‘Yeni Nesil Çeteler; Daltonlar, Redkitler, Casperlar’ kitabının yazarlarından Sadık Güleç ile konuştuk:
Zorunlu göçle gelen 90’lardaki kitlenin ikinci kuşak çocuklarının bu çetelerin oluşmasında ya da bu çetelerin içinde olmasında önemli bir etkisi olduğunu düşünüyorum. Araştırma olmasa da, göç mutlaka suç doğurur. Dünyanın her yerinde böyledir
Duygu Kıt
Gazi Mahallesi, Okmeydanı, 1 Mayıs Mahallesi, Gülsuyu… Devrimcilerin, sol sosyalist güçlerin tek güç olduğu mahalleler toplumsal muhalefetin aldığı darbelerle bugün çeteleşmenin merkezi haline gelmiş durumda. Daltonlar, Redkitler, Casperlar… Bu çeteler nasıl büyüdü, gençler neden bu çetelere ilgi duyuyor, nasıl örgütleniyorlar? Özellikle İstanbul’un politik mahallelerinde bu çeteler nasıl güç kazandı? Bu soruların yanıtlarını arayan ve uzun bir emekle işlenen ‘Yeni Nesil Çeteler; Daltonlar, Redkitler, Casperlar’ Sadık Güleç ve Osman Çaklı imzasıyla Tekin Yayınevi’nden çıktı. Kitaba imza atan gazetecilerden Sadık Güleç ile söyleştik.
- Kitabın ana eksenlerinden biri sol mahalle vurgusu. Çetelerin sol mahallelerle bağlantısı nasıl gelişti?
Sol mahalleler dediğimiz yerlerde yeni nesil mafyayı konuşurken şunun altını çizmeye özen gösteriyorum: Çeteler bu mahallelerden çıktı algısının oluşmasını istemem. Bu mahallelerde fark etmemizin temel sebebi şu: Buralarda devletin dışında bir örgütlülük vardı. Türkiye’deki bütün sol siyasi yapılar şu veya bu şekilde bu mahallelerde tutunuyorlardı. Devletin dışında bir ikinci iktidar vardı. Hatta bir dönem Gazi Mahallesi gibi yerlerde ana caddeler dışında devletin kolluk güçleri de çok dolaşamıyordu. Bu ikili iktidar durumundan dolayı bu mahallelerde bu tür yapılar ortaya çıktığı zaman daha görünür oldular. Hasan Ferit Gedik’in öldürülmesi, ondan önce Battal Tepeli’nin öldürülmesiyle fark edilir hale geldiler ve sol grupların da dikkatini böyle çektiler. Ortaya çıkışlarından itibaren de mahallenin sosyal, politik, toplumsal yapısı bu çetelere karşı şu veya bu şekilde harekete geçti. Ama temel handikap şuydu: Bu mahallelerde özellikle 2007, 2008, 2009’lardan sonra sol siyasi yapılar zayıflamaya başladılar. Zayıflamalarıyla birlikte bizzat bu mahallenin gençlerinden oluşan gruplar ortaya çıkmaya başladılar. Bu tür yapıların ortaya çıkmasının esnek koşulları her zaman vardır. Fakat yalnızca ülkedeki toplumsal muhalefetin gerilemesi ile alakalı değil. Bu yapıların da bir takım hataları var ve onlar da bu tür yapıların güçlenmesine sebep oldular. Ama bir de şöyle bir şey var. Özellikle Gazi’de bu tür yapılar bir yanıyla sol siyasi yapıların taraftarları arasından çıktı.
- Peki, buraya nasıl geldiler?
Kadro dediğimiz tiplere baktığımızda hepsinin şu veya bu şekilde bir sol geçmişi var. Ya da Kürt hareketinin belli aşamalarında alt düzeyde de olsa bulunmuşlar. Kendi bireysel çıkarları açısından başka bir yolun içerisine girmişler. Fakat bunu yaparken de bu geçiş bir anda olmamış. Kendi muhalif kimliklerini şu veya bu şekilde yine ifade etmeye çalışıyorlar. Bu da onlara yönelik tepkinin de sanırım daha yumuşak olmasında bir rol oynamış. ‘Mahallemizin çocukları kulaklarını çekeriz, konuşuruz, mahalleden göndeririz’ vesaire gibi daha yumuşak tepkilerle bir şekilde bu yapıların güçlenmesi gerçekleşmiş.
- Sosyalist örgütlerin zayıflaması ve devletin alan savaşıyla birlikte çeteler güçlendi diyebilir miyiz?
Evet bu zayıflama işiydi. Ama dönüm noktası Gezi ve 15 Temmuz’dur. Gezi ile birlikte bu mahallelerde, Türkiye’nin birçok yerinde toplumsal hareketlilik oldu. Ama bu mahallelerde daha bilinçli, daha örgütlü, daha büyük kitle eylemleri oldu. 15 Temmuz’la da ülkedeki olağanüstü hâl ile birlikte her türlü siyasal hareketlilik çok şiddetli bir şekilde bastırıldı. Bu tür politik mahallelerde daha şiddetli bastırıldı. Dolayısıyla oluşan boşlukta çeteler güçlenmeye başladı. Devlet de bu tür yapılara bu mahallelerde izin verdi. Bunun en çarpıcı örneği Gülsuyu’dur. Burada Ezilenlerin Sosyalist Partisi bir günde iki defa silahla taranıyor. Sokaklarda afişe çıkan çocuklar bacaklarından kurşunlanıyor. 200 metre alanda bu kadar kısa zaman diliminde bu eylemler oluyorsa bunların yakalanmamasının mümkünatı yok. Burada bir yol verme olduğunu görüyoruz. Bu da zaten Doğukan Çep’le, Sinan Ateş cinayetinde açığa çıktı.
- Alevi, Kürt çocukları olan, Ahmet Kaya ve Grup Yorum dinleyen bu kişiler devletin kendisinden de ayrı, devrimcilerden de ayrı ama devlet desteğiyle, silah ticaretiyle ilerleyen bir güç haline gelmek mi istediler? Yoksa onlar nezdinde kriminalleştikleri bir süreçle mi gelişti her şey?
Önümüzde toplumsal bir olgu var. Gençliğin bir arayışı var. Ve bu arayış içerisinde kendilerini ait hissettikleri yapıların içerisinde yer alıyorlar. 16 yaşındaki çocuk için bu yalnızca kısa yoldan para kazanma meselesi değil. Kendilerinin bir şeyler yapmış olma hevesi ile genç erkeklik kültürünün bunda çok etkisi var. Dolayısıyla böyle bir çekim merkezi haline gelmelerini çok önemli ve tehlikeli buluyorum. Bu bir yanıyla şunu da gösteriyor: Gençliğin bütün kesimlerinin siyasal, toplumsal her şeyden dışlanmış olmaları, kendilerini oralarda var edememeleri böyle bir akışı da sağlıyor. Ama birileri bu çocukları kullanıyor mu? Böyle bir şeye inanmıyorum. Devletle direkt bir ilişkileri yok. Türkiye’de yeraltı dünyası devletin bir kanadıyla şu veya bu şekilde ilişki içerisinde olmuştur. Bunu Uğur Mumcu’nun kitaplarında çok gördük. Ama bu çocukların ortaya çıkışında direkt bir devletle ilişki içerisinde olduklarını söyleyemeyiz. Bazı yerlerde yol veriliyor. Bürokrasinin yozlaşmasıyla da alakalı bir ilişkileri var. Ama merkezi devlet politikası olarak bu çetelerin desteklendiğinden söz edemeyiz. Bu hep böyle mi gidecek? Elbette böyle hep gitmeyecektir. Toplumsal muhalefetin yükseldiği dönemlerde bu çeteler de devlet tarafından kullanılmak istenecektir.
- Zorunlu göç ve Kürt meselesi üzerinden nasıl bir değerlendirme yapabiliriz?
Öncelikle meseleye köy boşaltmalar, köylerde ve şehirlerde Kürt nüfusunun zorla yerinden edilmesinden bakmak önemli. Bu insanların çoğunun sol bir geçmişi var. Sol siyasi yapılarda bulunup öldürülen çok sayıda çocuk var bu yapılarda. Mesela Fransa’da Halil’i öldüren daha önce sol bir yapıdan, kendisi de o çatışmada öldü. Yine keza Atina’da öldürülen altı kişi vardı. Onların iki ya da üç tanesinin cenazeleri cemevinden kaldırıldı. Hepsi tamamen Kürt ve Aleviler diyemeyiz. Bazı Türkçü gruplar da var. Ama iş birlikteliğe geldiğinde çok rahat bir araya gelebiliyorlar. Zorunlu göçe geleyim buradan. Bu konuda yapılmış akademik bilimsel araştırmalar yok. Esmer Yakalılar’da bazı bölümler buldum. Zorunlu göçle gelen 90’lardaki kitlenin ikinci kuşak çocuklarının bu çetelerin oluşmasında ya da bu çetelerin içinde olmasında önemli bir etkisi olduğunu düşünüyorum. Araştırma olmasa da, göç hele bu kadar kısa zaman dilimi içerisinde gerçekleşirse -ekonomik göç de böyledir- mutlaka suç doğurur. Dünyanın her yerinde böyledir. 80’lerin sonundan 99’lara kadar süren köy boşaltmalar özellikle büyük şehirlerin varoşlarındaki demografik yapıyı hızla değiştirdi. Gelen bu insanların hiçbir şeyleri, gelirleri yoktu. Buralarda kağıt toplayıcılığı yaptılar, işportacılık yaptılar. Bu zorunlu göçün ilk yansımasıydı. Ama suç dünyası açısından yansımasını da sanırım daha yeni yeni görüyoruz.
- Çatışmalı ortamdan batıya göçle çeteleşmenin koşullarının geliştiğini söylediniz. Şimdi bu çeteler tersine göç ile Dêrsim’e, Amed’e geri dönüyorlar. Buna dair bir gözlem, araştırma, bilgi var mı?
İki yıl önce Hakkari’ye bir gezi yapmıştım. Yüksekova’da Daltonlar imzalı bir duvar yazısı gördüğümde şaşırmıştım. Sosyal medya, özellikle TikTok birbirleri ile ilişkiye geçmeleri ve birbirlerini tanımaları açısından önemli bir olanak sunuyor. Dolayısıyla Diyarbakır’da olması, Şırnak’ta olması çok fark etmiyor. Serdar Öktem cinayetinde gördük ki Gaziantep’den on altı, on yedi, on sekiz yaşlarında üç çocuğu İstanbul’a getirip suikast yaptırabiliyorlar. TikTok’ta bu çetelerin yaptığı paylaşımlara yapılan yorumlarda her yerden çok sayıda çocuğun çetelere katılmak, o masada olmak istediğini görüyoruz. Hayranlık ifade eden paylaşımlarda bulunuyor. Bu da gösteriyor ki artık mesele yalnızca İstanbul’un varoşları değil. Kürt şehirlerinde de, Diyarbakır’ın yoksul mahallelerinden de çok sayıda taraftarları var. Bu yanıyla toplumsal bir olguya karşı, sosyolojik bir olguyla karşılaşmış durumdayız. Bunun üzerine düşünmek gerek.
- Bahsettiğiniz ilk dönemlerde devrimciler katledilince çıkan ses bastırılmak istenirdi fakat bu çetelerin hareket alanı şimdi Serdar Öktem, Sinan Ateş ya da devlet kanadındaki siyasilerin de öldürülmesine evirilen bir sürece ilerledi. Bunu nasıl yorumlamak lazım?
Bir iki yıldan beri çok dikkatli bakıyorum bu çetelere. Bir geleneksel mafya var: Sedat Pekerler, Çakıcılar, Sarallar, Şahinler. Bu grupların bu çetelerle bazen basına da yansıyan çatışmaları var. Atina’da altı kişi öldürüldü Sarallar tarafından. Bu çatışmaların büyük gruplar adına gençlerin taşeron olarak kullanılması neticesinde olduğunu düşünüyorum. Aynı şekilde, Serdar Öktem gibi devletle ya da milliyetçi çevrelerle ilişkisi olan kesimler bu çeteleri kullanıyorlar. Sinan Ateş cinayeti böyle bir cinayet. Doğukan Çep Gülsuyu çetesi üyesiydi ama cinayeti gerçekleştirdiğinde Gülsuyu çetesi dağılmıştı. Ki Gülsuyu çetesi bu anlamda çok önemli. Çünkü bilinenin tersine taraftarları arasında o dönem şu veya bu şekilde muhalif örgütlerde bulunmuş çocuklar var. Dolayısıyla belli ki bu çocukları gerektiğinde kullanmak için bir takım bağlantılar var.
- Güncel siyasi arenada gözüken, öngörülen tablo hakkında ne söylenebilir?
Son olarak olumlu örnek söyleyeyim. Mesela 1 Mayıs Mahallesi’nde bu çeteler çok güçlenmedi. Çünkü oradaki toplumsal yapı bir şekilde bunu bastırdı. Bu ayrıca incelenmesi gereken bir şey. Yapılar ilk çıktığında, siyasi örgütler tarafından eski taraftarları olduğu için Alevi kimlikleri, sol kimlikleri, ailelerinin geçmişte şu veya bu şekilde devrimci mücadeleye katkılarından dolayı çok sert karşılıklar görmediler. Volkan Rençber’in babası Türkiye Sosyalist Hareketi’nin en büyük gruplarından biri, bölgesel düzeyde de tanınan, devrimci geçmişi olan bir isim. Aileler çok iç içe olunca bir anda karşılarına çıkan faşist bir gelişmeye verdikleri tepkiyi verememişler. Bu da nedenlerden birisi.
Sonuç olarak bu iş ‘ekonomik kriz var bu oldu ya da birileri bu çocukları kullanıyor’ gibi basitliklerle anlaşılamaz. Önümüzde yeni bir sosyolojik olgu var. Bu olgunun ortaya çıkmasında mimari bile etkili. Mesela Esenyurt kentsel dönüşüm yapılan yerlerden biri güya. Çok dar sokaklar, otuz katlı binalar, her katta dört daire, binlerce insan. Dolayısıyla artık buralarda başka bir sosyolojik olgu gelişiyor, başka bir toplumsal yapı gelişiyor. Eskinin küçük dayanışmacı ağları parçalandığı için de buna müdahale etme şansı şu anda yok.









