TBMM’nin yeni yasama yılının başladığı 1 Ekim 2024’ten günümüze geçen ‘zaman diliminin’ tanımlanması konusunda bir türlü ortaklaşılamadı. Bu zaman diliminde yaşananlar her ne kadar ‘süreç’ kavramını karşılamasa da biz ‘zaman diliminin’ adlandırılmasını kavramsal değil yalın haliyle sadece ‘süreç’ kelimesini kullanacağız.
Ekim 2024 TBMM’nin açılış oturumundan Bahçeli’nin DEM Parti grubuna selam vermesiyle başlayan süreçte tutumu merak edilenlerden biri de Erdoğan’dı. Erdoğan ise bu zaman diliminde ısrarla susmayı tercih etti. Ancak Bahçeli Meclis açılış oturumunda tokalaşma ile başlattığı süreç ile ilgili kararlı ve istikrarlı konuşmalarını ve çıkışlarını sürdürdü. Erdoğan, Bahçeli’nin istikrar arz eden tutumundan tam bir ay sonra grup konuşmasında ‘Kürt meselesi’ tanımını dile getirmeden, Bahçeli’yi ‘cesur’ çıkışından dolayı tebrik etti. Erdoğan’ın gelişmelere karşı mesafeli olması Bahçeli’yi cesur bulmasının dışında süreç lehine olumlu görüş belirtmemesi, inisiyatif almaması kamuoyunun dikkatini çekiyordu. Gelişmeler lehine olumlu konuşmayan Erdoğan, özellikle 27 Kasım 2024’te HTŞ’nin Şam’a yürümesi ve Esat’ın 8 Aralık 2024’te Şam’ı terk edip Rusya’ya sığınmasından sonra kendi güdümünde olan SMO çeteleriyle Kuzey Doğu Suriye’deki özerk bölgeye saldırmaya başladı.
Bahçeli, süreç içinde DEM Parti heyetinin İmralı’da sayın Öcalan ile görüşülmesi gerektiğini ısrarla ifade etti, Öcalan üzerinde tecrit uygulandığını itiraf etti, şantajla da AİHM’in Öcalan lehine karara bağladığı umut hakkının uygulanmasını tartışmaya açtı ama Erdoğan suskunluğunu sürdürdü. Bahçeli yeni yıl mesajında kardeşlikten ve çözümün gerekliliğinden söz ederken, Erdoğan ise ‘demir yumruk’ tehdidi ile suskunluğunu bozdu. Suskunluğunu bozan Erdoğan, insanların canlı yayında bodrumlarda yakılması olaylarına atıfta bulunarak tehditlerini sürdürdü. Erdoğan’ın suskunluğu tehditlerle bozması öyle gösteriyor ki ritim ve tempo uyumsuzluğu iddia edildiği gibi Öcalan ve örgütü ya da Kürt siyasi hareketi arasında değil, devlet mahallesinde ritim ve tempo uyumsuzluğu var. Bahçeli ritmi ile Erdoğan’ın temposu uyumsuz olduğu için ortaya ruhu dinlendiren melodiden ziyade kulakları tırmalayan gürültüyü çıkarıyor. Bu da Türkiye toplumunun yaşananlara güvensiz ve temkinli yaklaşmasına yol açıyor. Sayın Öcalan ve örgütü arasındaki uyum topluma daha çok güven vermektedir. Lakin Öcalan’ın devlet mahallesine, iktidara, muhalefet partilerine ve Türkiye toplumuna önerdiği ‘koşular oluşursa süreci şiddet ve çatışma zemininden hukuki ve siyasi zemine çekebilirim’ tutumuyla güven ortaya koydu. Öcalan’ın örgütü de yaptığı açıklamayla Öcalan’ın tutumunun kendileri için belirleyici ve bağlayıcı olduğunu deklare ettiler.
Sürece dair ‘inanç ve güven’ sorununun bir başka nedeni de sürece neden ihtiyaç duyulduğudur. Bu konuda herkes hem fikir. Bu süreç bölgede meydana gelen gelişmeler, Ortadoğu’da statükonun yeniden belirlenecek olması karşısında Türkiye’nin kendi pozisyonunu en azından koruması veya güçlendirmesi. Bunun için de içeride iç barışı sağlamak gerekir. Erdoğan ve Bahçeli’nin yerel seçimlerden hemen sonra sık sık atıf yaptıkları ‘iç cephe’ tanımının nedeni de bölgedeki gelişmelerdir. Ancak ‘iç cephe’ tanımı Kürtlerle barışı da kapsıyor mu? Ya da Kürtlerle barışı nasıl yapmayı düşünüyorlar? Kürtler de iç cephe tanımı içinde olacaksa, bunun hangi yol ve yöntemlerle yapılacağı Kürtlerin en çok önemsediği meselelerdendir. Kürtleri şiddetle sindirerek, yok ederek mi iç cepheye katacaksınız yoksa demokratik temelde Kürtlerin meşru taleplerini karşılayıp Kürtlerle barışarak mı iç cepheye katmayı düşünüyorsunuz? Süreç olarak tanımlamaya çalıştığımız gelişmeler için izlenecek yol ve yöntem ile amaçlanan hedef, sürecin akıbetini belirleyecektir. Amaç demokratik temelde toplumun ihtiyaç duyduğu toplumsal barışı sağlamak ve toplumsal barış ile iç cepheyi güçlendirmekse sonu mutlaka barış ile taçlanacaktır. Çünkü Kürtler, Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana demokratik, eşit ve özgürlükler temelinde ortak vatanda yaşama iradesini ortaya koymuşlardır. Öcalan’ın açıklamaları ve tutumu da ortak vatanda eşit ve özgür yaşama iradesinin devam ettiğini göstermektedir. Ancak bu süreç ile ‘Kürtlerin kandırılması, Kürtlerin taleplerinin karşılanmaması, aksine Kürtlerin tasfiye edilmesi’ amacını güdüyorsanız, bu ülkeye çok büyük kötülük yapmış olacaksınız.
Sürecin amacı ve izlenecek yöntemler konusunda başta Kürtler ve toplumun kafasında soru işaretleri olduğu dönemde Erdoğan’ın 11 Ocak’ta Diyarbakır’daki konuşması zihninin arkasındaki niyetini ortaya koydu. Erdoğan Diyarbakır’daki konuşmasında bu süreç için ‘Bu Kürt kardeşlerimizle ilgili bir konu da değildir. Sadece terör örgütünün tasfiye edilmesiyle sınırlı bir husustur’ diyerek amacının demokrasi ve toplumsal barış olmadığını itiraf ediyordu.
Bu sürecin toplumsal barışa evrilmesinde Erdoğan’ın rolü önemlidir. Ancak sürecin akıbetinde devlet mahallesinde başka öznelerin de rolünü unutmamak gerekir. Erdoğan tutumuyla sürecin akıbetini kolaylaştırabilir veya zorlaştırabilir. Ama siyasi partiler, aydınlar, gazeteciler, demokratik kitle örgütleri, toplumsal muhalefet sürece sahip çıkarsa ve barış talebi toplumsallaştırılırsa, Erdoğan sürecin akıbetinin demokrasiye evrilmesini tek başına engelleyemez.
Bu bağlamda başta ana muhalefet partisi olmak üzere bütün muhalif partileri ve demokratik kitle örgütlerinin tamamının kapısı aralanan bu sürecin demokratik zemine tutturulması ve sürecin toplumsal barışa evrilmesi için sorumluluk almaları tarihi ve ahlaki bir sorumluluktur. Devlet Bahçeli’nin şahsında somutlanan iradenin de kararlı olmaları ve Erdoğan’ın itiraf ettiği amaca hizmetten ziyade barış ve demokrasi amacına katkı sunmalarında ısrarlı olmaları ülkenin geleceği açısından kritik önemdedir. Erdoğan’ın ise artık dar ve dönemsel çıkarları yerine toplumsal barış ve demokrasi için emek vermesi ve katkı sunması kendisine ve ülkeye yapacağı en büyük iyilik olacaktır.