliste görüşmeler, heyetlerin partilerle görüşmesi oluyor. Kamuoyunda tartışılıyor, görüşülüyor. Ama böyle bir komisyon çok tartışıldı, çok önemli bir rol verildi. Herkes de bu komisyondan çok şey bekliyor. “Sadece gerillaların durumu ne olacak” diye bir konuyla kendini sınırlarsa, derler ya “dağ doğura doğura fare doğurdu”; öyle bir durum ortaya çıkar. Kuşkusuz silah bırakan gerillaların durumu da önemli bir konu; onun da çözülmesi gerekiyor ama onun bir bütün içinde çözülmesi gerekiyor. Demokratikleşme olmadığında, çeşitli yasalar çıkarılmadığında, Kürt sorununun çözümüyle ilgili adımlar atılmadığında boşa çıkar. Şu anda Kürt halkının özgürlüğü için konuşan, özgürlüğü için mücadele eden, sadece demeç veren insanlar tutuklanıyor. Şimdi böyle bir demokratikleşme ortamı doğmazsa, bunun adımları atılmazsa yarın gidenlerin hepsi ne olur? Tutuklanır. Giderler, Kürt sorunu konusunda söz ederler, örgütlenirler, Kürt sorununun çözümü için çaba içine girerler; o zaman tutuklanırlar. Böyle olmaz.

Bu yönüyle Kürt sorununun çözümü ve bunu sağlatacak demokratikleşme ortamının geliştirilmesi gerekiyor. Birçok demokratikleşmeyi geliştirecek, Kürt sorununun çözümüne zemin hazırlayacak yasaların da çıkarılması gerekiyor. Komisyonda bunların da tartışılması gerekiyor. Bu komisyonun böyle kendini sadece silah bırakanların durumuyla sınırlamaması gerekiyor. 

Zaten bu yönde eleştiriler var. DEM Partililer eleştiriyor, biz de eleştiriyoruz. Böyle olamaz yani. Bu neyi çözecek? Biz bunun için mi bu adımları atıyoruz? Biz adımlarımızı sadece bunun için atmıyoruz. Demokratikleşme sorunu var, Kürt sorununun çözüm sorunu var. Bu bakımdan böyle iki ayla sınırlı bir komisyon çalışması, amacı da beklentileri de karşılamaz.”

Sürece dair hedeflerin gerçekleşebilmesi için Kürt halkının çabası, mücadelesi ve örgütlenmesinin önemli olduğunu yine Türkiye’deki demokrasi güçlerinin devreye girmesinin de devlete adım atma noktasında basınç oluşturacağına işaret eden Karasu, “Eğer Türkiye’de demokrasi güçleri devreye girmezse, Kürt halkı etkili olmazsa, devlet ve hükümet üzerinde sürecin gerektirdiği adımları arttıracak bir baskı, bir mücadele olmazsa, bu süreç istenilen düzeyde sonuçlanmayabilir. 

Bu bakımdan halka önemli görevler düşüyor. Biz bu süreci başarıya ulaştırmak istiyoruz. Bu sürecin başarıya ulaşmasının Kürt halkına ve Türkiye halklarına çok şey kazandıracağına inanıyoruz. Bu konuda hiçbir tereddüdümüz, kaygımız yok. Süreç başarıya ulaşırsa, gelişirse herkes kazanacak. Ama bunun için halkın daha etkili devreye girmesi gerekiyor.

Kuşkusuz her yerde toplantılar yapıyorlar, süreci anlatıyorlar. Fakat bunu daha da genişletmek gerekiyor. Sadece bizim kitlemiz veya bize yakın kitle değil; herkese, Kürdistan’daki her kesime, bizim dışımızdaki kesimlere de; aşiretlere, başka partilerin tabanına, herkese gidilmesi, bu sürecin anlatılması gerekiyor. Çünkü bu süreçten herkes kazanacak. Sorun çözüldüğünde, Türkiye’nin demokratikleşme ve Kürt sorununun çözümü gerçekleştiğinde herkes kazanacak. Yine Türkiye’de herkes kazanacak. 

Türkiye’deki şu anda var olan bütün sorunların; demokrasi sorununun da, emek sorununun da, işsizlik sorunu, ekonomi sorununun da nedeni, Kürt sorununun çözümsüzlüğüne dayanan demokrasisizliktir. ‘Demokrasi yok’ diyenlerin bunu görmesi gerekiyor. Kürt sorunu çözülmeden, temel sorun çözüme kavuşturulmadan Türkiye’ye demokrasi gelmez. Bunun çözümünü istemeyenlerin demokrasi istemleri sahtedir. Çünkü Kürt sorunu çözümsüz kaldığı müddetçe Türkiye demokratikleşmez. Antidemokratik uygulamalar devam eder.

Sürece sahip çıkma çağrısı  

Bu yönüyle dünyadaki dostlarımızın da bu bilinçle mücadele etmesi, Kürdistan’da her kesime gidilmesi, sadece toplantılarla da sınırlı kalmamak gerekiyor. Yürüyüşler, mitingler demokratik temelde yapılabilir. Toplumun talepleri, istemleri daha yüksek sesle dile getirilebilir. Türkiye’de demokrasi güçlerinin bunu sahiplenmesi gerekiyor. Seyretmek olmaz. Demokrasi, özgürlük istiyorsa, sosyalist güçler amaçları dolayısıyla Türkiye’de gelişme istiyorlarsa, bu sürecin ilerlemesi için gereken çabayı göstermeleri gerekiyor. 

Bu yönüyle bir çaba var ama bu çabanın daha da artırılması gerekiyor. Bu süreç kendiliğinden ilerlemez. Ya da ‘bu süreç iyidir’ demekle de sorumluluk yerine getirilmiş olmaz. Bu bakımdan beklemeden, izlemeden, ne oluyor, nasıl olacak demeden herkesin sürece sahip çıkması, mücadele içine girmesi, gereklerini yerine getirmesi gerekiyor.

Türkiye’nin demokratikleşmesi  

Daha önce de CHP üzerinde yürütülen bu baskıların doğru olmadığını, sürecin gelişmesine katkı sunmadığını vurguladık; yine bu düşüncedeyiz. 

Ama şu da bir gerçek. Muhalifler de bu gerçeği bilmeli. Biz şu anda tabii ki CHP’nin yaklaşımlarını olumlu görüyoruz. Zaten komisyona da katıldılar, desteklerini sunacağını belirttiler. Hatta bu komisyonun demokratikleşme doğrultusunda çalışması için bir irade de ortaya koydular. Bunlar olumludur. Ama şunu özellikle vurgulamak istiyoruz: Evet, Türkiye’de anti-demokratik sorunlar var, Türkiye demokratikleşmemiş. Bu, bugünün sorunu da değil. Türkiye’deki demokratikleşme sorunu yüz yıllık bir sorun. Yüz yıldır Kürt halkı, sosyalistler, demokratik güçleri, inançlarında baskı gören topluluklar hep demokrasi mücadelesinin içinde oldular. Yani bu sorun güncel bir sorun değil. Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihi bir sorunu. Bu yönüyle anti-demokratik uygulamalar diyorsak; bunun tarihsel, sosyolojik temeli var. Kürt sorunuyla bağı çok fazla. Alevilerin inanç özgürlüğüyle bağı çok fazla. Bu yönüyle CHP üzerinde baskı var, tutuklamalar var. Bunlar oluyor. Bunların hepsi tabii ki anti-demokratik yaklaşımlar. 

Şu ayrı. Her yerde belediyede yolsuzluk, şu bu olur. CHP’ye yapılanlar bununla ilgili değil. Bunu aşan, farklı amaçları olan operasyonlar. Bunlar açık, bunları herkes tartışıyor. Ama bu tür sorunların ortadan kalkmasının yolu, Türkiye’nin demokratikleşmesidir. Bu da Kürt sorununun çözümünden geçer. Kürt sorununun çözümünü istemeyeceksin, Kürt sorununun çözümüne karşı olacaksın; ondan sonra da demokratikleşmeden ya da bu anti-demokratik uygulamalardan söz edeceksin. O zaman samimi değilsin. Çünkü bütün anti-demokratik uygulamaların kaynağı, Kürt sorununun çözümsüzlüğüdür. Bunu herkes böyle bilecek. Yaşadıklarının bu olduğunu bilecek. Kürt sorununun çözümü gerçekleşirse, Türkiye bu anti-demokratik uygulamalardan kurtulur. Bugün şikayet edilen konular ortadan kalkar. Bunu görmek gerekiyor.

 Siyasetçi bunu görecek. Siyasetçi, biraz siyaset sosyolojisiyle bakacak. Mevcut sorunların siyasete yansımasının nasıl olduğunu görecek. O zaman yaşanan durumların mevcut köklü sorunlarla bağını iyi ortaya koyacak. 

Bu bakımdan muhalefet, işte ‘şurada şu baskı yapıyor, bu baskı yapıyor’ diye Önder Apo’nun ve Hareketimizin de desteklediği sürece soğuk yaklaşmaması gerekiyor. O gerekçelerle bu sürece karşı olumsuz yaklaşılırsa ya da gereken destek verilmezse veya yetersiz destek verilirse en fazla kendileri yanlışa düşmüş olur. Kendi söyledikleriyle, kendi eleştirileriyle çelişmiş olurlar. Bu açıdan muhalefetin önemli bölümü sürece katkı sunuyor, destek sunuyor. Ama bu desteğin daha da artması gerekiyor.”

Türkiye’nin güvenliği  

Diğer yandan bazı muhalefet olduğunu söyleyen, işte ‘şöyle emperyalizme karşıyız, böyle İsrail’e karşıyız, bilmem şuna karşıyız, Türkiye üzerinde şöyle oyun var, böyle oyun var’ diyenler, Türkiye’de, Türkiye’nin güvenliğini esas sağlayacak konunun ne olduğunu bilmeyenler, Türkiye’nin güvenliğini düşünmeyenlerdir. Türkiye’nin güvenliği, Kürt sorununun çözümüyle gerçekleşir. Kürtlerle çatışarak, Kürtlerle kavga ederek, Kürtleri inkar ederek, yok sayarak hiç kimse Türkiye’nin güvenliğini sağlayamaz. Kürtleri yok saymak, Kürtler üzerinde baskı yapmak, asimilasyon ve soykırım politikaları uygulamak Türkiye’ye güvenlik getirmez. Aksine Türkiye’nin güvenliğini tehlikeye atar. Bu açıdan Önder Apo hep tarih boyu Kürt-Türk ilişkilerini ortaya koymuş, Türklerin ne zaman Kürtlerle ilişkilerini düzelttiğini, ortak hareket ettiğinde güvenliğin sağladığını belirtmiştir. 

Bu bakımdan o sözde ulusalcılar, ülkelerin güvenliğini savunduğunu söyleyenler, tam tersine Türkiye’nin güvenliği için tehlike olduğunu düşündükleri o devletlerin, o kesimlerin politikalarını yürütüyorlar, onlara hizmet ediyorlar. Bu vesileyle bunu da belirtmek istiyorum” diye konuştu.  

Sürece dair bir zihniyet değişimine ihtiyaç olduğunu ifade eden Karasu, şunları dile getirdi: “Şu açıktır: Düne kadar ‘DEM Parti kapatılsın’, ‘anayasa kapatılsın’, ‘Kürtlerle ilgili her türlü uygulama yapılsın’ diyen Devlet Bahçeli eğer bir adım atıyorsa, Türk-Kürt kardeşliğinden söz ediyorsa, gerçekten bu böyle bir süreçse, o zaman siyasi anlayışın değişmesi gerekir. Bir yıl önceki anlayışla hareket edilmemesi gerekir. Bir yıl önceki anlayışla Rojava’ya, Kuzey ve Doğu Suriye’ye yaklaşılmaması gerekiyor. Şimdi Türkiye’de Barış ve Demokratik Toplum Süreci dediğimiz bir süreç varken, bunun içinde hükümet de devlet de varken, bu bir köklü siyasi değişikliğin, zihniyet değişikliğinin süreci iken, yahut da zihniyet değişikliğinin sonucu olması gerekirken Rojava’ya böyle yaklaşımlar, böyle tehditler yapılması gerçekten terstir. Halbuki madem Kürt-Türk kardeşliğinden söz ediliyor, o zaman Suriye’deki Kürtler de kardeş değil mi? O zaman o kardeşlere de yaklaşımın doğru olması gerekiyor. Bir kardeşçe yaklaşımın gösterilmesi gerekiyor.

 Misak-ı Milli diyorlar; Misak-ı Milli içinde Musul-Kerkûk de vardı, Rojava denilen Kürt alanı, Batı Kürdistan da vardı. Şimdi sen hem o kadar Misak-ı Milli’den söz et, -çünkü Misak-ı Milli  Sivas Kongresi’nde alınıyor- ama kalk Kürtlere düşmanlık yap, Kürt karşılığı yap. Bu doğru bir yaklaşım değil.”

Suriye’deki gelişmeler 

Suriye’deki gelişmelere de işaret eden Karasu, “Bu yönüyle Suriye’deki, Kuzey ve Doğu Suriye’deki, Rojava’daki Kürtlere yaklaşımın doğru olması lazım. Böyle tehditvari olmaması lazım. Hatta Kürtlerin Suriye’de özgürlüklerine kavuşması için destek sunmaları gerekiyor. Doğru yaklaşım, Türkiye’ye kazandıracak yaklaşım budur. Diğeri; bir-iki yıl önceki farklı kaygılarla ortaya çıkan söylemlerin tekrarıdır. Bunun Türkiye’ye bir faydası olmaz. Bu yönüyle bu tür yaklaşımların da gerçekten bırakılması gerekir.

 Mevcut Suriye yönetim politikaları yanlış. Evet, eski Suriye rejimi de otoriterdi, baskıcıydı, halklar memnun değildi. Onlarda da halkların taleplerine, özgürlüklerine karşı bir duyarsızlık vardı. Şimdiki de aynı yaklaşım. O da merkeziyetçiydi, bu da merkeziyetçi olmak istiyor. 

Öte yandan eski Suriye’nin, o eleştirilen otoriter, merkeziyetçi, baskıcı Suriye’nin inançlara karşı herhangi bir şey yoktu. Dürzilere de, Sünnilere de Hristiyanlara karşı da yoktu. Zaten Alevilerin önemli bir kesimi iktidar eliti içindeydi. Tabii sadece Alevilerin iktidarı değildi, Sünniler de işin içindeydi.

 Ama mevcut iktidar aynı zamanda bir mezhep düşmanlığı yapıyor. Alevilerin olduğu bölgede Alevi şeyhlerine yaptıklarını biliyoruz. Süveyda’da gitmiş sakal kesiyor, bıyık kesiyor ya! Sen ne uğraşıyorsun? Şimdi bu Kolani (Ahmed El Şara) diyor, “biz onlardan hesap soracağız” ama bunlar sözdedir. Benzer zihniyetin sonucudur. Hala zihniyet değişmedi. Bu bakımdan tabii ki o merkeziyetçi zihniyetin değişmesi gerekiyor. Bu kabul edilemez.

Merkeziyetçiliği bırakmak gerekiyor  

Demokratikleşme demek, belli yönleriyle de merkeziyetçiliği bırakmak demektir. Merkeziyetçiliğin olduğu, her şeyin bir merkezde kararlaştırıldığı yerde zaten demokrasi olmaz. Demokrasi, biraz da yerel demokrasiyle, farklılıkların özgürlüğünü kabul etmekle olur. 

Şam hükümetinde bu yok. Alevilere öyle yaklaştı, Dürzilere öyle yaklaştı. Hatta Dürzilere saldırdıkları zaman, “sıra kuzeydoğu’da” dediler. “Sıra Rojava’da” dediler yani. Bırakalım demokratik anlayışı, farklılıkların özgürlüğünü kabul etmeyi, hepsini ezecek! Bununla Şam istikrara kavuşmaz. 

Bu kadar inkarcılığa rağmen aslında Kuzey ve Doğu Suriye yönetimi olumlu yaklaşıyor. Çünkü anayasa ortaya koydular; kendi başlarına, hükümet oluşturdular; kendi başlarına. Her şeyi kendileri yürüttü. Kuzey ve Doğu Suriye diyor; ‘biz de olalım bu anayasa tartışmalarının içinde, hükümetin içinde biz de olalım. Sadece biz değil, Süryaniler de olsun, Aleviler de, Dürziler de, bütün Arapları temsil eden farklı kesimler de olsun, kadınlar da.’

 Hiç bunlara kulak vermiyor. Her şey Kolani’nin, Ahmed El Şara’nın kararnameleriyle… Öyle olmaz. Buna karşı Kuzey ve Doğu Suriye, Suriye ile birleşmek istiyor, Suriye’nin birliği içinde olmak, çözüm bulmak hatta hükümet içinde yer almak, bakanlıklarda yer almak istiyor. Yani bunlar toplulukların iradesini kabul edecek.

 Kuzey ve Doğu Suriye’de bir yönetim var. DAİŞ’e karşı savaş vermiş, on binlerce şehidi var. Ve BAAS rejimine karşı da tutum koymuş. Onların da tutumlarını kabul etmemiş, dayatmalarını reddetmiş. Evet, Kuzey ve Doğu Suriye sürekli taleplerini iletiyordu; BAAS rejimi de kabul etmiyordu. Ve onun için de bir uzlaşma gerçekleşmiyordu. Şimdi benzer bir durum Colani hükümeti açısından var. 

Bu yönüyle uluslararası güçler bu konuda doğru yaklaşım içinde olsunlar. Suriye’nin demokratikleşmesi, ademi merkezci bir demokratikleşme olmalı. Dürziler de kendilerinin özgürlüğünü, yaşamını istiyor. Kürtler de istiyor. Bunlar Suriye’yi parçalamak, Suriye’yi bölmek değil; Suriye’nin bütünlüğünü sağlamaktır. Suriye’nin bütünlüğü tüm halkların memnuniyetiyle olur, rızasıyla olur. Bu bakımdan tüm uluslararası güçlerin de bütün Suriye halklarının rızasını sağlayacak bir demokratik sistem üzerinde yoğunlaşmaları, Şam ile diğer toplulukları bu temelde bir uzlaşmaya çekmeleri, uzlaşmaya götürmeleri en doğru yoldur” dedi. 

Endüstriyalizme karşı ideolojik bir mücadele yok

Ekolojik yıkıma ilişkin konuşan Karasu ekolojik yıkımın yarattığı tehlikeye ilişkin şunları söyledi: “İnsanlığın şu anda en temel sorunlarından biri, belki de birincisi; ekolojik yıkımdır. Eğer bu durdurulamazsa evrim halkaları da kopacak, canlıların yaşam ortamı da daralacak. Gerçekten insanlık bir bütün olarak tehlikeye girecek. Sadece yoksullar değil, bütün insanlık yok olacak. Gerçekten ciddi bir durum. Bunu yaratan da endüstriyalizmdir. Bu bakımdan endüstriyalizmin çok şiddetli eleştirilmesi, ortaya konulması gerekir. Bunun bir gelişme olmadığı; bir toplum düşmanlığı, bir doğa düşmanlığı, insanlığın geleceğinin düşmanlığı olduğu ortaya konulmalıdır.

 Açıkça insanlık geleceğine ihanet ediyor. Çocuklarına, torunlarına ihanet ediyor. Böyle olamaz. Niye? Bugün birileri zengin olsun diye. Birileri zengin olsun diye bütün her yer alt üst ediliyor. Bilmem bin ton altın için bir bölge tümden yok ediliyor. Bu, çok ciddi bir konu. Çok ciddi ele alınması gerekir. Varlık sorunu yani. En temel konu nedir? Varlık sorunudur. Bütün halklar için nasıl varlık sorunuysa, insanlık için de varlık, ekoloji sorunudur. Bu da endüstriyalizmden kaynaklanıyor. 

Eskiden endüstriyalizm, sol-sosyalist yaklaşımda olumlu görülüyordu. Bir gelişme, bir ilerleme olarak görülüyordu. Onun için de, “sosyalizm eşittir elektrifikasyon” deniliyordu.

 İşte şu kadar maden çıkarılması, şu kadar fabrika kurulması gerekir gibisinden doğayı düşünmeyen, geleceği düşünmeyen bir zihniyet ortaya konuluyordu. Halbuki sosyalizm demek, en fazla da geleceği düşünen, geleceği planlayan bir ideolojik düşüncedir. İnsanlığı özgürlüğe, demokrasiye, en güzel yaşama ulaştıracak bir ideoloji ise, o zaman endüstriyalizme karşı açık tutum konulması gerekiyor. Bu konuda yeterli çaba yok, ideolojik mücadele yok, değerlendirme yok. Çok sınırlıdır.

Sonuçlarla değil kökleriyle ilgilenilmesi gerekiyor  

Evet dünyada da var bir ekoloji-doğa mücadelesi ama yetersiz. Sonuçlarla uğraşılıyor. Köküyle, endüstriyalizmle uğraşılması lazım, ona karşı bir tutum konulması lazım. ‘Şu yıkım oldu’, ‘buzullar eriyor’, ‘dünya ısınıyor’, ‘çölleşiyor’… Ama bunun esası endüstriyalizmdir. ‘Havayı bozuyor’, ‘zehirliyor’ şeklinde endüstriyalizmin çok uç yanlarına dikkat çekiyorlar. Birçok yatırımın, birçok fabrikanın, birçok üretimin sera etkisi yaptığını, yani iklim değişikliğini bozacak sonuçlar ortaya çıkardığını söylüyorlar ama bu, endüstriyalizmin bir parçasına yöneliktir. Ya da işte ‘sınırlayalım, ‘yüzde kırk olsun’, ‘yüzde yirmi olsun’ şeklinde;  yani kârı, sömürüyü durdurmadan bazı şeyleri geliştirmek istiyorlar. Bunlara karşı da tutum almak lazım. 

İşte diyorlar ya, ‘Paris Sözleşmesi’ni imzalamadı’, ‘imzaladı’. İmzalayanlar da endüstriyalizmi hala yürütenlerdir. Bu konuda köklü bir mücadele gerekiyor.

 Gerçekten çok büyük tehlike var. Bu yıl yangınlar her tarafta çok arttı. Bu bununla ilgilidir. İnsanın yarattığı bir durumdur yani. Bu bir doğal olay değil; insanın yarattığı, endüstriyalizm anlayışının, kapitalizmin yarattığı bir sonuçtur. Bununla uğraşılması gerekiyor. Yoksa derler ya; ‘dallarla, budaklarla uğraşmak. Köküyle, esasla değil’.

 Bu açıdan bu konu gerçekten önemli ve gündemleşmesi gerekiyor. Nasıl ki kadın özgürlüğü bugün dünyada önemli bir şeydir; ekolojinin de, ekolojik mücadelelerin de büyük ve etkili bir biçimde yükseltilmesi gerekiyor.

İdeolojik bilinç  

Bugüne kadar Türk devletinin Kürt halkına karşı yürüttüğü savaş, özel savaştı. Kürt halkının özgürlüğü mücadelesini susturmak, bastırmak, Kürdistan’ı insansızlaştırmak, Kürdistan’da Kürt nüfusunun serilmesini sağlamak… Bunların hepsi bir özel savaş politikasıydı. Böylelikle Kürt’ün direncini, mücadele gücünü kırmak için çaba gösteriliyor.

 Bu kadar barajın yapılması da öyledir. Kürdistan’da yapılan barajların, evet endüstriyalizmle, sömürüyle bağlı var ama en az onun kadar, hatta esas olarak Kürdistan’da insansızlaştırma, Kürt halkının özgürlük dinamiklerini, mücadele dinamiklerini zayıflatma amacı var. Ormanlar da bunun için kesiliyor. Nasıl ki barajlar gerillanın hareket alanını kısıtlamak amacıyla yapılıyorsa, ormanlar da o amaçla kesiliyor. Böylelikle Kürdistan’a askeri olarak daha fazla hakim olma amacı taşıyorlar. 

Şimdi görüyorsunuz; Kürdistan’da yangınlar on yıldır, yirmi yıldır var. Her yıl dağlar bombalanıyor, yangınlar sürüyor. Hiç Türkiye’de ses çıkıyor muydu? Ormanlarımız yanıyor, ciğerlerimiz yanıyor. Ses çıkmıyordu. İşte bu dağlarda, Kürdistan dağlarında uçak saldırılarıyla, top atışlarıyla sürekli yangın vardı. Ağaçlar yanıyordu. Yine de meşe ağacının direnci nedeniyle biraz ayakta kalıyordu ama birçok yerde yine de ağaçlar ölüyordu.

 Bu konuda yurtseverlik demek; biraz da vatanı, doğayı, ağaçları, ormanı sevmek, suyunu korumaktır. Bunlar olmadan yaşam olabilir mi? Orman olmayacak, su olmayacak; yaşam olacak! Ondan sonra da buna karşı mücadele etmeyeceğiz, yurtseveriz diyeceğiz kendimize, Kürt’üz diyeceğiz. Kürt’ün de yaşadığı bir coğrafya var. Kürt’ü yaratan o coğrafyayı sahiplenmeden nasıl Kürt’üz, yurtseveriz denilebilir. Bu konuda zayıflık var Kürdistan’da.

Kadın özgürlük mücadelesi  

Bir de bizim paradigmamız var. Kadın özgürlükçü, ekolojik, demokratik toplum paradigmamız var. Nasıl kadın özgürlüğü bizim için önemliyse, ekolojik toplum da önemli, ekoloji de önemli. 

Kadın özgürlüğü konusunda büyük gelişme sağladık Kürdistan’da. Kürt kadınlar, kadın özgürlük mücadelesini geliştirdi. Sadece Türkiye’ye değil, Ortadoğu ve dünyaya örnek oldu ama paradigmamızın en önemli boyutlarından biri olan ekolojik boyut yetersiz kaldı, yetersiz sahiplenildi. Bu bilinç zayıf kaldı. Bunda hepimizin sorumluluğu var; bizim de sorumluluğumuz var. Nasıl ki ülkemizin özgürlüğü diyoruz, dil-kimlik özgürlüğü diyoruz; dilimize, kültürümüze, kimliğimize sahip çıkmak kadar doğamıza da sahip çıkmalıyız. Doğaya karşı saldırılara karşı tutum koymalıyız. 

Çok sınırlı. Halbuki her yerde ekolojik toplum, komünleri, dernekleri, kurumları kurulmalı. Bütün toplum mücadeleye çekilmeli. Sınırlıdır. Yaylası tehlikeye girecek, ayağa kalkıyor. Öyle değil. Bu bütün Kürdistan’ı ilgilendirecek bir ulusal sorundur. Kürt halkının varlık sorunu gibi bir sorundur. Bunu önemli görüp ciddiye almak lazım. Yetersizdir bu konuda. 

Bu kadar aydın var, Kürdistan’da bu kadar mücadele ediliyor. Özellikle de kadın özgürlük çizgimiz, kadın özgürlük örgütlerimiz ekolojik mücadeleye de destek vermeli. Ekolojik mücadeleyle kadın özgürlük mücadelesini bütünleştirmeleri gerekiyor. Çünkü nasıl ki kadınlar üzerinde bir egemenlik anlayışı var ve iktidar üretiyorsa, bir de doğa üzerinde egemenlik anlayışı var. Bunu da iktidar üretiyor egemenlik anlayışıyla. Bu bakımdan ekolojik mücadele konusu önemli. Bunun üzerinde durmak gerekiyor.

Türkiye’deki ekolojik hareketle Kürdistan’daki ortaklaşmalı 

Türkiye’de ise zaten gerçekten sorumsuzluk var. ‘Türkiye’ diyorlar, ‘vatan-millet’ diyorlar, ‘vatanımızı böldürmeyiz’ diyorlar ama vatanı her gün yakıp yıkıyorsun! Vatan yanıyor, vatan çölleşiyor! Birkaç kişiyi zengin etmek için Kaz Dağlarını ortadan kaldırıyorsun, bilmem nereleri ortadan kaldırıyorsun; ondan sonra ‘vatan-millet-Sakarya’ diyorsun. Böyle olur mu? Bu vatan sevgisi, ülke sevgisi değildir. Bu konuda Türkiye halkının da buna tutum koyması gerekiyor. 

Dünyanın başka yerinde bu durum yok. Olsa toplumlar ayağa kalkar. Türkiye’de halk uyuşturulmuş. Vatan gidiyor, ülke gidiyor, çölleşecek ama çok duyarsızlık var. 

Bu konuda Kürdistan’daki ekolojik hareket, Kürdistan’daki özel savaşa, bu saldırılara karşı mücadele ettiği gibi, Türkiye’deki ekolojik hareketle Kürdistan’daki ekolojik hareket de birleşmeli, ortaklaşmalı. Ve ortak mücadeleyi yükselterek Türkiye’deki bu ekolojik felakete, zenginler daha da zenginleşsin diye bu doğayı, her yeri peşkeş çekmelerine karşı tutum koymaları gerekir. Gerçek yurtseverlik de budur, gerçek demokratlık da, gerçek sosyalistlik de budur. Sosyalistiz diyeceğiz ama buna sessiz kalacağız. Bunlar aşılması gereken, daha etkili mücadele verilmesi gereken konulardır. Gerçekten çok üzücü, acı verici.

Bu yönüyle Türkiye’nin diğer sorunlarına çözüm için çaba gösterildiği gibi, demokratikleşme mücadelesi çabası gösterildiği gibi ekolojik kıyımlara karşı da örgütlenmek ve mücadele etmek önemlidir.”

HABER MERKEZİ

PaylaşTweetGönderPaylaşGönder
Önceki Haber

Hiroşima’da atom bombası katliamının 80’inci yılında barış çağrısı

Sonraki Haber

Lübnan Hükümeti’nden ‘Silahlı Güçleri Tasfiye’ kararı

Sonraki Haber
Lübnan Hükümeti’nden ‘Silahlı Güçleri Tasfiye’ kararı

Lübnan Hükümeti'nden 'Silahlı Güçleri Tasfiye' kararı

SON HABERLER

İstanbul’da barajların doluluk oranı yüzde 50 düştü

İstanbul’da barajların doluluk oranı yüzde 50 düştü

Yazar: Yeni Yaşam
6 Ağustos 2025

Irak’ta ‘Uluslararası Enerji Forumu’ düzenlenecek

Irak’ta ‘Uluslararası Enerji Forumu’ düzenlenecek

Yazar: Yeni Yaşam
6 Ağustos 2025

Tammy Bruce: Suriye’de sorunların diyalogla çözülmesini destekliyoruz

Tammy Bruce: Suriye’de sorunların diyalogla çözülmesini destekliyoruz

Yazar: Yeni Yaşam
6 Ağustos 2025

Ankara’da kadın cinayeti: Saliha Akkaş hayatını kaybetti

Ankara’da kadın cinayeti: Saliha Akkaş hayatını kaybetti

Yazar: Yeni Yaşam
6 Ağustos 2025

DEM Parti MYK, ‘süreç ve komisyon’ gündemiyle toplandı

Yazar: Yeni Yaşam
6 Ağustos 2025

Kayyım işten çıkardığı 223 işçinin yerine 84 kişiyi aldı

Kayyım işten çıkardığı 223 işçinin yerine 84 kişiyi aldı

Yazar: Yeni Yaşam
6 Ağustos 2025

İşkence yine cezasız kaldı

İşkence yine cezasız kaldı

Yazar: Yeni Yaşam
6 Ağustos 2025

  • İletişim
  • Yazarlar
  • Gizlilik Politikası
yeniyasamgazetesi@gmail.com

© 2022 Yeni Yaşam Gazetesi - Tüm Hakları Saklıdır

Welcome Back!

Login to your account below

Forgotten Password?

Retrieve your password

Please enter your username or email address to reset your password.

Log In

Add New Playlist

E-gazete aboneliği için tıklayınız.

Sonuç Yok
Tüm Sonuçları Görüntüle
  • Tümü
  • Güncel
  • Yaşam
  • Söyleşi
  • Forum
  • Politika
  • Kadın
  • Dünya
  • Ortadoğu
  • Kültür
  • Emek-Ekonomi
  • Ekoloji
  • Emek-Ekonomi
  • Yazarlar
  • Editörün Seçtikleri
  • Panorama
    • Panorama 2024
    • Panorama 2023
    • Panorama 2022
  • Karikatür
  • Günün Manşeti

© 2022 Yeni Yaşam Gazetesi - Tüm Hakları Saklıdır