Kürdistan bir bütün olarak tarihi bir dönemeçten geçmekte. Sayın Öcalan’ın yeni stratejik hamlesi Ortadoğu ve Kürdistan’da yeni bir rönesansın kapılarını aralamakta. Yerel yönetim alanında da bu çabaya denk bir yoğunlaşmaya ihtiyaç var
Serdar Altan
Baştan söylemekte yarar var; bu yazı bilimsel bir makale değil, bir gözlem ve analiz yazısıdır. Mühim bir konuya dikkat çekmek amaçlıdır. İleride konuyla ilgili daha bilimsel, kapsamlı, verilere dayalı bir çalışma yürütülebilir elbette. Bunu bir giriş babında değerlendirmek anlaşılır olacaktır.
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın 27 Şubat’ta başlattığı “Barış ve Demokratik Toplum” süreciyle birlikte artık yeni bir aşamaya geçtiğimizi kabul etmemiz gerekiyor. Nitekim PKK kendini feshettiğini açıkladı, gerillalar silahlarını yaktı, böylece bir çağ kapanırken, yeni bir çağın kapısı da aralanmaya başladı. Artık silahlı mücadele yerine demokratik bir mücadele sürecini esas alan stratejik bir dönüşümden bahsetmemiz mümkün.
Savaş süreçleri tüm gücü o alana kanalize eder, odak noktası orasıdır. Aslında bir nevi iş kolaydır, odağın belli ve nasıl organize olacağını bilirsin. Zaten kimse senden başka da bir şey istemez belki de. Çünkü odaklandığın nokta çok önemlidir ve ulusal ve örgütsel çıkarlar ön plandadır. Diğer konular biraz talidir ve asıl meselenin kıyısında yürütülür. Ağır aksak olabilir, sadece boşluk oluşmasın yeter.
Fakat savaşın olmadığı ortam öyle değildir. Omuzlara daha ağır yükler bindirir. Çetrefillidir, birçok alanı yeniden organize etmen gerekir. Odağın değişir ve odaklanacağın alanlar çoğalır. Bunun için daha yetkin ve güçlü bir yapıya sahip olman gerekir. Kol gücünden beyin gücüne geçişi sağlaman gerekiyor. Yetkin bir örgütsel yapı, yetkin kadrolar, yetkin bir düşünce sistematiği…
Kurucu ilke komünler
Tüm bunlar ister istemez sorumlulukları artırıyor. Buna Kürt hareketinin değişim hamlesi ve Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın yeni dönem perspektifini de eklediğimizde anlaşılacağı üzere bu sorumluluk daha da artmaktadır.
Nitekim Sayın Öcalan’ın PKK’nin son kongresine sunduğu ve kamuoyuna da yansıyan Demokratik Toplum Manifestosu’nda da belirttiği üzere “halkların kurucu ilkesi ve silahı” komündür ve bunun ana yürütücüsü de yerel yönetimler olacaktır.
Manifestonun ilgili bölümünde şöyle diyor Sayın Öcalan: “Halkların özgür yaşamı komünle mümkündür. Ulus-devlet nasıl kapitalizmin silahı ise, halkların kurucu ilkesi ve silahı da komündür. Belediyeler üzerinden de bu komünal toplum örgütlenebilir. Teorik ve pratik olarak bu mümkün. Ancak özenle ve gerçek bir anti-kapitalist mücadeleyle mümkündür.”
Çözüm merkezi olarak belediyeler
Bu kısa alıntıdan da anlaşıldığı üzere yeni dönemde belediyelere büyük önem atfedilmekte. Özellikle kayyım politikasının durdurulması ve önümüzdeki süreçte el konulan belediyelerin iade edilmesinin gerçekleşmesi halinde, paradigmanın gereği yerel yönetimler büyük bir sorumluluk altına girecektir.
Peki, mevcut durumda bu sorumluluğu kaldırabilecek bir kapasiteden bahsedebiliyor muyuz? Belki de şu an en can alıcı sorulardan biri bu. Elbette ki yerel yönetimler dediğimizde sorunların çözüm merkezi aklımıza gelmeli. Şuna güçlü bir şekilde inanmak gerekiyor; belediyelerde imkânsız denilebilecek hiçbir şey yoktur. Her şey imkân dahilindedir. O yüzden çözüm merkezi diyoruz. Sorunların çözüm merkezi ve imkânsızı dahi başarabilmenin en dinamik yapılarından biri.
Ancak Kürt siyasal hareketinin 1999 yılından başlayarak günümüze kadar gelen belediyeciliğinde bu gerçekliğe denk düşecek bir pratik içerisinde olduğunu maalesef ki söyleyemiyoruz. Tabii ki çok büyük işler başarıldı, bunları görmezden gelemeyiz. Ancak iddia büyüktü. Kürt Halk Önderi’nin de perspektifleri ışığında “Demokratik, Ekolojik, Kadın Özgürlükçü, Toplumcu” bir yerel yönetimlerin hayata geçirilmesi gerektiği biliniyordu. Bu aşamada tabii birçok engelden bahsedebiliriz. Nitekim devletin kayyım politikası bunun en bariz örneğidir. Bunun dışında yerel yönetimlerin çalıştırılmaması üzerine kurulu bir sistemden de bahsedebiliriz. Ve daha birçok engelden.
Ancak yukarıda da belirttiğimiz gibi yerel yönetimler bir çözüm merkezi olması hasebiyle tüm bu güçlüklerin üstesinden gelebilmesi gerekiyordu. Nihayetinde böylesi bir gücü ve yetki alanı mevcut. Fakat son süreçlerde de sürekli duyduğumuz üzere imkânsızlıklardan, engellerden çok söz edilmekte. Maddi kaynakların kıtlığı çalışmamaya gerekçe oluşturmakta, birçok belediye yönetimi artık bu gerekçelerin arkasına sığınarak ciddi manada iş yapamaz hale gelmektedir. Yani olmazın teorisi üretilmektedir.
Bazı yerlerde belediyelerin günlük yapması gereken, en asli görevlerinden olan, örneğin çöp toplama, yol yapım onarım, su ve kanalizasyon işlerinde dahi görevini yerine getiremediğine tanık oluyoruz. Bu gerekçelendirmeleri kısmen haklı bulsak da daha iyi bir yönetim şekli ve organizasyonla bunların üstesinden gelineceğini de biliyoruz.
Siyasal hareketin temsilcisi konumundaki DEM Parti’nin bir Yerel Yönetimler Kurulu’nun olduğunu biliyoruz. Bu kurulun ciddi manada çözüm odaklı çalışmalara imza atması beklenen doğal bir haktır. Ancak kurulun da bu konuda yetersiz veya naçar kaldığı bir gerçek.
Halk gerekeni yaptı
Okuyucularımız hatırlayacaktır; 31 Mart yerel yönetimler seçimlerinin hemen ardından DEM Parti’nin Kürdistan genelinde elde ettiği önemli başarıya binaen, halkın bu başarısının artık tüm gerekçeleri ortadan kaldırdığına ilişkin bir yazı kaleme almıştık. Gazetemiz Yeni Yaşam’da yayımlanan “Seçim sonuçlarını doğru okumak” başlıklı yazıdan kısa bir alıntıyla devam edelim:
“Açıkçası halkın bu başarısı herkesin, hepimizin omuzlarına ağır sorumluluklar yükledi. Bundan hiç kimse azade değil. Siyasal alandan tutalım, sivil toplum örgütlerine, basın alanına kadar herkesin ciddi anlamda bir yoğunlaşma içerisine girmesi gerekiyor. Elbette öncelikli olarak seçilen belediye eşbaşkanları, meclis üyeleri ve bu alandan sorumlu ilgili kurullar bu büyük yükün taşıyıcısı olacaklardır.
Bunu yaparken sandıktan çıkan her oyun değerinin bilinciyle hareket edilmeli. Unutulmamalı ki ortaya çıkan irade, Kürtçe “xîret” diye tabir ettiğimiz büyük bir emek ve çaba sonucu ortaya çıkmıştır. Halk, “ha gayret” diyerek irade beyanında bulunmuştur. Bunu bu bilinçle yapan halk, bundan sonrasını da takip edecektir. “Ben oyumu verdim, işim bitti” demeyecektir. Verdiği oyun sorumluluğuyla hareket edecek ve yanlış gördüğü yerde müdahale edecektir. Yani açıkça söylemek gerekirse, yapılan her yanlışın hesabını soracaktır.”
Aynı makaleden şu kısmı da nakletmekte yarar var:
“Bu saatten sonra hiçbir belediye eşbaşkanı, belediye meclisi veya ilgili kurullar “vay efendim şöyle sorunlu bir belediye devraldık da, şöyle sıkıntılar var da, şu yüzden baş edemiyoruz” söyleminde bulunma ve bahane üretme hakkına sahip değildir. Kayyımların yarattığı tahribatlar dâhil, belediyelerdeki borç yükü, içinin boşaltılması, peşkeş çekilmesi veya farklı türden sorunlar bahane edilerek iş yapmama, özverili çalışma yürütmeme, halkın sorunlarına çare bulamama kabul edilmemelidir. Tıpkı oyunu veren halk gibi, demokratik kurum ve kuruluşlar, siyasal alan ve tüm bileşen kesimler bunun takipçisi olmalıdır.”
Örgütleyici güç: Belediyeler
Bu yazıda bahsettiğimiz üzere hiçbir hakkı olmamasına rağmen bazı belediye yönetimleri bahane üretmek konusunda çok mahirler. Seçimlerin üzerinden geçen bir buçuk yıllık süreçte yapılmayan işlerin neler olduğuna ilişkin uzun uzadıya örnekler vererek odak noktamızı dağıtmaya gerek yok. Nitekim bunların çoğu zaten bilinmekte. Burada esas olan geçmişi geride bırakıp yapılması gerekenlere odaklanmak. Bu nedenle daha çok yerel yönetimlerin nasıl bir organizasyon olarak hareket etmesi gerektiği üzerinde birkaç kelam etmekte yarar görüyoruz.
Öncelikle Sayın Öcalan’ın “Manifesto”da aktırdığı üzere toplumun tüm alanlarında komünlerin örgütlenmesi meselesinin orta noktasında belediyeler olacak. Bunun hem planlayanı hem öncü gücü olacak.
O vakit soralım: Örneğin anadilde eğitim gibi temel bir problemle karşı karşıyayız ve bu problemin çözüm ortaklarından biri yerel yönetimler. Acaba buna ne kadar hazırlıklıdır belediyeler, bunun için bugüne kadar yürütülen kapsamlı bir çalışma var mıdır?
Yine komünal ekonomiyi yaratma konusunda öncü güç doğalında yerel yönetimler olacaktır. Bunun için parti programı veya yerel yönetimler tutum belgesinde belli bazı perspektif metinleri olduğunu biliyoruz. Ancak bunu hayata geçirme konusunda nasıl bir organizasyon yapılacak bu halen muamma.
Devamında ekolojik ve mimarisiyle göz dolduran, insan/canlı varlıklar, kadın ve engelli bireyler odaklı, halkın konut hakkı sorununu çözmüş kentlerin yaratımı konusu var ki, birçok şehrimiz bundan çok uzak.
Yine önümüzde duran devasa bir uyuşturucu batağı haline gelen ve gençleri/çocukları içine çekerek toplumdan uzaklaştıran bir yapıdan bahsediyoruz ki çağımızın en büyük sorunu olarak hücrelerimize kadar kemiriyor. Elbette bunlar için nasıl pratik bir çalışma yürütüleceğini bilmemiz gerekiyor.
Tüm bunların toplamı sayılabilecek toplumda komünlerin oluşturularak, yaşamı bunun etrafında örgütleme konusunda yapılacaklar için bir yol haritası mevcut mu?
En önemlisi de önümüzdeki süreçte belki de müzakere edilen konular arasında yer alan veya alacak olan “Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı”nın kabul edilmesi halinde özerk bir yapıya kavuşacak olan belediyelerin bunu sırtlayabilecek bir kapasite derdi olmuş mudur?
Şöyle bir durum söz konusu olabilir; bu yönlü çalışmaların başlamış olabileceği olasılığı var. Ancak kamuoyuna açıklanan yönü olmadığı için şu an bilemiyoruz. Eğer var ise de bunun hızlandırılması ve önümüzdeki süreçte “Barış ve Demokratik Toplum” sürecinin başarıya ulaşması halinde bir an önce harekete geçebilecek ve tüm bunları hayata geçirebilecek bir yerel yönetimler için elin çabuk tutulması elzem. Aksi takdirde gerek parti programında yer alan unsurlarıyla yerel yönetimler perspektifi, gerek son olarak sayın Öcalan’ın ortaya koyduğu paradigma çerçevesinde açığa çıkan gereklilikler boşa düşecektir.
Perspektifi hayata geçirmek
Yukarıda bahsini ettiğimiz merak ettiğimiz hususlarda mutlaka bir düşünsel altyapı vardır diye düşünüyoruz elbette. Ancak pratik konusunda daha bariz bir çalışma ve altyapı oluşturma gerektiğini söyleyebiliriz. Buna ilişkin birkaç öneride bulunmak yararlı olacaktır.
Kürt siyasal hareketinin Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın oluşturduğu Demokratik Ulus paradigması ışığında bir yerel yönetimler perspektifine sahip olduğunu belirtmiştik. Ancak teorik olarak gayet doyurucu olan bu perspektifi harekete geçirme konusunda yetersiz olduğu aşikâr. Bunu pratikleştirme konusunda farklı yol ve yöntemlerin denenmesi gerektiğini söyleyebiliriz. Buna oluşturulacak komünlerin nasıl olacağına ilişkin yöntem de dahil olmak üzere ciddi manada kapsamlı, her biri alanında uzman bir ekibe ihtiyaç olduğu görülüyor.
Donanımlı, politik bilince sahip, yetkin bireylerden oluşan bu ekibin gerçekleştirdiği bir fizibilite çalışmasının ardından kapsamlı bir raporla pratik altyapıyı oluşturması gerekmektedir. Bunun için gerekirse belli bir süre dünyada önemli kentlerin içerisinde yer aldığı bir saha çalışması da yürütülebilir. Yerel yönetimler konusunda teorik dünya deneyimleri, pratik uygulama biçimleri ve yarattığı etkiler incelenerek raporlanmalıdır. Amerika, İngiltere’den tutalım kıta Avrupası’na, İskandinav ülkeleri modellerinden tutalım Latin Amerika’daki bazı yerel yönetimler ve komün deneyimlerine kadar kapsamlı bir inceleme yapılmalı. Bunun Kürdistan’da uygulama biçimleri de analiz edilmeli ve kent kent değerlendirmeler yapılarak pratikleşmesi konusunda yönetimlerin önüne konulmalıdır. Bu deneyimlerden yola çıkarak bir sentez oluşturulabilir, yeni ve uygulanabilir bir modelle komünler örgütlenebilir, “Demokratik Toplum” inşa edilebilir.
‘Demokratik Toplum’
Kürdistan bir bütün olarak tarihi bir dönemeçten geçmekte. Sayın Öcalan’ın yeni stratejik hamlesi Ortadoğu ve Kürdistan’da yeni bir rönesansın kapılarını aralamakta. Politik düzlemde buna hazırlık önemlidir ve anladığımız kadarıyla şu an bunun yoğun hazırlıkları ve çabası söz konusu. Ancak yerel yönetim alanında da bu çabaya denk bir yoğunlaşma ve çalışmaya ihtiyaç var.
Anlaşılacağı üzere komünlerin oluşturulması için büyük bir vizyon ve efor gerekiyor. Bunun toplumun tamamına yayılması ve örgütlendirilmesi için yerel yönetimlerin ciddi bir pratik içerisine girmesine ihtiyaç var. Bu pratiği ortaya koyabilecek, çalışmayı en üst seviyede yürütebilecek bir kadro yapısının olması gerektiği görülüyor. Bunu sağlayacak gerek yönetim kapasitesi yüksek gerekse de çalışmayı olgunlaştıracak pratik yürütücüler bir an önce kapsamlı bir faaliyet içerisine girmelidir.
Bilinmeli ki yeni Ortadoğu’da öncü güç olacak olan Kürtler, kendi modellemeleriyle dünyaya da örnek teşkil edebilecek bir demokratik toplum yaratmayı başaracaktır. Bunda her kim ki döşenen tuğlanın ustalığına soyunmuşsa tarihi bir rolü de üstlenmiş olacağını unutmamalıdır. Şimdi herkesin eline aldığı bir tuğlayla örülecek sağlam duvara harç olması zamanı.