Şeyh Said Hareketi’nin 100. yılında torunu Kasım Fırat gazetemize konuştu:
‘Biz bir ulusuz’ dedi, ‘Toprağımız var, dilimiz var, kültürümüz var, aidiyetlerimiz var, inanç biçimimiz var, biz bununla yaşamak istiyoruz. Bu sizin bize biçtiğiniz kılıf, bize biçtiğiniz elbise bedenimize uymuyor’ dediler ve serhıldanı başlattılar. Ha koşulları neydi? Tabii çok sıkıntılı bir koşul içerisinde başladılar, kış ayıydı
Saliha Aras
Lozan’da Kürdistan’ın 4 parçaya ayrılıp statüsüz bırakılması hilenin, inkarın ve komplonun sonucudur. Yeni Türkiye’yi enkazdan kurtaran Kürtler Lozan ile ölüme mahkum edilir. 1924 Anayasası bu inkarın dili olacaktır. İşte tam da bu süreçte Şeyh Said ve arkadaşlarının başlattığı hareketin üzerinden 100 yıl geçmesine rağmen tartışılmaya devam ediliyor. Yeni kurulan cumhuriyetin Kürtlere uyguladığı inkar ve asimilasyon politikalarına karşı başlayan bu mücadelenin etkisi hala sürmektedir. Kürtlerin tarihsel hafızasında derin izler bırakan bu hareketin lideri Şeyh Said’i torunu ve aynı zamanda Şeyh Sait ve Dava Arkadaşları Derneği Başkanı M. Kasım Fırat ile konuştuk.
- Bu yıl Kürt toplumunda önemli bir yeri olan Şeyh Said Hareketi’nin 100. yılı. Bu hareketin başlama nedenleri nelerdi?
Şimdi diyorsunuz hangi koşullarda başladı. Şeyh Said Efendi’nin Halk Hareketi, İslami bir çerçevede de ulusal çerçevede de o dönem içerisinde lüzumlu olan, şart olan bir harekettir. Bir ülkede, bir bölgede veya bir toplulukta dili, kimliği, aidiyetleri, insanlığı, insani değerleri inkar ediliyorsa İslamiyet’e göre o topluluğun mücadele vermesi ve başkaldırması gerekiyor. Şeyh Said Efendi de 1924 Anayasasındaki çıkan kanunlara itiraz ederek ve Cumhuriyet’in Kürtlere bakış açısını değerlendirerek kendi halkıyla beraber, onun gibi inanan insanlarla beraber ve Kürt halkının bir ulus olduğunu, ona ait bir dili olduğunu ve onlara ait bir toprağın olduğunu düşünen insanlarla beraber bir mücadeleye girdi. Bunu bilerek, inanarak ve bu tevhidi bir buyruk olduğu için başkaldırı yaptı.
İkinci bir kısmı ise Şeyh Said bir Kürt’tü ve medresesi olan, kendilerine ait bir yaşam biçimi olan bir yapısı vardı. Bunu yaşamak istedi, yaşatmak istedi ama 1923 Eylül ayında çıkan yani Lozan’dan sonra çıkan yasalara muhalefet etti. “Biz bir ulusuz” dedi, “Toprağımız var, dilimiz var, kültürümüz var, aidiyetlerimiz var, inanç biçimimiz var, biz bununla yaşamak istiyoruz. Bu sizin bize biçtiğiniz kılıf, bize biçtiğiniz elbise bedenimize uymuyor” dediler ve serhıldanı başlattılar. Ha koşulları neydi? Tabii çok sıkıntılı bir koşul içerisinde başladılar, kış ayıydı. Bu yasaların çıkmasından sonra Ankara hükümeti tarafından Şeyh Said Efendi gibi önder konumunda olan insanları ve Kürt halkı içerisinde değerli olan, örgütlü olan insanları ifadeye çağırdılar Bitlis’e. Mesela Halit Bey. Miralay Cibranlı Halit Bey’i, Yusuf Ziya’yı, Şeyh Abdurrahman Şırnekî, Ali Rıza Yusuf Bey’in kardeşi, Kemal Feyzi, Hacı Musayê Koytî, bunlar hep saydığım kişiler Azadi cemiyetinin üyeleridir. Bunları ifadeye çağırdılar, bunların içerisinin yanında bir de Şeyh Said Efendi’yi de çağırdılar. Şeyh Said Efendi gitmedi. Tabii insanlar araya girmiş, kaymakamı görmüş, orada kimi amirleri görmüşler. Şeyh Said’in yaşlı olduğunu ve kış ayı olduğunu, şimdi gelemeyeceğini, yani izin verilmesini, ifadesinin alınmamasını söylemişler. Yaz oldu mu Bitlis’e gidip ifade vereceğini söylemişler ve bir şekilde Ankara’daki hükümeti ikna etmişler. Talimat gelmiş ve Hınıs Kaymakamı marifetiyle, şekli bir ifade alınmış. Şeyh Said Efendi’yi götürmek için de bir karar almışlar. Ama Şeyh Said Efendi kararlıdır. “Ben bu ceberut yapıya karşı, bu Nemrudi düşünceye karşı mücadele vermezsem hem Allah indinde hem toplumun indinde sorumlu olacağını” söylemiştir. Ve kararını vermiş, malını mülkünü, varlığını, çocuklarını, kardeşlerini, dostlarını, hepsine bilgi vererek ve onları da dahil ederek bir serhıldanı, bir mücadeleyi başlatmıştır.
- Hareket hangi koşullarda başladı ve nasıl sürdü?
Koşullar çok iyi değildi. Çünkü Şeyh Said Efendi askeri yapılar içerisinde örgütlenmemiş. Ticaret yapan, ders veren, entelektüel bir yapısı vardır. Kürtçe, Zazaca, Farsça, Arapça, Türkçeyi bilen, medresesinde ders veren ve İstanbul’daki matbuatın yani bu Sebillür Reşad gibi gazetelerin de mutlaka her ay kendisine gelip ve bunları hem medresede okutuyor hem de yorum yaptırıyordu. Yani entelektüel bir yapısı varmış. Ve kış ayında tabii zor şartlar altında evinden çıkmış ve yürümeye başlamış. O dönemde Azadi Cemiyeti Kürtler için o dönem umuttur, varoluş demektir. Azadi Cemiyeti üyeleri Cibranlı Halit Bey, Yusuf Ziya ve diğerleri tutuklanıp idam edilince Şeyh Said de Azadi’nin bayrağını devralır.
- Şeyh Sait Hareketi’nin başladığı ve yoğun olarak destek bulduğu yerler coğrafi bölgeler neresiydi?
Coğrafi olarak kapsadığı bölgeler yani Hınıs, Ağrı, Muş, Bingöl, Elazığ, Diyarbakır, işte Batman, bu Raman bölgesi, Bitlis. Yoğunluk olarak bu bölgede yaşanmıştır, başlatılmıştır, mücadele devam ettirilmiştir. Özellikle Bingöl, Diyarbakır arası o bölgede çok yoğun bir çatışma ve bir mücadele olmuştur. Şeyh Said Efendi hep kendi yandaşlarının, kendi askerlerinin önünde mücadele ve hareket ederek gitmiştir. Amacı da orada insanlara bilgi vermek, insanları bilgilendirmek. Manevi olarak ve ideolojik olarak başarmıştır. Ve Kürtler vardır mücadelesi devam etmektedir. Kürt halkı hala bedel ödüyor ve hala ayaklarının üzerinde duruyor.
- Diğer dini liderler ve kanaat önderleriyle ilişkisi nasıldı, harekete destek sağladılar mı?
Yani Şeyh Sait Efendi’nin dini liderler ve kanaat önderleriyle de ilişkisi hep iyi olmaya çalışılmıştır. Mesela Seyid Rıza’yla ilgili birçok yanlış beyanlar vardır. İşte evine gitmiş, kestiği hayvanın etini yememiş, bunlar hep safsata. Böyle bir şeyi Şeyh Said Efendi’ye yakıştırmak çok abes ve gülünçtür. Öyle bir şey olmamakla birlikte, Şeyh Said Efendi mektup da göndermiş ve Alevi ileri gelenleriyle çok yakın diyaloğu varmış. Hatta Şeyh Said’in yakın koruması ve ona özel hizmet eden bir Alevi zattır, şehittir o da. İsmi Çerkez’dir. Şeyh Said’in elbisesini giydiriyor, sigarasını, tütününü, suyunu, silahını zaman zaman taşıyor. O da Şeyh Said Efendi’yle beraber şehit ediliyor, idam ediliyor. Yine bir yakın korumalarından birisi Hamid derler, Hamid-i Malacendurme, o da Alevidir. O da Şeyh Said Efendi’yle beraber idam ediliyor ve çok yakın diyaloğu olan bir kişidir. Şeyh Said Efendi bütün Kürtlerin ileri gelenlerine, şeyh ve ağalarına mektup yazıyor. Mektupları ilk kongreden sonra, ilk kongreleri 4 Ocak’ta gerçekleşir. Şuşar diye bir mıntıka vardır, Tekman’ın köyüdür. Şuşar, Karlıova ile Tekman arasında bir köydür, büyükçe bir köy. 200 kişinin katılımı ile burada bir toplantı gerçekleşiyor. Bu katılımda ağalar da vardır, askerler de vardır. Selim Bey ağa, Halit Begi Heseni vardır. Ve orada bir sürü aşiretin ileri gelenleri, şeyhler vardır. Oradaki ilk toplantıda bir karar alıyorlar ve o karar da şudur ve kesin bir karardır; Bu mücadele bir cihattı. Erzurum’dan böyle at sırtından Piran’a geliyorlar. Kardeşi orada muhkimdir. Piran’a geliyor ve burada bin kişiye yakın katılımla bir toplantı yapıyor. Orada toplantı halindeyken bir müfreze vilayet tarafından gönderiliyor. Ve diyor ki burada: “Kaçaklar var. Biz bu mahkumları teslim almaya gelmişiz.” 5-6 tane mahkûm ismini söylemişler. Sonuçta oradaki subay veya askerler toplantıda bulunanlara büyük hakaretler, ağıza alınmayacak hakaretler ediyor. Ve silahını çekiyor. Sonuçta oradaki askerler 5-10 kişidir. Kimisi derdest ediliyor, esir oluyor. Kimisi de ölüyor. Ve Şeyh Said Efendi bu durumun yaşanmasından büyük üzüntü duyar. Ama şunu diyor, biz Allah’tan geldik, tekrar Allah’a rica edeceğiz. Yapacak bir şey yok diyor ve çıkıyor. Sıcak savaş başladıktan sonra Şeyh Said Efendi ünvanını değiştiriyor. Muhammed Saidü’l-Palevi, El-Amedi, Hatimü’l-Mücahidin imzasıyla mektuplarını yazıyor. Mücadele verenleri, savaşanları veya gerillayı mücahid olarak nitelendirip kendisini de onların hizmetçisi olarak addediyor. Ben onların hizmetkârıyım diyor. Ve o saatten sonra mücahidinin hizmetkarı olarak mücadelesine devam ediyor. Ve hedefinde Kürt meselesini anlatmak, izah etmek, Kürtlere izah etmek, Ankara’ya izah etmek, Ankara olmasa dünya, Birleşmiş Milletler’e anlatmak, onlara aktarmak istiyordu. Bizler de dünya insanları gibi yaşama hakkına sahibiz ve bu hakkımızı kullanmak istiyoruz diyordu. Bunu söyleyecekti ama sonuçta Bizans’ta oyun çok yani. Sistem bunu provoke ederek daha hazırlıksız, daha kötü bir mevsimde yakaladı ve maalesef olay bu şekilde gerçekleşti.
Mirası zulmün karşısında direnmektir
Kasım Fırat, hareketin yenilmesinden sonra yapılan yargılamanın hukuki olmadığını vurguluyor. Şeyh Said’in kendilerine ve Kürt halkına tertemiz bir miras bıraktığını, bu mirasın zulmün karşısında direnmek olduğunu belirtiyor. Kasım Fırat sözlerini şöyle bitiriyor:
“Hukuka uygun olmayan bir şekilde yargılandılar. Hâkimi, savcısı, avukatı olmayan bir mahkemede bir gecede karar verdiler ve infazını da aynı gece yaptılar. Yani insanlık dışı, hukuk dışı bir yargılama sonucu idam ettiler. Ama halka çok temiz, çok berrak, çok onurlu iz bıraktılar, bir hediye bıraktılar, bir veraset (miras) bıraktılar. Biz bugün de onun bize bıraktığı yolu, izi, onurla, şevkle sahipleniyoruz. Ve onun mücadelesine saygı duyuyoruz ve sahip çıkıyoruz. Ve Kürt halkı da bu şekilde beraber yürüyor. Şeyh Said Efendi gene hala vardır, bir halkın gönlünde yaşıyor. Dört parça Kürdistan’da da bu aynı şekilde de ayaktadır. Ve Şeyh Said’in hareketi, Şeyh Said ve dava arkadaşlarının başlattığı hareket, dört parçada önderlik ve mücadelenin başıdır, sembolüdür. Herkes bunu böyle görüyor, saygı duyuyor. Biz de bundan çok hoşnutuz ve bu mücadelenin onurlu bir mücadele olduğunu, insani bir mücadele olduğunu mutlaka ve mutlaka bir şekilde sonuca gideceğine inanıyoruz. Mirası bize nedir? Haktır, adalettir, insan olmaktır. Zulmün karşısında baş eğmemektir. Bize bıraktığı miras da budur. Bize mümkün mertebe bu mirası, sahip bir mirası, ben şahsım adına söylüyorum, bu mirasa sahip çıkıyorum. Haktan, adaletten, insanlık değerinden, inancımdan zerre kadar taviz vermemeye çalışıyorum, elimden geldiği kadarıyla. Ve gurur duyuyoruz, yani olay budur. Bu bir halkın da değeridir. Mezar yerlerimizi teslim almak için 100 sene üzerinden zaman geçmiştir. Sen idam etmişsin, hukuklu hukuksuz ayrı bir şey ama sonuçta bize vasiyeti var. Biz bu vasiyeti yerine getirmek istiyoruz ve mezarlarını teslim ediniz diyoruz.