Dünya büyük bir dönüşümün doğum sancılarını yaşıyor. Sancıların en ağır hissedildiği bölge ise Ortadoğu…
Bu dönüşüm bir kasırga gibi önüne çıkan her kuvveti darmadağın ederek ilerliyor. Yüz yıllık Sykes-Picot, seksen yıllık Soğuk Savaş, 35 yıllık tek kutuplu dünyadan arta kalan her şeyi dönüşüme zorluyor. Sykes-Picot’un “nomos” saydığı ulusal sınırlar değişiyor. Toprak talepleri ve işgalleri gerçekleşiyor. Devletler yıkılıyor veya yeniden organize ediliyor. Yüz yıllık “nomos” yerini kaosa ve yeni bir nomosun çağrılmasına bırakıyor.
Bu dönüşümden rejimler, ideolojiler, doktrinler, resmi tarih ve siyaset tezleri etkileniyor. Türkiye’de de rejim, siyasi partiler, ideolojiler-doktrinler ciddi ölçüde nasibini alacak.
Kemalizm ve çağdaşlık paradoksu
Kemalizmin devletli bir ideoloji-doktrin olarak son majör restorasyonu 12 Eylül darbesiyle yapıldı. 2000’li yıllardaki Cumhuriyet Mitingleri, Ergenekon Süreci ve etrafında gelişen siyasal olaylarla Kemalizmin ekseni bir kez daha “aşırı ulusalcı” tona doğru geçiş yaşadı.
Bu süreçlerde Kemalizm açısından öz aynı kaldı. Kabuk değişti. Aynı öz bugün de kendisine kamusal temsiller buluyor. Bunun en bariz ifadelerinden biri Fikret Bila tarafından dile getiriliyor: “Bir asırdır Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti’nde demokratik, laik, üniter, ulus devlette çağdaş biçimde yaşan halkın, çok uluslu, ümmetçi bir yönetime “hayır” diyeceği de çok açık.”
Buradaki akıl, ümmetçilik korkusu üzerinden tekçilikte ısrar; çok uluslu, kimlikli, inançlı herhangi bir ortaklık ihtimalini reddediyor. Çünkü bu akıl, “biz ümmetçilik istemiyoruz ama farklı kimlikleri eşitlik ve demokrasi temelinde kabul ediyoruz” demiyor.
Kemalizmi bir tabu olarak kabul etmeyen herkes Bila’nın bahsettiği gibi demokratik ve laik bir sistem olmadığını bilir. Cumhuriyet demokratik olmadı. Hep devletçi eğilimlerle beslendi ve bu eğilimlere karşı demokratik eğilimlerin mücadelesine sahne oldu.
Cumhuriyet ve ulus-devlet demostan hep korktu, halklara-çokluğa karşı hep negatif tutum takındı. Laiklik meselesi ise bir tabu olarak hep kaldı ama öz itibariyle -Diyanet İşleri Başkanlığı’nda gördüğümüz gibi- dini devletin hizmetine koştu.
Güncel Kemalizm hem tarifi hem de arka planda sakladığı eşit olma korkusuyla -Bila’nın söylediğinin aksine- çağdaş değildir. Çağ dışıdır.
Cumhuriyet, kurulduğu dönem için ilerlemecilik, pozitivizm, merkezi ulus-devlet, anayasa gibi bağlamlar üzerinden demokratik ve özgürlükçü olmayan ama zamana uygun sayılabilirdi, belki. Fakat günün “çağdaş”lığında çağın çok gerisinde olduğuna şüphe yok.
Kemalizmin çağdaşlık paradoksu, yüz yıl önceki çağdaşlık kriterlerinin bugün hâlâ geçerli olduğunu kabul etmesinde yatar. Zamanı dondurmak ve 1930’lardaki Kemalist akılda ısrar etmek çağdaşlık değildir. Çünkü çağ hep değişir, çağdaş olmanın şartı değişime ayak uydurmaktır.
Kemalizmin sıratı: Ulus-devletçi paradigmanın aşılması
Kemalizm, aşırı ulusçu ideolojik içeriğe ve katı ulus-devletçi egemenlik formuna sıkı sıkıya bağlıdır. Dünyada ve Ortadoğu’da 90’lı yıllarla birlikte ulus-devletçi paradigma aşınmaya başladı. Reel-sosyalizmin yıkılışı, AB sürecinin hız kazanması, Körfez savaşının Ortadoğu’ya etkileri gibi birçok siyasal olay, ulus-devletçi paradigmanın ve ulusçu ideolojinin sorgulanmasını hızlandırdı. Buna rağmen Türkiye’de Kemalizm tüm tonlarıyla ulus-devletçi egemenlik formunda ısrar etti.
Fakat Ortadoğu’da uzun süredir devam eden dönüşüm, 7 Ekim ve sonrasında yaşananlarla büyük bir ivme kazandı. Sykes-Picot ile bölgeye biçilen ulus-devletçi egemenlik formunun sürdürülemeyeceğini bugünlerde birçok politik özne görüyor, dillendiriyor, yeni bir form arıyor.
Kemalizm nasıl çağdaş olur?
Kemalizmin “çağdaş” olması için 21. Yüzyılda yeni şeyler düşünmesi ve yeni şeyler söylemesi kaçınılmazdır. Geçmişiyle yüzleşemeyen, ilerlemeci ve pozitivist fikirlerden arınamayan Kemalizmin yeni bir başlangıç yapması imkansızlaşır. Dönüşüm için ulus-devletçi paradigma içinde “muhafazakarlık-sağcılık-liberalizm”den ödünç alınan eklektik siyaset yeterli değildir. Bugün Kemalizmin güncellenmeye ve “çağdaşlaşma”ya ihtiyacı vardır. Batı merkezli bakış ve var oluş hali Kemalizmin jeo-politik sefaletiydi. Bu sefalete son verilmesi gerekir.
Yine sosyal demokrasi ile ulusçu ekonomi-siyaset arasında yüz yıllık salınım artık evrensel olanı açıklayamıyor. Bu sebeple evrensel bir perspektifinin üretilmesi, neoliberalizmin ve ulusçuluğun yıkıcılığına karşı alternatif ve gerçekçi öneriler getirmesi önemli bir bağlamdır.
Kemalizmin gerçek demokrasi ve özgürlükçü laiklikle barışması, kendi geleceğini kurtarmasının önünü açabilir. Bu ön açıcı hali üretmek için siyaseti ve toplumu aynılık üzerinden okumaktan vazgeçerek “fark” kurucu ve belirleyici yaklaşım olarak esas alınmalıdır. Son olarak ifade edebiliriz ki, CHP’nin geleceğini de bu dönüşüm süreci ve dinamikleri belirleyecek.