İç çekmeler, buruk sevinçler, ağlamaklı haller, ilk gençlik yıllarını düşünen şimdiki orta yaşlılar, bu orta yaşlılarla ortak bir bağ kurmaya çalışan şimdiki gençler, içinde “demokrasi, barış, kardeşlik, güvence, samimiyet, Rêber” geçen uzun siyasi konuşmalar ve sahnede Koma Amed’in belirmesiyle atılan çığlıklar. Sanırım bütün iç çekmeler bir araya gelince şarkı olmuyormuş, çığlığa dönüyormuş.
Mehmet Mahsum Oral
“Biyoloji bize kanlı canlı varlıklardan türemiş olduğumuzu söylüyor ama içten içe biliyoruz ki biz kalem ve kâğıttan türeme hayaletlerin kızları ve oğullarıyız.” Alberto Manguel
Müzikli bir mekâna gidersiniz veya bir kutlama partisine katılırsınız, şimdiki zamanda üretilen ve neredeyse aynı ritimle, benzer sözlerle tek bir şarkıyı dinlediğinizi düşündüren o malum pop şarkılardan yeteri kadar bıkıldıktan sonra 90’lı yıllara ait Türkçe Pop müziğinden bir şeyler çalınmaya başlar. İnsanlar “Ah 90’lar işte ya!” tepkisini verdikten sonra şarkının duygusuna göre ya hafiften kederlenir ya da tempo tutmaya başlar. Tarkan, Sezen Aksu, Kerim Tekin, Burak Kut, Levent Yüksel, tek şarkılı Ferda Anıl Yarkın, Aysel Gürel’in sözlerini yazdığı Abone Babone şarkısını seslendiren Yonca Evcimik, Kayahan, Aşkın Nur Yengi ile devam eden geçit töreni…
Kimisinin bu dünyadan göçüp gittiği, giderken de doğduğu veya istediği yerde gömüldüğü, kimisinin halen albüm çıkartmaya devam ettiği, bazılarının halen bazı projelerde “bitmeyen bakiyeyle” yer aldığı, kimisini magazin haberlerinde yeni aşkıyla gördüğümüz, kimisini yalısında objektiflere yansırken gördüğümüz, kimisinin “yüzünü eskitmemiz için” çok az görmek zorunda olduğumuz bir dönemin ve bugünün müzik sektörünün etkili isimlerinin söyledikleri o şarkılar yani…
***
Kamera bizim bu taraflara gelince, işler haliyle değişiyor.
(Ne farkımız var kardeşim, ha Türk olmuşsun ha Kürt) değil mi?
90’larda bir grup Kürt müzisyenin bir araya gelerek kurdukları “Koma Amed”, hem icra hem söz bakımından hem de “dil üzerindeki yasaklardan” dolayı yok olma tehlikesiyle karşı karşıya olan birçok anonim şarkıyı da kendi üsluplarıyla harmanlayarak bir dönemin gençliğinde fazlasıyla yer edindi. Sonra “o yer” onların kaldı öylece…
Erzurum’dan Dersime, Bingöl’den Mardin’e, Diyarbakır’dan Muş’a uzanan seslerin bir nevi “kayıt cihazı” oldular. Nasıl ki “karanfil elden eleyse” bir kayıt cihazı da o yıllarda kulaktan kulağa dolaştı durdu.
(Ayrıca şu “dil yasağı” mevzusunda da sanki eksik bir şeyler var. Kulak da yasak. Mesela dil, yasağa uymayıp, yasağı delip, yasağı aşıp bir şeyler söylemeye başlayınca, onu engelleyemediğini fark eden sistem, bari en azından ulaşacağı kulağı kapatalım diye çok dahiyane çözümler üretiyordu o yıllarda. Bin yıl sürmüş o yıllarda, kasetlerin avlulara gömüldüğü o yıllarda.)
Ve hiç şaşırtıcı olmamakla beraber, yurt dışına çıkmak/ kaçmak zorunda kaldı grup. Hikâye dağılmadı, parçalandı. Çünkü parçalanmakla mühürlenmişti.
30 yıl aradan sonra Koma Amed, Diyarbakır’da ya da ismini aldığı Amed’de bir eksikle bir araya geldiler. Kurucuları rahmetli Evdilmelîk Şêxbekir’in eksiğinin farkında olan milyonlarca insan, sanki açık duran o boşlukta toplandılar. O boşluğu kapatmamak üzere, onu doldurmamak üzere… O milyonların içinde konsere gelemediği için ekran başına geçenler, cezaevindekiler, diasporadakiler ve daha nice insanlar vardı.
Ve Mehmet Ali’nin dokuz yaşındaki kızı Ro. Yetişkinlerin nasıl oluyor da bazen hoplayıp zıpladığını, bazen ağladığını, bazen de birbirlerine sarıldıklarını anlamaya çalışan Ro.
Yaşı sorulduğunda geçirdiği seneleri çok önemsediği için özellikle buçukları belirten Ro. Otuz seneyi ona nasıl izah edeceğimizi bilemediğimiz Ro.
Konsere giden yüzbinlerce insan ise Koma Amed’in sahneye çıkmasını sabırsızlıkla beklerken, platformda kurulmuş büyük ekranda her biri ayrı bir kayıt cihazı olmuş isimlerle karşılaştılar. Bir zamanlar Med Tv’de izledikleri, o yıllarda hayli genç görünen fakat şimdilerde “dip boyası gelmiş” bir dönemin ve bugünün de etkili isimlerinden görüntülü mesajlar aldılar.
Şivan Perwer, Xelîl Xemgîn, Hozan Şemdîn, Gulistan Perwer, Hesen Şerîf, Hozan Dilovan, bu topraklarda şarkılarını özgürce söyleyecekleri günü hasretle çektiklerini söylediler. Bir onlar iç çekip durdular, bir de konser alanında toplanan bizler. Karanfil elden eleyse, kayıt cihazı da kulaktan kulağaysa, iç çekmeler de içten içedir herhalde. Bütün iç çekmeler toplansa ne kadar uzunlukta bir şarkı olur?
Konserin organizasyon ekibi “Guinness Dünya Rekorları” yetkililerinin de hazır bulunduğu bir ortamda sanırım en uzun iç çekmenin “buralarda” olduğunu iddia etmiş olmalılar ki Edirne cezaevinden Selahattin Demirtaş’ın ve Adnan Selçuk Mızraklı’nın “gönül isterdi ki bizler de orada olalım” mesajlarını ekranda gösterdiler.
Bu arada konser alanına girerken güvenlik önlemleri kapsamında çakmaklar toplandı. İç çekilecek yerlerde genelde sigara içmek baya zorlaşıyor. Bunu, Kadriye’nin cenaze namazının kılınacağı caminin avlusunda “burada sigara içmek yasaktır” levhasını görünce de yaşamıştım. Belki o esnada havanın tamamı duman olduğu içindir! Sigaraya ne hacet vardır ki?
İç çekmeler, buruk sevinçler, ağlamaklı haller, ilk gençlik yıllarını düşünen şimdiki orta yaşlılar, bu orta yaşlılarla ortak bir bağ kurmaya çalışan şimdiki gençler, içinde “demokrasi, barış, kardeşlik, güvence, samimiyet, Rêber” geçen uzun siyasi konuşmalar ve sahnede Koma Amed’in belirmesiyle atılan çığlıklar. Sanırım bütün iç çekmeler bir araya gelince şarkı olmuyormuş, çığlığa dönüyormuş.
Çiyayên me berfê lê kir, spî bûye…
“Dağlarımıza karlar düşmüş, beyaza bürünmüş” şeklinde çevrilecek bu sözün şarkısını duyabilmek, Hırvatçada, Aragoncada, Çalçitekçede, Donşiancada, Hoçankçada, Tamilcede bedeli nedir bilmiyorum ama Kürtçede o gece, Uluslararası Uzay İstasyonuna (International Space Station) bağlı astronotların dinlenmek için her birinin kendi köşesine çekildiği anda duydukları bir çığlık…
Bu yazı yazılırken, Güler Duman’ın 1997’de “Öl deseydin ölmez miydim” adıyla çıkardığı albümünde yer alan “Var gibi” türküsü çalıyor radyoda.
“Gözler kipriğe yalvarır, görem geldi der gibi
Yemin mi ettin dönmemeye, bir engelin var gibi, var gibi”
Evet, kirpik değil, kiprik…
Şu engelleri bir kaldırın!
İç çekmek istiyoruz!









