Bugün KESK’in 30 yıllık yürüyüşüne bakmak, aslında Türkiye’nin emek, demokrasi, barış ve özgürlük mücadelesinin aynasına bakmaktır. Bu aynada acılar, yaralar, büyük bedeller olduğu kadar umudun hiç sönmeyen ışığı da görünür
Hamit Kurt
Türkiye’nin emek ve demokrasi tarihinde silinmez bir iz bırakan Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK), bugün direnişle örülmüş 30 yıllık yolculuğunu kutluyor. Bu 30 yıl, yalnızca bir örgütün ayakta kalma çabası değil; bir halkın umuda tutunma direnci, karanlığa teslim olmama iradesi ve sayısız yüreğin yan yana durarak yazdığı bir onur destanıdır. KESK’in tarihi, bedelleri ağır ödenmiş bir geleceğin inşa edilme çabasıdır.
Bu yolun taşları hiçbir zaman kolay döşenmedi. KESK’in yürüyüşü, yasakların gölgesiyle, baskıların ağırlığıyla, gözaltıların soğuğuyla ve zindanların karanlığıyla sınandı. Yolun başından itibaren yalnızca işini, ekmeğini, onurunu savunduğu için onlarca emekçi yaşamını yitirdi; kimileri hâlâ aydınlatılmamış faili meçhul cinayetlerde aramızdan koparıldı. Binlercesi işinden edildi, sürgün edildi, cezalandırıldı. Biber gazının içinde yere düşenler, adalet ararken kapı kapı dolaşanlar, baskıların sessiz çığlığını bedeninde taşıyanlar… Hepsi bu hikâyenin suskun ama sarsılmaz kahramanlarıdır.
Bu ülkenin barış umudunu hedef alan acıların en büyüğü olan 10 Ekim’de kaybedilen canlar da KESK’in hafızasında derin bir yer tutuyor. O gün, bir arada, barış içinde eşit ve özgür yaşama dair en temiz niyetlerle bir araya gelenlerin katledilmesi, bu mücadelenin ne kadar zor, ne kadar kıymetli olduğunu bir kez daha hatırlattı. Bu acının ardından KESK, bir adım bile geri atmadan barış talebini daha yüksek bir sesle savunmaya devam etti.
KESK’i güçlü kılan, tüm bu acılara rağmen çelikleşmiş iradesinden bir milim bile vazgeçmemesidir. Karanlık zamanların en ağır bastığı anlarda bile “Bu ülkenin geleceği aydınlık olacak.” diyen toplumsal vicdanın ayakta kalma mücadelesidir. Çünkü KESK, yalnızca bir sendika değildir; emeğin alın terinden doğan adalet arayışının sesi, demokrasiye yaslanan özgür bir yaşamın inadı, savaş naraları arasında bile barışın fısıltısını duyuran cesaretin adıdır.
KESK’in mücadelesi, yalnızca emekçilerin değil, toplumun tamamının adalet özlemini taşır. Grev hakkının, güvenceli istihdamın, insanca yaşayacak bir ücretin ekonomik bir talep olmaktan çıkıp insan olmanın gereği olduğunu haykırır. Aynı zamanda toplumcu bir sendikal anlayışıyla, bu mücadelenin yalnızca insanlar için değil, tüm canlılar için olduğuna inanır. Doğanın talanına, yaşam alanlarının yok edilmesine karşı ekolojik bir sorumluluk üstlenir; suyun, toprağın, ormanın, havanın hakkını savunmanın da sınıfsal bir mücadele olduğunun farkındadır. Çünkü KESK için yaşam, yalnızca insana değil, yeryüzünü paylaşan tüm varlıklara saygıyla mümkün olur.
KESK, farklı kimlikler, inançlar, diller ve yaşam biçimlerinin bir arada var olabileceği eşitlikçi bir toplumun savunucusudur. İnancın değil insanın merkezde olduğu özgür bir yaşamı savunmayı kararlılıkla sürdüren, seküler düzenin toplumsal eşitliğin temel taşı olduğuna inanan bir çizgiden asla vazgeçmemiştir. Bu mücadelede KESK, ırk, din, dil, cinsiyet ya da kimlik farkı gözetmeden herkesin eşit ve onurlu bir yaşam hakkına sahip olduğunu savunmayı ilkesel bir tutarlılıkla sürdürür. Aynı zamanda demokratik bir yaşamın hem sesi hem de güvencesi olmayı, toplumun tüm kesimlerinin haklarını savunmayı tarihsel bir sorumluluk olarak üstlenmiştir.
Bugün KESK’in 30 yıllık yürüyüşüne bakmak, aslında Türkiye’nin emek, demokrasi, barış ve özgürlük mücadelesinin aynasına bakmaktır. Bu aynada acılar, yaralar, büyük bedeller olduğu kadar umudun hiç sönmeyen ışığı da görünür. KESK’in direnişinde yalnızca kayıpların değil, bir toplumun vazgeçmeyen umudunun izi vardır. Çünkü KESK, en ağır baskı anlarında bile elindeki meşaleyi söndürmeyenlerin örgütüdür.
Bu yüzden bugün kutlanan sadece bir yıl dönümü değildir; bugün kutlanan onurun, adaletin, özgürlüğün, barışın ve tüm canlıların hakkını savunan toplumsal vicdanın tarihidir. KESK’in yürüyüşü devam ediyor. Ve bu yürüyüş, her adımında daha gür bir sesle söylüyor:
“Emeğin, barışın, demokrasinin, doğanın ve özgürlüğün olduğu bir dünya için mücadele bitmedi; bu topraklarda, bu gökyüzünde umut hâlâ yaşıyor.”
30 yaşın kutlu olsun. Pîroz be.









