Fatih Akın’ın 2015 tarihli Kesik filmi, Nazaret Manugyan adlı bir genç adamın yüz yıl önce gerçekleştirdiği epik yolculuğu, Ermeni kırımı ve diasporanın oluşumu hikayelerine paralel olarak anlatır. Tehcir sırasında Nazaret, bir grup Ermeni’yle birlikte bir çetenin eline düşer. Herkes öldürülürken şans eseri ya da celladının yaptığı bir “iyilik” sonucu hayatta kalır. Cellat, boğazına bir kesik atar ve Nazaret ölmek yerine bayılır. Katliamdan sağ kurtulmuştur. Ama bu kesik, onun konuşma melekesini ortadan kaldırmıştır. Yani “kesik” Ermeni’yi canına karşılık ömür boyu suskunluğa mahkûm etmiştir.
Hrant Dink’in “suçu”, 1996 yılında Türkiye’nin Ermenice ve Türkçe olarak yayınlanan ilk haftalık gazetesi olan Agos’u kurmuş olmak olsa gerekir. Agos, bu Kesik’e bir isyandır. Karşılığında, o “cellat” yarım bıraktığı işini tamamlamıştır belli ki.
19 Ocak 2007’de bir cinayet işlendi ve hala karanlıkta. Birçok siyasi suikastta olduğu gibi bu davada da adaletin yerini bulması değil gerçeklerin örtbas edilmesi asıl amaç gibi görünüyor. İki aşamalı yargılama süreci, siyasi iktidarın rakiplerini tasfiyeye, hatta bu iki rakip gücü (“derin” ve “paralel” devletler ya da “Ergenekon” ve “FETÖ”) sırayla birbirlerine tasfiye ettirmesine vesile olmuş görünüyor.
Hrant Dink’in cenazesinin “Hepimiz Ermeniyiz” sloganıyla büyük bir İstanbul yürüyüşüne dönüşmesi, Agos girişiminin olumlu bir meyvesi olarak görüldü ama 2007’den bu yana çok şey değişmedi. Hatta o cinayetle verilen derin gözdağının etkili olduğu da söylenebilir. Türkiye’de Ermeniler ve diğer Hristiyan azınlıklar, güvenlik kaygıları içinde hayatlarını sürdürmeye çalışıyorlar. Birçok kişi kendini doğuştan itibaren “rehine” olarak hissederek yaşadıklarını ifade ediyor. Lozan’da azınlık statüsü olmayan Kürtler de öyle. Öte yandan “Ermeni soykırımı” tamlamasını, başında “sözde” öneki kullanmadan telaffuz etmek hala en büyük suçlardan biri. Oysa inkâr sürdükçe kırım da devam ediyor: Ermeni aydınlar, kabul ve yüzleşme olmadıkça 1915’in bitmeyen bir süreç olduğunu ısrarla ifade ediyorlar.
İngiliz gazeteci Robert Fisk de benzer bir düşünceyle, cinayetin ardından Hrant Dink için “Ermeni soykırımının 1.500.001’inci kurbanı” tanımını yapmıştı. Hrant Dink’in mücadelesinin Ermeni toplumunu ilk kez görünür olmaya çağırmak gibi önemli bir boyutu var. Aynı zamanda, bu hak mücadelesini Türkiye’nin demokratikleşme mücadelesiyle diyalog ve dayanışma rotasına oturtma çabası içinde olduğunu da gördük. Bu tespitleri “derin katiller” de yapmış olmalılar ki bir dizi siyasi dava, tehdit ve linç kampanyasının ardından o cinayeti işlediler.
Hrant Dink’i saygıyla anıyoruz; mücadelesi mücadelemizdir.