KNK Eşbaşkanı Ahmet Karamus, Kürt halkının yüzyılı aşkın süredir statüsüzlük ve bölgesel baskılarla karşı karşıya olduğunu belirterek, ‘Kürt halkı, ancak ulusal birliğe sahip çıkarak güvenli geleceğe ulaşabilir’ dedi
Kürdistan Ulusal Kongresi (KNK) Eşbaşkanı Ahmet Karamus, Barış ve Demokratik Toplum Grubu’nun Silêmanî’de düzenlediği silah yakma törenini; Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın çözüm sürecindeki belirleyici rolünü, Kürdistan Özgürlük Hareketi’nin silah bırakma çağrısının stratejik önemini, Kürtlerin maruz kaldığı baskıları, Kürtler arası birliğin önemini ve Kürdistan coğrafyasının taşıdığı jeopolitik risk ve fırsatlarına ilişkin önemli değerlendirmelerde bulundu.
Yeni bir aşama var
Ortadoğu ve Mezopotamya’nın en kadim halklarından biri olan Kürtlerin, statüsüzlük ve asimilasyona karşı yürüttüğü yüzyıllık mücadeleye dikkat çeken Ahmet Karamus, bu tarihi sürecin yeni bir aşamaya geçtiğini ifade etti.
Bakurê Kurdistan’da adil ve kalıcı bir çözümün, ancak Abdullah Öcalan’ın 27 Şubat’ta yaptığı çağrının esas alınmasıyla mümkün olabileceğini belirten Ahmet Karamus, bu çağrının dört parça Kürdistan’da ulusal birliği temel alan, tutarlı ve gerçekçi bir yaklaşım çerçevesinde sahiplenilmesi vurguladı.
‘Tek muhatap Abdullah Öcalan’dır’
Ahmet Karamus, “Kürt Özgürlük Hareketi, 50 yılı aşkın siyasi ve örgütsel mücadeleyle, 45 yıldır süren bir silahlı direnişin sonucunda bu noktaya ulaştı. Sayın Öcalan’ın liderliği ve politik muhataplığı artık yalnızca Kürt halkı açısından değil; uluslararası aktörler ve Türkiye başta olmak üzere bölgesel güçler nezdinde de kabul görmüş bir gerçekliktir. Bu durum tarihsel, sosyolojik ve politik bir realiteye dayanıyor. Dolayısıyla, kalıcı bir barış ve anlamlı bir müzakere sürecinin tek muhatabı Sayın Öcalan’dır” dedi.
Türkiye talepleri ciddiye almalı
Ahmet Karamus, 2024 yılı içinde Abdullah Öcalan ile sürdürülen diyalog sürecine de dikkat çekerek, bu görüşmelerin içeriği ve olası mutabakatlara dair kamuoyunun hükümet tarafından yeterince bilgilendirilmemesinin ciddi bir şeffaflık ve güven sorunu yarattığını söyledi. Abdullah Öcalan’ın, barış ve demokratik bir toplum vizyonuyla ortaya koyduğu; yasal bir zemine ve demokratik yasaların inşasına yönelik taleplerin net ve somut olduğunu belirten Ahmet Karamus, buna karşın Türkiye devletinin bu talepleri ne ölçüde ciddiye aldığına dair belirsizliğin sürdüğünü kaydetti.
Ahmet Karamus, “Eğer bu süreç belirli aşamalardan sonra yine toplumdan gizlenirse, diyalogun meşruiyeti ve toplumsal desteğinin zedelenme riski olacaktır” dedi.
Silah yakma barış için bir mesajdı
Ahmet Karamus, Abdullah Öcalan’ın PKK’ye kongre toplama ve Türkiye’ye karşı silahlı mücadeleyi sonlandırma yönündeki çağrısının, Kürt siyaseti açısından stratejik bir dönemeç olduğunu, bundan sonraki sürecin, bu yöndeki bir mücadeleyle şekilleneceğini ifade etti. Silêmanî’deki Casenê Mağarası’nda düzenlenen sembolik silah yakma törenine atıfta bulunan Ahmet Karamus, bu adımın Kürt tarafının “Her koşulda barışa ve demokratik siyasete hazırız, silahları devreden çıkarıyoruz” mesajını dünyaya açıkça verdiğini vurguladı.
‘Silahları devreden çıkarıyoruz’ mesajı
Bu hamlenin bir teslimiyet değil, Kürt Özgürlük Hareketi’nin kendi iradesiyle aldığı stratejik bir karar olduğunu belirten Ahmet Karamus, şunları söyledi: “Bu, Kürt halkının kendi kaderini tayin etme iradesinin ve barışa olan derin arzusunun bir göstergesidir. Asla bir teslimiyet değildir. Kürt tarafı burada şu mesajı veriyor: Biz silahları toprağa gömüyoruz, biz silahları devreden çıkarıyoruz. Barış ve demokrasi için silahları devreden çıkarıyoruz. Bu amaçla silahlarımızı yaktık.”
Kürt sorunu adil bir biçimde çözülmediği ve uluslararası normlara uygun bir uzlaşma sağlanmadığı sürece, Türkiye devletini “Kürt halkına yönelik tehdit ve işgal gücü” olarak görmeye devam edeceklerini kaydeden Ahmet Karamus, silah yakma eyleminin iyi niyet göstergesi olduğunu, ancak dağdaki gerilla varlığının sürdüğünü ve bunun bir geri çekilme ya da teslimiyet olarak yorumlanamayacağının altını çizdi.
Kürtler açısından tarihsel fırsatlar
Ahmet Karamus, Kürdistan coğrafyasının Ortadoğu’daki jeopolitik önemine dikkat çekerek, bu stratejik konumun Kürtler açısından hem tarihsel fırsatlar hem de ciddi tehditler yarattığını şöyle ifade etti:
“Kürtlerin dört parçaya bölünmüş toprakları; enerji kaynakları, su yolları ve ticaret güzergahlarının tam ortasında yer alıyor. Mezopotamya’nın kalbi, petrol ve gaz yataklarının geçiş güzergahı. Bu coğrafya, Kürtleri bölgesel ve küresel güçlerin sürekli ilgi odağı haline getiriyor. Ancak bu ilgi, çoğu zaman Kürtlerin kendi kaderini tayin etme hakkına saygı duymaktan çok, kendi çıkarları doğrultusunda manipülasyon arayışlarına dönüşüyor.
Başûrê Kurdistan’daki petrol ve gaz bölgelerine yönelik son saldırılar, bu durumun en somut örneklerinden biridir. Irak federal hükümeti ve özellikle İran, Kürtlerin Irak Anayasası çerçevesinde kazandıkları statüye ve siyasi mevcudiyetine karşı derin bir tahammülsüzlük içerisindedir. Bu saldırılar, Kürtlerin bölgesel etkisini ve uluslararası ilişkiler düzeyini sindiremeyen güçlerin açık bir mesajıdır.
Kürtlerin ABD, İsrail ve hatta Rusya gibi küresel aktörlerle kurduğu ilişkiler, bölgedeki geleneksel güç dengelerini altüstü etme potansiyeli taşıyor. Bu durum, bazı bölge devletleri tarafından yalnızca Kürt halkının yükselen rolü değil, aynı zamanda kendi güvenlik stratejilerini ve uluslararası pozisyonlarını tehdit eden bir gelişme olarak algılanıyor.”
Rojava’daki gelişmeler
Ahmet Karamus, Rojava bölgesine yönelik değerlendirmelerde de bulunarak Demokratik Özerk Yönetim deneyiminin sadece Kürtler için değil, tüm Ortadoğu halkları açısından demokratik bir model olduğunu vurguladı. Bu modelin sürekli bir saldırı riski altında olduğunu ifade eden Ahmet Karamus, şunları söyledi:
“Bugün Suriye’de iktidarda bulunan güçlerin büyük kısmı, ne yazık ki açık ya da örtülü biçimde Kürt karşıtı bir çizgidedir. Cihatçı ve radikal unsurlar, Esad rejiminin yıkımından sonra legal bir kılıfa büründürülerek iktidara getirildiler. Rojava’daki Kürtlerin kazanımlarını tümden tasfiye etmeyi hedefliyorlar.
Dürzi bölgelerine dönük saldırılar da bu büyük saldırı planının bir provası niteliğindedir. Aleviler, Dürziler ve diğer etnik-dini gruplar da katliamlarla ve saldırılarla baskı altına alınmış durumda. Kürtlere yönelik saldırı için bir zemin ve fırsat, yani koşulların oluşmasını bekliyorlar.
Bu gidişat sadece Kürtleri değil, Suriye’deki tüm halkları ve inanç gruplarını tehdit eden karanlık bir tablodur. Ancak unutulmaması gereken bir şey var: Kürtler, kazanımlarını koruyacak konuma ve güce sahiptir. Kürtler, Rojava kazanımları etrafında dünyanın her tarafında kenetlenecek bir güce sahiptir.”
Rojhilat’ta yaşanan baskılar
Ahmet Karamus, Rojhilat Kürtleri üzerinde yoğunlaşan baskıların da göz ardı edilemeyecek kadar yoğunlaştığını belirterek değerlendirmelerini şöyle sürdürdü:
“İran rejimi, Kürtlerin kültürel ve siyasi taleplerini sert bir baskı politikasıyla karşılamakta; bu da bölgede kalıcı bir istikrarsızlık kaynağı yaratmaktadır. Rejimin kendi iç sorunlarını çözememesi, Rojhilat Kürt hareketlerine yönelik tehditleri ve halka yönelik baskıları ciddi bir sorun olarak duruyor.
Bu durum, Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’ne yönelik İran destekli saldırıların temel sebeplerinden biridir ve Kürtler arası birliği zayıflatmayı amaçlamaktadır. İran’ın bu stratejisi, Kürtleri kendi içlerinde bölerek kontrol etmeye yöneliktir.
Dolayısıyla, Rojhilat’ta yaşanan baskılar sadece o bölgeyi değil, dört parçada yaşayan tüm Kürtleri doğrudan etkileyen hayati bir meseledir.
Kürtlerin en büyük zayıflığı, iç birliğin sağlanamamasıdır. Dört parça Kürdistan’da yaşanan siyasi çekişmeler ve bölünmeler, düşmanların elini güçlendirmekte, ulusal stratejilerinin gelişmesini engellemektedir.
Özellikle YNK ve KDP arasındaki ortak iradenin eksikliği, dış güçlerin Kürtler üzerindeki operasyonlarını kolaylaştırmaktadır. Kürtler arasındaki siyasi dayanışma ve müşterek yönetim eksikliği, bölgeye yönelik saldırıların önünü açmakta ve kazanımların kaybedilmesine zemin hazırlamaktadır. Tarihten alınacak derslerle, Kürtlerin ancak birlik içinde hareket ederek dış tehditlere karşı direnebileceği açıktır.
Tüm bu karışık ve hassas süreçler göz önüne alındığında, Kürt halkının kalıcı ve anlamlı bir çözüme ulaşmasının yolu güçlü bir ulusal birlik ve ortak stratejiden geçmektedir. Dört parça Kürdistan’ın siyasi, sosyal ve kültürel haklarını kazanması ancak bu sayede mümkün olacaktır.
Eğer yakın zamanda bu birlik sağlanamaz ve ortak bir strateji oluşturulmazsa, Rojava, Başûr ve Rojhilat’taki kazanımlarımız ciddi tehditlerle karşı karşıya kalabilir. Kürtlerin bugünkü kazanımları, Kürt halkının kendi kaderini tayin etme hakkının ve varlığının güvencesidir.
Dışarıdan gelecek destekler ne kadar önemli olsa da hiçbir yardım Kürtlerin iç birliğinin yerini tutamaz. Tarihi bir sorumlulukla karşı karşıya olan Kürt halkı, ancak ulusal birliğe sahip çıkarak hak ettiği özgürlük ve güvenli geleceğe ulaşabilir.”
Kaynak: ANF