Birkaç gün önce bir arkadaşım, Mina’nın babası Hazan Sakarya aramızdan ayrıldı. Kalbi yaşadıklarına yenik düştü. Acımasızca süren, her geçen gün ağırlaşan yaşamda nice kayıplardan, nice hikayelerden biri Hazan’ın hikayesi, torununa babalık yapan, renklerine aşık olduğu taşları kolyeye çevirerek sabahın kuşluk vaktinden gecenin yarısına kadar çalışan, siyaseten ayrı düşünsek de yıllardır siyasi tartışmaları o rengarenk taşlar arasında, tezgahında sürdürdüğü emeğinin etrafında kıyasıya tartışarak dostluğumuzu sürdürdüğüm arkadaşımın anısına yazmak istiyorum bugün.
Yaşam ve yaşam alanları için şirketlere verilirken, iktidara karşı mücadele yürütenlerle derelerin kenarında, köyün kahvesinde, okulunun avlusunda buluştuğumuz dönemde; Hazan tartışmalarımızda mücadele yürüten, yaşam alanlarını koruyan kadınlar için isim koymuştu; Su perileri. -Hoş geldin su perisi, dünden bu yana çoğaldınız mı- diye başlardı sohbet, içine siyasi ve ekonomi politik kararlarının işaret ettiği süreç öngörülerini de alarak sürerdi.
Yaşamı koruyan, özgürleştiren, para- meta- para perspektifini ile değil ekoloji siyasetini önceleyen, en son kendisi için yaşayanların anısına olsun yazmaya çalışacaklarım. Keşke zamanı geri alabilsek diye düşündüğümüz sonsuzluk yolculuğuna uğurladıklarımızın anısına ve de…
Derelerin bir yandan şirketlere verilmeye başladığı anların, enerji şirketlerinin, maden işletmelerinin, inşaat şirketlerinin (yol, köprü, havalimanı, yapı işgalleri ile) yaşam alanlarını tarumar etmeye başladığı süreci beraberinde getireceği gün gibi ortadaydı. Tümü; suya ve su havzalarına hâkimiyetin, şirketler tarafından paylaşımın, sermayenin kendini yeniden yeniden üretiminin, yaşamın giderek yok olmasının 2008 kapitalist kriz sonrasında hızla artışıydı. Yaşananlar suyun ve su havzalarının sermaye birikimine sokulması kararının deklare edildiği BM 1992 Dublin, Rio konferansları, 1996 Dünya Su Konseyi’nin kurulması ile birlikte Türkiye’nin siyasi ve ekonomik kararlarına uygulamalarına sokulmaya başladığı dönemi de içine alarak hızla arttı. Müdahalelerin hızına denk düşmese de suyun ve su havzalarının ticarileştirilmesine karşı yaşamı, suyu, deresini koruyan yöre halkının, ekoloji mücadelesi sürdürenlerin mücadelesi de aynı hızla yükseldi.
Bugün iklim zirvesine katılan AKP başkanı- Cumhurbaşkanı ormanların arttırıldığını belirtiği, katıldığı iklimin sınır tanımadığını belirtir inanılmaz “anlamlı”, “bilgi”li sözlerinin eşliğinde aynı uluslararası zemine (BM İklim zirvesine) Türkiye’deki sonuçları ile geri döndü. Kapitalist sistemin her türlü saldırısını geri dönüşümsüz yaşadığımız, hektarlarca ormanlık alanın İda Dağları’nda, İstanbul’un kuzey ormanlarında, Munzur havzasında, Sivas Kangal’da, Murgul’da, Cerattepe’de, Mardin Mazı’da ve ülkenin her köşesinde yok edildiği ülkede; bu müdahalelerin sorumlusu olan siyasi iradenin temsilcisi BM’den aldığı yetkiyi yerine getirmenin verdiği güçle olsa gerek yeni sermaye üretimlerine hazır olduğunu sadece ülkede yaşayan halklara değil dünya halklarına açıklıyor.
Suyun paylaşımının yapıldığı üretimlerin önümüzdeki süreçte hızlanarak süreceği açık. Siyasi iktidarın yetkili kurumların duyurularında Karadeniz yeşil yol projesi ile başlayan, metaların taşınım hatları, ve maden, enerji üretimlerinin taşınım hattı olan yolların yapımına hız verileceğini bu ilanlarda görmeniz mümkün.
Karadeniz’de Amasya, Sivas, Tokat illerinde, Turhal, Reşadiye, Almus bölgesinde meralardan, tarım alanlarından, ormanlardan geçen, doğal alanları ve yaşamı orta yerinden ayrıştıran Merzifon Gürbulak Otoyolu için Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ÇED Olumlu kararı verildi. Suların, dağların, o ßrmanların, yaşam alanlarının delik deşik edileceği otobanlar bölgede yaşayan halkların yaşamına hançer gibi saplanacak.
Yaşam savunucuları, ekoloji siyasetini yaşamına ekleyenler, yaşamı koruyanlar buna geçit vermeyecektir.
Dayanışmayla…