Makinem ve telefonumdan bir hayır göremediğimi anladığım an hemen gözlerime ve kulaklarıma sarıldım. Bu anların fotoğrafı olmasa dahi mutlaka hafızası olması gerekiyordu, sizler de bu yazılanları o ana dair bir fotoğraf ya da görüntüye bakar gibi okuyun
Medine Mamedoğlu
Son iki ayda ülkenin yarısının barış umuduyla yarısının da ‘barış’ın ne demek olduğunu anlamakla geçtiği bu dönemde 15 Şubat sabahı Van halkı ile beraber bizler ‘barış’ın ne olmadığını net bir şekilde yaşadık. Kayyım atamalarının devam ettiği bu dönemde 11 Şubat günü Van Büyükşehir Belediye Eşbaşkanı Abdullah Zeydan’ın karar duruşması görüldü. Avukatların erteleme taleplerinin kabul edilmediği ve bilirkişi raporlarının verdiği karara rağmen Zeydan’a “yardım etmeye teşebbüs” suçundan 3 yıl 9 ay hapis cezası aldı. Verilen cezanın ardından Van halkı belediyenin önünde toplanmaya başlarken bizler de haber takibi için Van’a doğru yola çıktık. Biz varmadan ateşlerini yakan, çadırını kuran ve binlere ulaşan halk irade nöbetine başlamıştı. Binlerce kişinin katıldığı bu nöbet eylemi 4 gün boyunca devam etti. Her geçen gün daha da kalabalıklaşan kitle akşam nöbet ateşini yakıp etrafında çektiği halaylarla eşbaşkanlarının yanında durduklarını gösterdi. Sabah çorba içerek nöbet eyleminde güne başlayan, gündüz basın açıklamalarına katılan ve akşam da ateş yakarak ısınmaya çalışan yurttaşlar gece boyu yaktıkları ateşin etrafında battaniyelerle uykusuz bir şekilde kaldı. Sabaha karşı buldukları sandalye ya da mescitte uykuya dalan yurttaşlar arasında her yaştan insan vardı. Genç, yaşlı ya da hasta demeden belediye önündeki nöbete katılan yurttaşlar dört gün boyunca hem çadırları hem de yaktıkları ateşle sembol haline geldiler. İrade nöbeti kentteki halk için her akşam uğrayıp destek verdikleri, bütün kesimleri çeken bir alan oldu.
Nöbet eylemine katılan yurttaşlar başlattıkları eylemi, “Kaybedecek neyimiz kaldı, bıçak kemiğe dayandı” sözleri ile özetlerken, daha önce atanan kayyımların ise yarattıkları tahribatı anlatarak kendi oylarına sahip çıkmak için alanda olduklarını aktardı. Bizler de gazeteciler olarak ilk iki günü sabahlayarak geçirdik. İki günün ardından hem soru işaretlerinin hem de merakın başladığı kentte insanlar sanki ne olacağını biliyormuş gibi Cuma ve Pazartesi günlerini işaret ediyordu. Söylenilenin aksine kimsenin ağzından kayyım sözü çıkmazken, halkın nöbet eylemine olan yoğun ilgisi ise herkeste büyük bir umut yaratmıştı. Yağan kara ve soğuk havaya aldırış etmeden gece gündüz devam eden nöbet eylemi 15 Şubat sabahı yapılan müdahale ile sona erdi.
Müdahaleden yarım saat önce gittiğim belediye bahçesinde aynı ateşler yakılmış, yüzlerce yurttaş ateş başında duruyordu. Bahçeye vardığım gibi belediye binası önündeki polislerde bir hareketlenme olduğunu ve çevik kuvvet ekiplerinin belediye girişine doğru geldiklerini gördüm. Hareketliliğe slogan ile yanıt veren kitle belediye binasına geçtiği anda hiçbir uyarı yapılmadan bir anda nöbet alanına tazyikli su ve biber gazı ile müdahalede bulunuldu. Çekim yaptığımız belediye bahçesinde yoğun gaz kokusundan dolayı bizler de kendimizi belediye binasına attık. Belediye binasına girdiğimiz anda belediye binasının gazla dolu olduğunu ve birçok yurttaşın gazdan etkilenerek yere düştüğünü gördük. Biber gazının ardından plastik mermilerle hedef alınan belediye kapısı kırılırken içeride çok sayıda yurttaş ise plastik mermilerden dolayı yaralandı. Yaşanan müdahalenin ciddiyetini fark ettiğimiz an çekim yapmak için belediyenin ikinci katına çıktık. İlk iki kata kadar gelen plastik mermilerin sesleri ise bu süre içerisinde dakikalarca durmadı. İçerdeki yoğun biber gazının ardından yüzlerce çevik kuvvet gözaltı için belediye binasına girdi. Her katta onlarca çevik kuvvet bulunurken bizim bulunduğumuz başkanlık katına ise kapıyı kırarak girdiler. Milletvekilli Onur Düşünmez’in bütün çabasına rağmen kapıyı girerek içeri giren ekipler ilk olarak biz gazetecileri göstererek “Buraya gelin” dedi. Gazeteci olduğumuzu söylediğimiz anda katta bulunan gençlere doğru yönelen ekiplerin ardından bizler de gözaltıları çekmek için aşağı indik. Aşağıya indiğimiz esnada yurttaşların merdivenden itilerek ya da darp edilerek gözaltına alındığına tanık olduk. Belediyenin zemin katı bir savaş alanını andırırken hem başkanlık katı hem koridor hem de merdivende bulunan kan izleri yaşanan işkenceyi de net bir şekilde ortaya koyuyordu. Bu ana kadar fotoğraf makinesi ile çekim yapmaya çalıştığımız belediye binası çıkışında polisler tarafından durdurulduk. “Hemen basını alın” diyen bir sesin üzerine iki polisin kolumuza girmesi ile Rabia, Behçet ve Bilal’le beraber gözaltı aracına doğru götürüldük. Gazeteci olduğumuzu söylememize rağmen ilk olarak yapacağı kayıttan dolayı kameramızı kapatan polisler gözaltı aracına varmadan önce bizleri ters kelepçe işkencesine maruz bıraktı.
Ters kelepçenin ardından bir anda ne telefon ne de kamerama erişemediğim için çevremde olan biteni nasıl belgeleyeceğim derdine düştüm. Ne yapacağımı düşünürken önümde ve arkamdaki uzun gözaltı kuyruğuna baktığımda bizleri onlarca gözaltı aracının beklediğini gördüm. Müdahale sonrası dakikalar içinde belediye binası bariyerlerle ablukaya alınmıştı. Belediyede ne olduğunu bilememek ve o anları çekememek içimde büyük bir sıkıntıya neden olurken, aklıma bir anda merceksiz de bu işkence anlarını kayıt alabileceğim bir fikir geldi. Elimdeki bütün imkânları aldıklarını düşünenler gözlerimi unutmuştu. Makinem ve telefonumdan bir hayır göremediğimi anladığım an hemen gözlerime ve kulaklarıma sarıldım. Bu anların fotoğrafı olmasa dahi mutlaka hafızası olması gerekiyordu, sizler de bu yazılanları o ana dair bir fotoğraf ya da görüntüye bakar gibi okuyun.
Onlarca kişinin yer aldığı gözaltı kuyruğunda hemen önümde 60’lı yaşlarda burnu kan içinde kalan bir amca bulunuyordu. Sağımda ise boynu iki polis tarafından eğdirilen 20’li yaşlarında bir genç, arkamdan “başını eğ, eğ lan başını” sözleri tekrarlanırken biraz ileride ise yine 20’li yaşlarında ve yüzü kan içinde bir genç daha gördüm. Etrafımızda bulunan herkes darp edilerek gözaltına alınmış ve özellikle kafaları ve burunları hedef alınmıştı. Gözaltı aracına gittiğimiz esnada başı eğdirilmek istenen ve yüzü kan içinde kalan bir diğer gencin, “İstersen öldür ama senden korkmuyorum” sözlerini duyduğumuz esnada arkamızda gözaltına alınmak istenen bir yurttaş ise kriz geçirip bayıldı. Gözaltı aracına bindiğimiz esnaya kadar yerde tek başına kalan ve bacakları titreyen kişi dakikalarca yerde bekletildi. İçinde bulunduğumuz gözaltı aracına getirilen 4 gencin aynı şekilde yüzleri kan içinde dururken bir gencin de gözlerinin kıpkırmızı olduğunu fark ettim. Ne olduğunu sorduğumda bana, “Abla iki kişi kolumdan tuttu, iki kişi gözümü açmaya çalışıp biber gazı sıktı” sözünü kullanan genç sıkılan ters kelepçeden dolayı hareket dahi edemiyordu.
İçinde bulunduğumuz araçta değişim sonrası 12 kadın kalırken, polis amirlerinin araca bindiği gibi söylediği ilk şey, “Başınızı eğin” oldu. Bu sözden sonra başka bir polis araçta bulunan bir kadının bacağını ise “Neden bacak bacak üstüne atıyorsun” diyerek tekmeledi. Bütün bu işkence tanıklıkları ile çıktığımız yolda hastaneye doğru gidiyoruz. 7 gözaltı aracının bulunduğu hastanede belediye içinde bulunan bütün yurttaşların darp edilerek gözaltına alındığını anlıyoruz. Dışarıda ne olduğu merakı içimi kemirirken gözaltı aracında yan tarafımda bulunan bir polisin müdahale anında çektiğimiz görüntüleri izlemesiyle o tarafa döndüm. Görüntülere bakmaya çalıştığımı gören polisle aramda geçen diyalog ise şu:
P- “Ne olduğunu çok merak ediyorsun dimi?”
* “Gazeteciyim normal değil mi?”
P- “Gazeteciysen o saate orada ne işin var?”
* “Haber orada.”
P- “Habere gelirken haber oldun bak.”
*“Olabilir. Bu ülkede gazeteciler her gün haber oluyor.”
Bu diyalogun ardından yaşanan kısa süreli sessizliğin ardından başına aldığı darbe nedeniyle beyin tomografisi çeken bir kadının girişinde ise aynı polis yeniden konuşmaya başlıyor. “Ne oldu bitti mi tomografi, beyin bulabildiler mi?” sözleri ile sözlü şiddet uygulayan polise bir başka kadın polis ise, “Beyin olsaydı böyle mi yaparlardı” sözü ile karşılık veriyor. Bu süre içerisinde gazeteci arkadaşım Rabia Önver saatlerce ters kelepçeyle kaldı. Hastanede kelepçeli muayeneyi kabul etmediği için ise ne kelepçesi çıkarıldı ne de muayene edildi. Hem fiziki hem sözlü şiddete maruz bırakılan kadınlar arasında her yaştan kadın vardı.
Polisler kendi aralarında mesai tartışması yürütüp kendilerine neden izin verilmediğine tepki gösterirken bizler de emniyete doğru yola çıktık. Burada gözaltı işlemlerinin ardından bize istinat edilen suç kâğıdını imzalamamızı istediler. Belgede belediyeye kayyım atandığı, belediyedekilerin ikaza rağmen dağılmadığı, polise mukavemet yaptığı ve kamu malına zarar verdiği ifadesi yer alıyordu. Kayyım atanmadan saatler öncesinde yapılan gözaltı, darp ve müdahalede mağdur olan insanlar bu şekilde bir de suçlu gösterilmeye çalışıldı. Benim gibi onlarca kadın belgeyi imzalamazken işlemlerin ardından 12 kadınla beraber nezarete götürüldük. Aramadan geçtikten sonra gittiğimiz nezaret 3 bölümden oluşuyordu. Tahtadan bir oturağın yer aldığı nezarethanede de gün boyu yaşadığımız mağduriyetler devam etti. Gün boyu hiç yemek verilmezken talep ettiğimiz içme suyu ise saatler sonra ifadeye çıkarılmadan yarım saat önce getirildi. Yine avukatların alması için talep ettiğimiz ped ihtiyacımız ise giderilmedi. 6 kişi yan yana oturduğumuz nezarette bütün kadınlar olay anında yaşadığı işkenceyi ya da mağduriyeti dile getirirken ben de o anları nasıl kayda alamadığımı düşünüp sadece duvara bakıyordum. Dışarıda ne olduğu hepimizin en büyük merakı olurken, yaşadıklarıma rağmen o an orada bulunmanın hem mesleki hem de vicdani rahatlığı ile saatlerimi geçirdim. O anları kayda alamamış olsam da o anlara dair bir hafıza oluşturdum. Belgesi olmasa dahi bu hafıza hep benle olacak. Aynı gün benle birlikte ifade veren kadınlarla ifade verdikten sonra serbest bırakıldık. Serbest kaldıktan sonra ilk işim ise bu hafızayı bulduğum haber alanına bileğimdeki kelepçe izi ile yeniden gitmek oldu.