Suriye iç savaşının ilk dönemlerinden itibaren Türkiye’ye yönelik başlayan Suriyeli göçü, bu zaman zarfında çeşitli aşamalardan geçti. İlk dönem Suriyelilerin çektiği acılara ve Türklerin yüce gönüllüğüne yapılan vurgu, ilerleyen yıllarda yerini bir “asayiş sorunu olarak Suriyeliler”e bıraktı. 24 Haziran seçimlerinde AKP’nin aldığı yenilginin en önemli nedenlerinden birisi olarak göçmenlerin görülmesi, iktidarın göçmenlere yönelik politikasını değiştirmesine yol açtı. Din kardeşlerimiz söylemi rafa kalktı, göçmenler kelepçeli şekilde otobüslere doldurularak Suriye’nin güvenli olmayan şehirlerine gönderilmeye başlandı.
Bu süreçte medya önemli bir rol oynadı kuşkusuz. Sözcü’de en rafine halini gördüğümüz göçmen karşıtı haber çerçevesi, Suriyelileri ülkesini zor durumda bırakıp kaçan, memleketine dönebilecek imkânlara sahipken burada kalmayı tercih eden, Türk askerleri Suriye’de görev yaparken, Türkiye sahillerinde nargile ile keyif yapan insanlar olarak kodladı. En basit adli olaylar dahi, Suriyelilere karşı toptan bir linçin başlatılmasına vesile olacak şekilde haberleştirildi. Suriyelilere oy kullandırılacağına yönelik sahte haberlerle, göçmen karşıtlığı ile AKP karşıtlığı bir potada eritilmek istendi. Böylece, AKP’nin ülkeyi enkaza çeviren politikalarına karşı güçlü bir mücadele örgütlenemediği bir durumda, bütün olumsuzlukların müsebbibi, güçsüz bir fail olarak öne sürüldü.
Bunun karşılığı sosyal medyada yaygınlaşan göçmen karşıtı dil oldu. Gerek basit adli olaylar üzerinden, gerekse sadece Suriyelilerin varlığı üzerinden bir nefret teyakkuzuna geçildi. Twitter’ın sinik yapısının da katkısıyla sapla saman birbirine karıştırıldı, Suriyeliler mide bulandırıcı bir mizahın nesnesi haline getirildi.
Bu bağlamda, milli hislerle dolu olunduğu için, AKP’nin Suriye politikasının bu insanların hayatlarının altüst olmasındaki payı güçlü bir şekilde eleştirilemedi. Suriyeli göçmenlerin durumu ile AKP’nin bu konudaki gerçek suçları arasındaki bağlantıyı kurma kabiliyeti bulunmadığından, geriye kala kala kof bir ırkçılık söylemi kaldı.
Oysa, AKP hiçbir zaman göçmenlere yönelik insan hakları temelinde bir statü sağlamadı. Göçmenleri misafir olarak tanımlayan AKP, bu insanlara mülteci statüsü vermedi, bu statünün gerektirdiği hakları göçmenlere tanımadı.
Bunun nedeni Suriyelileri AB’ye karşı bir koz olarak kullanmak istemesiydi öncelikle. Diğer bir neden ise patronlar için ucuz bir sömürü kaynağı olarak Suriyelilerin değerli olmasıydı. Ekonominin allak bullak olduğu bir dönemde, orta ölçekli üretim yapan (ve AKP tabanı içinde ciddi bir ağırlığı olan) şirketler için asgari ücretin oldukça altında maaşlarla çalışan Suriyeliler, bir nimet gibi görüldü.
Sonrasında ise politik çıkarları gereği Suriyeli göçmenlere kucağını açan iktidar, kendi tabanında güçlü bir göçmen karşıtlığıyla karşılaşınca, yine politik çıkarları gereği göçmen karşıtı bir konuma geçiş yaptı, işi Suriyelilerle bırakmayıp saat satan Afrikalıları dahi hedefe oturttu. Herhangi bir alanda, herhangi bir ilkeye sahip olmadığını bir kez daha kanıtladı.
Bütün bunlara karşı sol güçlerin yapması gereken, toplumda rıza kazanmış olan bu mülteci düşmanlığına ve ırkçılığa karşı güçlü bir itiraz geliştirmektir. Irkçılık, sadece hedef tahtasında olan bir halkı değil, tüm halkları ve bir arada yaşama iradesini tehdit eden bir hastalıktır. Bunun dışında, iltica bir insan hakkıdır. İltica eden insanların, hangi ülkede olursa olsun temel insan haklarının muhafaza edilmesi vazgeçilemez bir taleptir. Ve unutmayalım: Hepimiz bir yerlerden göçtük, yarın her birimiz göçmen olabiliriz.