Bazı sanatçılar eserleriyle halklar arasında dostluk kurarlar. Ortadoğu’nun köklü kültürlerini müziğiyle birleştiren, Aram Tigran (Arame Dîkran) bu sanatçıların başında gelir.
Kendine özgü tarzı ve duygu yüklü yorumuyla, özellikle Kürt müziğinin en önemli isimlerinden biri haline geldi. “Ape Aram” (Aram Amca) olarak da anılan Tigran, müziğiyle farklı dillerdeki ve kültürlerdeki insanları bir araya getiren, barış ve kardeşlik sembolü bir sanatçı olarak kabul gördü.
Sürgünde doğup, sürgünde yaşamını yitiren ve hasretini çektiği topraklara defnedilmesine bile izin verilmeyen Kürt müziğinin duayeni Ermeni sanatçı Aram Tîgran, ölümünün 16 yıldönümünde çeşitli etkinliklerle anılıyor.
Suriye-Qamişlo’da başlayan ve müziğe adanmış bir yaşam 8 Ağustos 2009’da Atina’da sonlanmıştı.
***
1915 yılı ‘Büyük felaket’lerle dolu bir yılıdır. Büyük acıların yaşandığı o süreçte Sason’a bağlı Bianda Köyü de acılardan payını alır. Koca köyde kılıç artığı diyebileceğimiz sadece üç-beş kişi kurtulabilir. Bunlardan biri de Aram Tigran’ın babasıdır. Bir şekilde hayatta kalmayı başaran baba Tigran, Suriye’deki Qamişlo’ya kaçmayı başarır.
Qamişlo’da doğan Aram Tigran’ın müzikle uğraşı daha küçük yaşlarda başlar. Aram, Kürt kültürü içerisinde, Kürtçe’nin konuşulduğu bir ortamda büyür. Bir Kürt ailesi tarafından korunup kollandığı için, kendisini Kürtlere hep ‘borçlu’ hisseden bir neyzen olan babasının isteği ve yönlendirmesiyle Aram da kendisini Kürt müziğine adamış.
Henüz 6 yaşındayken ud çalmaya başlar ve ilk derslerini babasından alır. Qamişlo’da bitirdiği liseden sonra üç yıl da yüksek öğrenim görür. Kimi müzisyenlerden aldığı derslerle genç yaşında müzik alanında yetkinleşir.
Kendi anlatımlarına göre; 1969’da da Yerevan’a (Erivan) yerleşen Aram, burada 1985 yılına kadar yine Kürtlerin her akşam can kulağıyla dinledikleri Yerevan Radyosu’nda çalışır. Bu yıllar Aram’ın dinlenip tanınmasında önemli bir dönemdir.
1990 yılı geldiğinde Avrupa’ya göçer. Bundan sonraki yaşamında, Ermenice, Kürtçe, Arapça Türkçe ve Rumca olarak tam 400’den fazla şarkının derlenip okunduğu çileli ama verimli bir dönemdir Aram için.
***
2006 yılında ilk kez bir festival için Diyarbakır’a geldiğinde annesinin ve babasının doğduğu köyü toprağa kapanarak ziyaret eder. Verdiği bir röportajda duygularını şöyle anlatmıştı: “O dağlara, ağaçlara, derelere, evlere baktığımda içim titredi. Ağladım. Canım acıdı. Babamı annemi, onların yaşadıklarını anımsadım. Biz nasıl bu topraklarda büyüyemedik diye hayıflandım” demişti.
Aram Tigran’ı sadece ses olarak, bir yorumcu olarak değil, Kürt müziğinin gelişmesi açısından çalışmalarıyla da değerlendirmek gerekir. Ermeni olduğu halde Kürt müziğine yaptığı bu hizmetler halkların dostluğuna, kültürlerin ayrıştırıcılığına karşı birleştirici olması gerektiğine verilebilecek en güzel örnektir.
Aram, yarım asırlık müzik yaşamı boyunca bu coğrafyada çekilen acıların dillendiricisi oldu. Birçok dilde de şarkılar seslendirdi. Şarkılarıyla halkların dostluğunu gösterdi.
Şarkıları büyük bir beğeniyle dinlendi ve söylendi. Sanat yönüyle ucuz ve popüler kültüre yüz vermeyen, kendi özgün ve kalıcı müziğiyle, sonraki kuşakları da besleyecek bir miras, başlı başına bir ekol oldu.
***
Sanatsal açıdan popülist, çabuk tüketilen türden bir müzik anlayışı değildi onunkisi. Onu bir ekol haline getiren özgün ve kalıcı bir müzik anlayışına sahip olmasıydı.
Tigran sesiyle sazıyla olduğu kadar kürt müziği üzerine yaptığı çalışmalarla da Kürt halkının gönlünde haklı bir yer edindi.
Sürgünlükte doğmuştu, yine sürgünlükte hayata veda etti. Vasiyetinde ata topraklarına gömülmeyi istese de ne yazık ki memleketi olan bir coğrafyaya gömülmesi “sakıncalı” bulundu. Diyarbakır’daki tarihi Ermeni mezarlığına defnedilecekti, vasiyetine karşın izin alınamayınca Brüksel’de Ermeni mezarlığına gömüldü.
O da Nazım Hikmet, Yılmaz Güney, Ahmet Kaya ve daha birçok hasretlik gibi sürgünde yatıyor şimdi.
Yaşamını yitirişinin 14. yıldönümünde Brüksel’deki mezarı başında ve çeşitli yerlerdeki etkinliklerle anılıyor. Emeğine, anısına saygıyla.