Mesela bunlara göre toplum bir anda kapitalizmden sosyalizme bıçakla kesilir gibi geçiş yapacak. Arası yok, geçiş süreci yok. Halbuki, dillerinden hiç düşürmedikleri Lenin de devrimci faaliyetin asgari koşulu Demokratik Cumhuriyettir diyor
Ali Sinemilli
Önder Apo’nun da referans gösterdiği Fransız filozof Deleuze ‘bize konuşma değil kekeleme öğretildi’ diyor. İstanbul’da gerçekleşen Barış ve Demokratik Toplum Konferansı’ndan sonra yapılan kimi yorumlara bakınca Deleuze’ün ne kadar da doğru söylediği anlaşılıyor. Öyle ya, kekeleyenlerin çok olduğu bir ortamda Önder Apo gibi konuşanlar, konuşmayı bilenler haliyle dikkat çekiyor ve söyledikleri üzerine söz kurmak meşakkatli bir iş oluyor.
Herhalde bundan ki, 30 yılı aşkın bir süre zindanda kalan ve görüntüsüyle tam da bilgenin öğrencisi izlenimi veren Veysi Aktaş’ın okuduğu mesaj birilerini fazlasıyla rahatsız etti. Kendi konfor alanlarında Sol üzerine Sosyalizm üzerine söz söyleyip kimse dinlemese de hayatını sürdürenler, bir anda kendilerini Sosyalizm konusunda esaslı bir tartışmanın içinde bulunca, can havliyle eski ezberlerine sarıldılar ve bu sayede uzun bir aradan sonra bir konuşma denemesinde bulundular. Denediler diyoruz çünkü dile gelenler, pek de yeni değildi. Bu tartışmaları bilenler, takip edenler hele ki, toplum kaygısı güdüp, devrimci idealler ile mücadele edenler için söylenenler tekrarın da tekrarıydı. Adeta, kırk yıldır dile gelenlerin bir kez daha yeniymiş gibi söylenişiydi ki, bunların bir karşılığının olmadığı aşikardı.
Önder Apo okunan mesajında şöyle bir tespitte bulunuyor. Hani denir ya, anlayan için bu kadarı yeter de artar diye, tam da o minvalde; ‘Biz bazı temel konularda Marksizm ve Reel Sosyalizm eleştirisi yaparken bir Sosyalist olarak hissettiğimiz şey özeleştiridir.’
Aynı metinde ‘1990’lara gelindiğinde çoğu kesimin Sosyalizmden kaçtığı bir dönemde ‘Sosyalizmde ısrar insan olmakta ısrardır’ diyerek tüm yaşamımı bu umudu yeniden kurmaya adadım’ diyor ki tarih buna fazlasıyla tanıktır.
Şimdi, tuhaf olan Sosyalizmi söz söylemekten ibaret sanıp onu yaşama dönüştürmeyenlerin, Sosyalist teoriyi adeta gerçekleşmesi mümkün olmayan bir ütopya haline getirenlerin bugün kalkıp Sosyalizm adına konuşmalarıdır.
Kuşkusuz, Sosyalist felsefe, Sosyalizm ülküsü hiçbir zaman halkların kapitalizme karşı direniş pusulası olmaktan çıkmadı. Ezilenler için daima Sosyalizm, umudun bayraktarlığını yapan temel perspektif oldu. Bu anlamıyla Sosyalizm her zaman kurtuluşun yegane yolunu gösterdi. Yani insanlığın hafızasında Sosyalist düşünce ilk günkü gibi tazeliğini korudu.
Sorun olan, Sosyalizm adına yola çıkan bazılarının bu ideali yaşamdan kopuk ele alışları, sabah akşam sınıftan dem vurup komünü dıştalamaları oldu. Açık ki, Komün ruhuna dayanmayan, Komünü öncelemeyen bir felsefenin varacağı yer burjuvazinin de başına bela olmuş ‘birey’den ötesi değildir. Bu ‘birey’in günümüzde insanlık için nasıl bir tehdide dönüştüğü ortadadır.
Çok uzağa gitmeye gerek yok. Bu ülkede bir zamanlar Sol değerlerin hâkim olduğu, Solcuların halka öncülük ettiği, Denizlerin, Mahirlerin, İbrahimlerin üzerine yeminlerin edildiği bir yerdi. Bugün ırkçı-milliyetçi güruhların boy verdiği Karadeniz’in bir zamanlar nasıl Sol örgütlerin beslendiği temel bir kaynak olduğu hep anlatılır.
Peki ne oldu da bu düzeyde Sol’a meyleden ülke, bugün milliyetçi -muhafazakar düşüncenin baskısı altına girdi ve inim inim inlemeye başladı. Ömrünü Sosyalist mücadeleye adayan Önder Apo bile biz özeleştiri pozisyonundayız derken bu kadar söz söyleyenlerin bu duruma dair bir özeleştirisi olmayacak mı? Hep yapıldığı üzere konuşur geçerim, zaten dinleyen de yok denilerek bu defa da kendimi kurtarırım mı denilecek? Bir sosyalist gibi konuşup bir kapitalist gibi yaşamaya devam mı edilecek? Bu mümkün olacak mı?
Açık ki, böyle bir imkan da artık ortadan kalkıyor gibi. Önder Apo’nun Barış ve Demokratik Toplum Manifestosu ile başlayan sistemi sorgulama ve bunun üzerinden çözümü geliştirme tartışmaları, İstanbul konferansı ile zirveye çıkmış durumda. Uzun bir aradan sonra, ilk defa bu düzeyde hemen herkes sosyalizmi tartışıyor, komünü konuşuyor, demokratik cumhuriyet üzerine kafa yoruyor, görüş veriyor, öneri sunuyor.
Mesela bunlara göre toplum bir anda kapitalizmden sosyalizme bıçakla kesilir gibi geçiş yapacak. Arası yok, geçiş süreci yok. Halbuki, dillerinden hiç düşürmedikleri Lenin de devrimci faaliyetin asgari koşulu Demokratik Cumhuriyettir diyor. Demokratik cumhuriyet koşullarında devrimci faaliyet yürütülür diyor. Bunu zorunlu bir aşama olarak görüyor.
Sözün kısası, bu tartışmalar Önder Apo’nun manifestosunun tartışılması kadar, bugüne kadar Sol adına, Sosyalizm adına sadece konuşup hiçbir biçimde pratikleşmeyen, yaşamayanların da tartışılması oluyor. Solcuyum, Sosyalistim ama Komünü bilmem, Komünal yaşamam diyenler, bir bir deşifre oluyor. Söylediklerinin kıymeti gün geçtikçe azalıyor. Öyle görünüyor ki, bu tartışmalar toplumsallaştıkça daha fazla anlam kazanacak, diğer tüm alanlarda olduğu gibi Sosyalist mücadele yürütenler için de sadeleştirici bir rol oynayacak. Kekeleyenlerin sesi kısılırken konuşanlar daha fazla dinlenir olacak.









