DBP Eş Genel Başkanı Keskin Bayındır ile Abdullah Öcalan’ın Demokratik Toplum Çağrısı’nı ve ulusal birliği konuştuk:
Devlet samimiyetini attığı somut adımlarla kanıtlayabilir. Bu kapsamda atılacak ilk adım Sayın Öcalan’ın özgürlüğü olmalıdır. Tabi atılacak başlıca adımlardan bir diğeri de hasta tutsaklar ve siyasi tutsakların bırakılması olmalıdır
Selman Çiçek
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın Demokratik Toplum Çağrısı ve sürece dair tartışmalar yoğunlaşıyor. Sürecin ilerlemesi için şimdiye kadar somut bir adım atılmazken, beklentiler artıyor. Kürt kamuoyu, Abdullah Öcalan’a ilişkin umut hakkı düzenlemesi ile özgürlüğünü isterken, bunun sürecin de garantisi olacağı düşüncesi hakim. Başka birçok demokratik adım beklenirken, AKP’nin somut adıma henüz yönelmemesi kuşku yaratıyor. Geçtiğimiz günlerde Abdullah Öcalan’ın mesajını Federe Kürdistan’a ileten heyetin içinde yer alan DBP Eş Genel Başkanı Keskin Bayındır, birçok görüşme gerçekleştirdi. Bayındır, hem çağrının bölgesel etkilerini hem de Kürt ulusal birliğine etkilerini gazetemize değerlendirdi.
- Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın 27 Şubat’taki Demokratik Toplum Çağrısı neden önemli ve o çağrının Kürdistan ve Ortadoğu’daki gelişmelere ne gibi etkisi oldu?
Sayın Abdullah Öcalan’ın 27 Şubat’taki Demokratik Toplum Çağrısı, Kürt halkının geçmişten günümüze sürdürdüğü özgürlük ve demokrasi yolculuğunun dönüm noktalarından biridir. Tabi sadece Kürt halkı için değil aynı zamanda Ortadoğu’daki diğer tüm halklar açısından bir dönüm noktasıdır. Çünkü, Sayın Öcalan, tarihsel olarak Kürtlerin yalnızca siyasi ve kültürel haklarını değil, aynı zamanda tüm halkların demokratik bir toplumda eşit bir şekilde yer almasını savunmaktadır. Her ne kadar kamuyou tarafından “silahların bırakılması” daha çok gündemleştirilse de, çağrıda yer alan temel ilkeler, sadece silahların susmasını sağlamakla kalmıyor, aynı zamanda halklar arasında onurlu bir barışı, eşitliği ve özgürlüğü sağlamak adına tarihi yol haritası sunuyor.
Yani, 27 Şubat çağrısı, Kürt halkının sadece kendine özgü haklarını değil, tüm Ortadoğu halklarının geleceğini güvence altına alıyor. “Silahları susturun, barışı inşa edin” mesajını barındıran bu çağrının, demokratik bir çözüm sürecini, daha adil bir toplum düzenini ve herkesin eşit haklara sahip olduğu bir yapıyı esas aldığını gözardı etmemek gerekiyor.
Bu hamlesi ile Sayın Öcalan, Ortadoğu’daki küresel dengeleri ve de toplumsal yapıyı dönüştürme gücüne sahip bir strateji sunmuştur. Bunu aynı zamanda bir fırsat olarak de değerlendirebiliriz. Tarihi bir fırsata kapı aralayan bu adım, aynı zamanda Kürt halkının kültürel ve kimliksel haklarının güvence altına alınmasını ve diğer halklarla da eşit bir şekilde barış içinde yaşamaları için ihtiyaç duyulan zeminleri de sağlıyor. Kendisinin ve mücadelemizin de esas aldığı demokratik toplum anlayışı, farklı etnik ve dini kimliklerin eşitlik ve özgürlük temelinde yaşadığı bir toplumsal düzenin kurulmasını üzerinedir. Bu bizler için bir kıssastır. Ve bu kıssas, özellikle Kürt halkının haklarını ve özgürlüğünü savunan bir yaklaşım olarak Ortadoğu’nun demokratikleşmesi adına büyük bir adım olarak değerlendirilmelidir.
Şüphesiz, 27 Şubat çağrısı, henüz ilk dönemlerini yaşasa da daha şimdiden, gerek Türkiye gerekse de Kürdistan ve Ortadoğu siyasetini önemli önemli etkilemiş durumda. PKK bu çağrıye esas alarak bölgedeki diğer halklarla barışçıl bir çözüm için diyalog geliştirmeye dönük önemli bir adım attı. Bu tutum, Kürt sorununu ve Ortadoğu’daki diğer sorunların çözümü için önemli bir zemin yaratmış oldu. Yani, Sayın Öcalan’ın bu adımı ile Ortadoğu’da barış, eşitlik ve adaletin tesis edilmesi için de önemli bir temel atılmıştır.
- Bu tarihi çağrının ardından hem 8 Mart’ta hem Newroz’da hem de son olarak Amara’da milyonlar alanlara indi. Tabi, Rojhilat ve Rojava’da milyonların alanlara indiğini gördük. Halkın bu sürece yoğun katılımını çağrının sahiplenildiği şeklinde mi okumak gerekir, halk; tarihi çağrıya meydanlarda nasıl bir mesaj verdi?
27 Şubat’taki “Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı”nın geleceğini iktidar ve devletin atacağı adımlar kadar toplumun nasıl sahipleneceği de belirleyecektir. Toplumun barış ve demokratik toplum ısrarı ve kararlılığı çağrıyı güçlendirecek ve sürece ivme kazandıracak temel faktörlerden biridir. Bu nedenle çağrının toplum tarafından Türkiye ve Kürdistan halkları tarafından sahiplenmesi kritik önemdedir. Nitekim, çağrının yapıldığı 27 Şubat günü ve sonrası ortaya çıkan tablo barışın ve çözümün geleceğine olan umudu güçlendirdi.
Çağrı sonrası Kürt halkı başta olmak üzere Türkiye ve Kürdistan halkları tarihsel anlamda büyük bir duyarlılık ve yoğun bir katılım göstererek alanlara indi. Bu duruş, çağrının sahiplenildiğinin en güçlü göstergelerindendir. Bu sahiplenişi özellikle de önce 8 Mart ardından da Newroz kutlamaları ve son olarak da Amara yürüyüşünde gördük. Böylesi tarihsel dönemeçlerde milyonların çözüm için sokaklara dökülmesi, halkın bu çağrıya olan bağlılığını ve inancını ortaya koyduğunu gösteriyor. Yani, tarihsel çözüme halk tarihsel düzeyde destek veriyor. Halkın çözüm iradesine bu denli destek vermesi aynı zamanda kendisini ifade etme biçimi olarak da görmek gerekiyor. Toplum tarafından gelişen bu tutum, Sayın Öcalan’ın çağrısına olan güçlü bir yanıt, çözüm sürecine dair toplumsal bir iradeyi ifade etme biçimidir. İktidarın tersine halk ne istediği noktasında daha kararlı ve bunu da “Biz barışı istiyoruz, biz özgürlüğü istiyoruz, biz eşitlik istiyoruz!” mesajıyla net bir şekilde dile getiriyor. Tabi bu toplum tarafından gelişen bu tutum ve kararlılık aynı zamanda tüm Ortadoğu’nun barış, eşitlik ve özgürlük mücadelesinin bir yansımasıdır. Rojhilat’an Başûr’a, Rojava’dan diğer birçok bölgeye kadar halk ve siyasi iradelerin çağrıyı olumlu karşılamaları ve bu yönlü katılımları çağrının yalnızca Kürt halkı içinde değil, tüm Ortadoğu halkları arasında yankı bulduğunu gösteriyor.
- Çağrının üzerinden 40 güne geçmesine rağmen PKK ateşkes ilan ederken devlet bir adım atmadı. Devlet neden adım atmıyor? Kürt Özgürlük hareketi tarafında güçlü bir birliktelik varken, toplumun büyük bir çoğunluğu benimserken, dış ülkeler olumlu bulurken devlet tarafında bir kırılma mı var? Bu adım atmamayı bir oyalama olarak mı değerlendiriyorsunuz yoksa iktidar çağrının siyasi sonuçlarını mı değerlendiriyor?
Sizin de belirttiğiniz gibi çağrının üzerinden haftalar geçti. Ancak buna rağmen ve PKK tarafından ateşkes ilan edilmesine karşın, iktidarın ve devletin hala herhangi bir somut adım atmaması, büyük bir soru işareti yaratmaktadır. Bu durum, hem devletin Kürt meselesine yaklaşımını hem de çözüm sürecindeki tutumunu yeniden tartışmaya açtığı gibi, sorgulamamıza neden olmaktadır.
Şuana kadar herhangi bir adım atılmamasına ilişkin birçok yorum getirilebilir. Bu durum bir oyalama stratejisi olarak değerlendirilebilir. PKK ateşkes ilan ederek çözüm sürecine dair olumlu niyetini beyan etti, kendisi açısında tarihi bir adım attı. Ancak, iktidar veya devletin bu adımı karşılıksız bırakması, süreci tıkamaya dönük bir girişim olarak dikkat çekiyor. Adım atmama durumu bir devlet stratejisi olarak de düşünülebilir. Biz bir bu tutumu barış ve diyalog arayışını engelleyen bir yaklaşım olarak okuyoruz. Çünkü, AKP iktidarının ve devletin bu fırsatı değerlendirmemesi, hem içerideki toplumsal dinamiklere hem de uluslararası camiaya karşı olumsuz bir mesajdır. Halkın büyük bir kesimi tarafından benimsenen barış çağrısını görmezden gelinmesi, demokratik bir çözüm için büyük bir kayıp anlamına gelir. Benzer şekilde birçok olasılık söz konusu. Devletin bu durumu, çağrının siyasi sonuçlarını değerlendiren bir taktik olarak görmesi de bu olasılıklardan biri olarak dikkat çekiyor. Siyasal iktidar, çözüm adına herhangi bir adımın atılmasının, aleyhte politik güç dengesini değiştirebileceğini ve mevcut iktidar yapısını tehdit edebileceğini düşünebilir. Demek istediğim, şu ana kadar herhangi bir adım atılmamışsa bu durum siyasi bir hesabın sonucu olabilir. Yapılan hesaplar çerçevesinde iktidar, süreci tam anlamıyla sahiplenmek yerine, muhalefetin ve toplumsal dinamikleri gücünü sınamayı tercih edebilir. Ancak unutmamak gerekir ki bu gibi hesaplar iktidarın sadece kısa vadeli çıkarlarını koruyabilir. Çünkü Kürt sorunu bu denli siyasi hesapların veya çıkarların çok daha ötesinde derinlikli ve toplumsal bir meseledir. Bu fırsatın değerlendirilmemesi sadece toplumsal barışı değil, aynı zamanda ekonomik ve demokratik reformlara da set çekiyor.
Öyle görünüyor ki iktidar ve devlet aklı sürecin siyasi sonuçları üzerinden bir kararsızlık yaşıyor. İktidar elindeki gücü ve siyasi konumunu kaybetme endişesi yaşarken, devlet aklı da çözüm sürecinin sonlanmasının ardından değişebilecek güç dinamiklerini, ülke içindeki toplumsal yapının nasıl şekilleneceğini göz önünde bulunduruyor olabilir. Tüm bu olasıklar veya siyasi hesaplar gerek iktidarın gerekse de devletin sürece ilişkin adım atmamasının arka planını oluşturuyor. Maalesef süreci tıkatan bu tutum, hem Türkiye’nin demokratikleşme sürecini engellemekte hem de bölgedeki barış umutlarını tüketmektedir.
- Devletin bu çağrı karşısında samimiyetini hangi adımları attığında görebiliriz? Tecrit ve hasta tutsakların durumu devam ediyor. Sürecin başarısı için elzem olarak hangi adımlar atılmalı?
Devletin, Abdullah Öcalan’ın Demokratik Toplum Çağrısı’na karşı samimiyetini, attığı somut adımlarla kanıtlayabilir. Bu adımlar, yalnızca barış sürecinin devamı için değil, aynı zamanda Türkiye’nin demokratikleşmesi, toplumsal barışın sağlanması ve Kürt halkının haklarının tanınması için de kritik öneme sahiptir.
Bu kapsamda atılacak ilk adım Sayın Öcalan’ın özgürlüğü olmalıdır. Kendisinin fiziki özgürlüğü şahsi bir sonuç olarak görülmemelidir. Sayın Öcalan’ın özgürlüğü, sabote etme girişimlerine karşı sürecin sağlıklı yürümesi ve selameti adına kritik önemdedir.
Bugün hala devam eden tecrit, devletin şuana kadar barış ve çözüme karşı gerçek bir irade göstermediğini açığa çıkarıyor. Sayın Öcalan’ın şahsında halkların barış ve demokrasi talepleri tecrit ediliyor. Kendisini düşünceleri ve çağrıları bugün geniş kesimler tarafından dikkat alınıyor ve sürecin başat aktörü olarak kabul görülüyor. Bu nedenle tecridin sonlanması çözüm sürecinin gerçek anlamda başladığının göstergesi olacaktır. Dolayısıyla, AKP iktidarı eğer çözüme dair bir samimiyet ortaya koymak istiyorsa atacağı somut adımların başında Sayın Öcalan’ın özgürlüğü gelmelidir.
Tabi atılacak başlıca adımlardan bir diğer de başta hasta tutsaklar olmak üzere siyasi tutsakların durumuna ilişkin olmalıdır. Özellikle hasta tutsakların durumu ülkedeki adalet ve insan hakları sisteminin nasıl işlediğine ilişkin önemli ipuçları veriyor. Devletin, hasta tutsakların serbest bırakılması konusunda somut adımlar atması, hem adaletin sağlanması hem de toplumsal barış için atılacak önemli bir adımdır. Bu tür adımlar, devletin demokratikleşme yönündeki samimiyetini ortaya koyacaktır.
Bu adımların yanı sıra, iktidarın barışçıl ve demokratik çözüm için müzakerelere açık olması gerekiyor. İktidarın bu çağrıya karşılık vererek, siyasal ve toplumsal tüm dinamiklerle somut görüşmeler başlatması gerekiyor. Özellikle de süreci parlamentonun çatısı altına taşıması bu anlamda kritik önemdedir.
Anayasal zeminde hareket edilerek, adımlar atılmalıdır. Atılacak her adımın, Kürt halkının kültürel, siyasi ve toplumsal haklarını tanıyacak reformlarla desteklenmesi gerekmektedir. Bu reformlar, sadece Kürt halkının sorunlarının çözülmesini sağlamakla kalmamalı, aynı zamanda Türkiye’nin demokratikleşme sürecine de katkı sağlamalıdır.
Avrupa Birliği, Birleşmiş Milletler ve diğer uluslararası aktörler, bu sürecin sağlıklı bir şekilde ilerlemesine katkı sağlayabilir. Özetle; tecridin sonlandırılması, hasta tutsakların serbest bırakılması, müzakerelere başlanması, demokratik reformların hayata geçirilmesi ve uluslararası iş birliği bu sürecin en temel adımlarıdır. Bu adımlar, devletin samimiyetini ve barışa yönelik gerçek bir irade gösterdiğini ortaya koyacak, aynı zamanda halkın çözüm sürecine olan güvenini pekiştirecektir.
- Yakın zamanda Güney Kürdistan’a iki defa gittiniz, çeşitli görüşmeler yaptınız. Bu çağrının Kürt ulusal birliğinde ne gibi bir etkisi oldu, ne gibi dönüşler aldınız?
Evet yakın zamanda DEM Parti’den bir heyetle birlikte Federe Kürdistan’a iki ayrı ziyaret gerçekleştirdik. Her iki ziyaret kapsamında siyasi partilerin yanı sıra aralarında STK’ler, aydın ve akademisyenlerin, birbirinden değerli şahsiyetlerin yer aldığı bölgenin toplumsal dinamikleriyle önemli temaslarda bulunduk. Gerçekleşen tüm temaslarda sürece ilişkin aktarımlarda bulunduk, kendilerinden sürece dair fikir ve öneriler aldık. Tüm bu görüşmelerde bizlere yapılan geri dönüşler, yapılan değerlendirmeler ve yaklaşımlar şunu gösterdi; Sayın Öcalan’ın çağrısı hem Kürt ulusal birliği açısından hem de çözüm süreciyle ilgili önemli bir dönemeç niteliğindedir. Bu nedenle sürecin, Kürt halkının farklı parçaları arasında daha güçlü bir dayanışma ve ortak bir hedef etrafında birleşme noktasında büyük bir etkiye sahip olduğunu belirtebiliriz. Görüşmelerde ortaya çıkan görüşler ve aldığımız dönüşler, Kürt halkının barış ve özgürlük için bir araya gelme isteği adına bizlere umut verdi. Temasa geçtiğimiz tüm kesimler bu çağrının arkasında durarak, hem Kürt halkının özgürlük mücadelesinin hem de Ortadoğu’daki barışın sağlanmasının önünde bir engel olmaması gerektiğini belirttiler. Bu durum, Kürt ulusal birliği adına da önemli bir adım oldu. Kürtlerin bugün her zamankinden daha fazla birlik ve beraberliğe ihtiyaç duyduğunu belirtmek gerek. Bu nedenle, tüm temaslarda ortaya çıkan tablo gerek Kürt Ulusal Birliği gerekse de Kürt halkının değerlerinin güvence altına alınması noktasında bizler için sevindirici ve umut vericidir.
Sonuç olarak, Sayın Öcalan’ın çağrısı Kürt halkının birliği ve ulusal bir çözüm için ortak bir zemin oluşturdu. Şimdi halk, siyasi temsilciler ve uluslararası kamuoyu, barış ve özgürlük yolunda adım atılmasını bekliyor. Kurdistan’daki destek ve kararlılık, Kürt halkının bütünlüklü bir şekilde barış sürecini sahiplenmesinin ve özgürlük mücadelesini ileriye taşımasının göstergesidir.