İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra kapitalist sistemin hegemonyasında bir kayma yaşandı ve ABD temel hegemonik güç oldu. Böyle olsa da ABD tüm Ortadoğu politikalarında şu anda da yaptığı gibi selefi İngiltere ile birlikte hareket etti. Bu ikiliye 14 Mayıs 1948’de kurulan İsrail de dahil oldu.
Aynı zamanda kapitalist modernite sisteminin hegemonik gücü olan bu üçlü, NATO bünyesinde Türkiye dahil bazı üye ülkelerde komünizmi önlemek için “Gladyo” denilen gizli bir örgüt kurdu. Kürt politikasını da bu örgüt eliyle yürüttü.
Sovyetlerin yıkılmasından sonra bazı ülkelerde bu örgüt feshedilse de Türkiye’de Kürt sorununun planlanandan farklı bir hal alması, komşu İran’da İslam devrimin yaşıyor oluşu, Türkiye’nin NATO için üstlendiği Ortadoğu’daki “jandarmalık” görevi, İsrail’in yalnız kalmama ve güvende olma zorunluluğu, petrol kaynaklarının ve işbirlikçilerin korunması gerektiği gerekçeleriyle feshedilmedi. Tüm bu nedenlerden ötürü Gladyo varlığını sürdürdü. Bu aynı zamanda Kürt sorunu konusunda asıl muhatabın kim olduğunu da gösterir.
Gladyo Kürt politikasını iki temel ayak üzerine kurdu: Birincisi, Barzani ailesi üzerinden Irak Federe Kürdistan Bölgesi merkezli işbirlikçilik geliştirilmeli ve Kürdistan’ın tümüne hakim kılınmalıydı. İkincisi, 1970’lerde Türkiye Kürdistanı’nda ortaya çıkan ama kendisini kısa sürede dört parçada da örgütleyen PKK tasfiye edilmeliydi. İç içe olan bu iki amaç, Gladyo’nun, yani kapitalist modernite sisteminin operasyonel gizli örgütünün Kürt sorununa yaklaşımıydı.
Sınıfsal farklılığı aşan bir dozajda PKK ile KDP’nin bu denli karşı karşıya gelmesinin temel nedeni de budur. Her iki güç de birer çizgi olduklarından ve kendilerini sadece tek bir parçayla sınırlamadıklarından aralarındaki mücadele sistemseldir, ideolojiktir ve aynı zamanda tüm Kürdistan’ı direkt etkilemektedir.
O nedenle bu iki parti arasındaki çelişkiler normal iki parti arasında yaşanan çelişkilere, çekişmelere hiç mi hiç benzemez. Birisi kendisini kapitalist modernite sisteminin dışında kurgular ve buna göre hareket ederken, diğeri Kürdistan’ın tüm demokratik dinamiklerini kapitalist modernite adına kontrole almakla görevlendirilmiştir. Birisi bağımsızlıkçı diğeri işbirlikçidir. Birisi açısından bağımsız kalmak ne kadar var oluşla ilgili ise, diğeri açısından da hegemonik güçlerle işbirliği yapmak, o denli var oluşla ilgilidir.
Nitekim her ikisi de Kürt olmasına karşın her iki partinin kapitalist modernite güçlerinin nazarında yerleri apayrıdır. Öncesi bir yana buna en çarpıcı örnek ise, 9 Ekim 1998’de başlayan ve 15 Şubat 1999’da PKK Lideri’nin esaretiyle sonuçlanan komplodur. Bu komplo o denli bir hegemonik güç planlamasıydı ki, dönemin Başbakanı Bülent Ecevit bile “Apo’yu bize neden verdiklerini anlamadım” demişti.
ABD-İngiltere-İsrail üçlüsü, yani kapitalist modernitenin hegemonik güçleri, Sovyetlerin yıkılmasından sonra Ortadoğu’ya yaptıkları müdahaleyi yeni bir evreye taşıma kararlılığındaydılar. Başta Irak olmak üzere bölge devletlerine Kürtler üzerinden dokunmak ve onları kendilerine bağlamak istiyorlardı. Yanı sıra Kürtler içinde de ulus-devletçi etkisi giderek azalan KDP çizgisini hakim kılmayı amaçlıyorlardı. Bunun için de milliyetçi olmayan, onun işbirliğine yanaşmayan, etkisizleştirilemeyen ve giderek bölgede daha etkili olmaya başlayan önderinin tasfiye edilmesi gerekiyordu. En özlü biçimde 15 Şubat komplosunun amacı buydu.
Şimdi aradan yıllar geçmesine rağmen kapitalist modernite güçlerinin, iki partiye olan yaklaşımlarına bakıldığında aslında komplonun hala nasıl da canlı olduğu hemen görülür. Hala komplonun ilk günkü amaçlarına ulaşabilmesi için çok yoğun bir mücadele veriliyor. Hala KDP Kürdistan’ın temel gücü haline getirilmek ve PKK de tasfiye edilmek isteniyor.
Barzani liderliğinin parlatılarak tüm Kürtlerin temsilcisi konumuna yükseltilmek istenirken, Sayın Öcalan’ın bir tabutluk sistemi olan İmralı’da tutulması bundandır. Sayın Öcalan’ın sesinin çıkmasına izin verilmemesiyle Barzani liderliğine alan açılması doğru orantılı bir denkleme bağlanmış durumda.
Kürt işbirlikçiliğinin merkez üssü haline getirilen Federe Kürdistan Bölgesi hegemonik güçlerce “korunup kollanırken”, Kürt direnişçiliğinin merkez üssü halindeki Türkiye Kürdistanı’nın soykırıma uğratılmasına destek olunması da bundandır.
KDP’nin Türk sömürgeciliği ağzıyla konuşması ve yanında saf tutması bundandır. İki gence verilen idam cezası bundandır. Kürt halkının en güncel talebi olmasına karşın ulusal birliğe KDP’nin gelmemesi ve kendisine bağlı partiler üzerinden parçalardaki birlik çalışmalarını sabote etmesi bundandır. ENKS özelde Afrin’de genelde Rojava’da o nedenle böyle davranıyor. Türkiye Kürdistanı’nda PSK, HAK-PAR ve PAK bu nedenle ittifaka gelmiyor…
Özcesi tüm bunlar ve daha pek çoğu büyük Gladyo komplosu amaçları kapsamında gelişiyor ve bunda rol alanlar Gladyo’nun parçasıdır.