Bu yıl on beşincisi yapılan Dersim Kültür Festivali’ni izlerken Dersimliler Dersim’e, Dersim’le dile gelen veya getirilmeye çalışılan kültürlerine, inançlarına dair acaba ne düşünüyorlardı? Bu soruyu kendime sorarken acaba hayli abes bir soru mu oldu, diye düşünmeden edemedim. Doğru ya Dersim var, Dersimliler var. Dahası Alevilik var, Aleviler vardı Festival’de. Onların dışında Kürdistan’ın, Anadolu’nun farklı yerlerinden farklı inançları temsilen insanlar da vardı, ama ne de olsa festivalin adı Dersim olarak belirlenmiş. Yanlış da değil. “Biz ne Horasan ne de Tunceli’yiz diye de bir şiar belirlenmiş bu yıl için, isabetli de olmuş aslında ama bu da tek başına Dersim’i anlatmaya yetmiyor kanımca.
Dersim’i yalnızca Alevilik olarak tanımlamaya çalışan ifadeler son derece sıkıntılı. Dersim’i sadece Kürtlük olarak tanımlamaya çalışan ifadeler de öyle. Bir de yalnızca sol- sosyalist ile tanımlamaya çalışanlar var. Sol-sosyalizm ezel-ebed bu topraklarda varmış gibi güzelleme yapanlar da hiç az değil yani. Ermeni yurdu, Kürt yurdu, Alevi yurdu, sosyalizm yurdu… Bir de tabii devlet yurdu, diğer bir ifadeyle CHP’lilik. Şimdi bir de yeni türeyen AKP’lilik… Alevilerin dilinde olmayan “dede” bile neredeyse meşrulaştığına göre… Pir’i ticaretin yeni kapısı haline getirenler de hiç az değil. Cem’lerini “Fatiha” ile açan “Pir”in hangi Aleviliği bildiğini veya icra ettiğini devlet bilir ama bizim Pir bilmez. Heyhat! İkrarın ve ibadetin tanımını bunca muğlaklaştıranlara az rastlamadığınız gibi “bilimsel” yorumun çokluğu karşısında da şaşıracağınızı pek sanmıyorum.
Çokça anlatılageleni tekrarlarsak, neredeyse bir ailenin nüfusu kadar örgüt adının aynı eve sığdığı bir mekan ve kimlik tanımı. Maoist, Stalinci, Marksist- Leninist, Enver Hocacı, Troçkist… Dersim reel sosyalizmin bütün fraksiyonlarını bulabileceğiniz bir yer yani. Daha doğrusu tarikatlarını. İslam’ın tarikatları olduğu gibi reel sosyalizmin tarikatları neden olmasın? Hristiyanlığın çeşit çeşit tarikatları olduğu gibi “bilimsel” ideolojinin farklı yelpazeleri neden olmasın? Alevilik kurumsallaşan bir inanç, diğer bir ifadeyle din olsaydı onun da böyle tarikatlarından söz edebilecektik belki. Var olanları farklı yorumlar olarak ele alırsak karşımıza devasa bir krizin, kimlik krizinin çıktığından emin olabilirsiniz.
Yine de sormak gerekiyor, bütün bu ifadeler, bütün bu kimlik tanımlamaları bir zenginlik mi yoksa bir yoksulluk mu? Bir panelin kısacık bir diliminde hepsini birden gördüğünüzde ilk başta muazzam bir tartışma, fikir zenginliği var diyebilirsiniz. Fakat zaman biraz ilerlediğinde aklınızın hangisi ile meşgul olmak istediğini bulamayabilirsiniz. Aklın akılla yarıştığı bir mekanda zamanın parametreleri tarih ve güncel arasında gidip geliyor ki, haksız sayılmazsınız. Hiçbir şey söylenmemiş gibi davranamazsınız, ama çok şey söylenmiş gibi de yaklaşamazsınız. Eğer bu tartışma güncel politik sahaya doğru geliyorsa bunca bakış ve söylem zenginliğinin tam bir demokrasi olduğunu düşünebilirsiniz. Ne de olsa eğer bir Dersimli iseniz hemen her konuda bir fikrinizin olduğunu iddia edenler olabilir. Erdoğan’ı yeniden seçtirmek için düzenlenmiş bir oyunun kurgusunu kuranlardan, savaş dışında devletle konuşulacak bir şeyin olmadığını iddia edenler arasında gümbür gümbür bir politik program rekabeti olduğunu söyleyecek değilim elbette. Bayrağın söylemlerden daha büyük bir şekilde göndere çekilmesi ile söylemi eylemin, eylemi on sekizinci yüzyıl teorilerinden atıfla hiç bitmeyen bir yürüyüş şekli olduğu konusunda rozet, bayrak, kitap ve mikrofon metaforunda “Alevilik”, “sosyalizm”, “demokrasi” aramanın faydası var mı, bu da ayrı bir konu tabii.
Şu konuda neredeyse eminim, ortada tanımlanmamış bir Alevilik var. Herkesin bir Alevisi var ama Alevilik yok. Dahası kendisine Alevi denilmiş olanlar var, ama kimin Alevisi olduğu hayli muallak kalıyor. Raya Heq’in mi, Kürtlüğün mü? Aşiret ve kabilenin mi? Ali’nin mi Pir’in mi? Peki özgür ve demokratik olanı nerede veya nasıl tanımlayacağız? Diasporadaki aydınına bakalım, musikisini icra edeni, edebiyatını yapanı, siyasetiyle uğraşanı Cem’de cem olamıyor ne yazık ki! Yani toplumunun özgürlük ve demokrasi, toplumunun yaşam ve kurumsallaşma sorununun kıyısında dolanıp duruyor. Soykırıma uğramış bir kültürün kendini yeniden tanımlaması ifadeye kavuşturması ve inşa etmesi kadar zor bir şey olmamalı herhalde. Cem’in yenilenmiş, güncellenmiş inşasını dahi düşünemiyor, düşünse de pratikleştiremiyorsa soykırımın ardından kalanın toplumundan ayrı kalmış birey gerçekliğidir. Birey olarak çok iyi müzikler yapılabilir, edebiyat yapılabilir ama toplumu olmadıktan sonra merhem bile olamaz. Cem’i toplumun yeniden kendini ifadesi ve kurumsallaşması gerçekliği olarak dönüşüme tabi tutamayacak kadar çakılıp kalanların orta yerde dolandığı bir gerçeklik var orta yerde.
Özgürlük Hareketi’nin teslim olduğunu, Sünnilik ile anlaştığını, Alevilik ile ilişkisinin olmadığını iddia edenlerin dillerinin zehirli ve kirli olduğu açık. Kendisine dair aklı ve inancı olmayanların dilidir bu. Aleviliğin nerede olduğu, nerede durduğu ve nasıl yaşadığı- yaşatıldığı görülmek isteniyorsa Dersim’in rafine tarih ve toplum anlatısı olan Ali Haydar Kaytan ve Rıza Altun’a bakılırsa görmek hiç de zor olmayacaktır.
Yaşantısı ve anlatısı köyü ve çevresindeki toplumuyla sınırlı olan, kendini yalnızca “Alevi” diye tanımlamaktan fazla bilinci olmayan anam 1990’lı yılların ortalarında bir gün görüşüme geldiğinde söylediği şu sözün hakikat payının çok daha yüksek olduğuna eminim. “Bu çocuklar olmasaydı kendimize Alevi bile diyemeyecektik bugün.”
Bir, Yaşanan bir kimlik krizidir. Çoklu krizin en çok yansıdığı alanların başında gelmektedir.
İki, Kimliğin hem inançsal hem de ulusal inşası mutlaka yapılmak durumundadır.
Üç, Özgürlük ve demokrasi eğilimi ile doğru bağ kurmadan kendini yaşanır ve kurumsallaşır hale getirmesi mümkün değildir.
Dört, Yeni dönemin en dinamik toplumsal gücü olarak demokratik siyaseti çok kapsamlı yürütmek durumundadır.
Dersim’in ve Aleviliğin sadece duyguya hitap eden değil, toplumsallığımızın, özgürlük ve demokrasimizin niteliğini de son derece etkileyebilecek ve dönüştürebilecek zihinsel ve maddi bir kuvvet olduğunu bilerek hareket etmek gerekmektedir.