Kapitalizm, uzun yıllardır süren ekonomik krizi aşmak adına ellerinde biriken devasa sermayeyi yeniden değerlendirmekte güçlük çekiyor. Ayrıca, kapitalist dünyanın ekonomik büyüme oranı yüzde 2-2.5 ortalamasına oturduğu ekonomistlerce belirtiliyor. Bu büyüme oranı kapitalizmin yaşadığı krizin en önemli nedeni. Kapitalizmin büyüme süreci tahakküm ve sömürüden başkaca birşey değil. Dünya da ortaya çıkan ekolojik krizin giderek artması kapitalizmin ölümcül yüzünü tamamen ortaya çıkarmış durumda. Büyük bir AVM’ye dönüşen dünyada pazarlar yayıldıkça, değdiği her yerel pazarı yok etti. Üretim, tüketim ve insan ihtiyaçları giderek uluslararası bir nitelik kazandı.
Neoliberal uygulamalarla birlikte sermaye için sınırlar kaldırıldı. Belli merkezlerde ve ellerde yoğunlaşan sermaye, kapitalistlerin üretim kapasitelerini sonuna kadar kullanmasını, yatırım riskini dağıtarak halkın sırtına yıkılmasını sağlayan ve yatırımlarını güvence altına alan finansal piyasalar oluşturuldu ve sömürü giderek daha da genişledi. Kapitalist büyüme doğal kaynakları neredeyse tükenme noktasına getirdi. Sınırlı bir doğal alana sahip olan dünyada bu sürecin sürdürülemez hale geldiği ise artık daha net görülmeye başlandı.
Sermaye için yaratılan özgürlüklerin en büyük etkisi doğal yaşamda kendini göstermektedir. Sömürüye tabi tutabilecekleri alanların her geçen gün azalması ve bu sömürünün ısrarla devam ettirilmesi halinde ise çok daha büyük ekolojik krizilerin ortaya çıkacak olması, kapitalist dünyanın bir çıkmaz içinde bocaladığını açıkça gösteriyor. Bu tıkanıklığı ise savaşlar üzerinden yeni birikim alanları yaratmak ve belli sermaye güçlerinin dünya üzerinde hakimiyetini kesin bir biçimde hakim kılma hedefi içinde, ‘dünya faşizmini’ inşa etmek sermayenin hayallerini süslerken, Türkiye gibi bazı ülkelerde faşizm kurumsallaştırılmaya başlandı.
Türkiye’de tüm karar verme süreçlerinin bir kişinin inisiyatifine bırakılması yaşanırken, yarın yapılacak olan seçimler sonrası çok büyük bir ekonomik krizin ortaya çıkacağı beklenmekte. Bu krizi aşmanın bir tek yolu, halkın ve doğanın çok daha fazla sömürüye tabi tutulması olacak. Eski Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı olan ve hazinenin başına getirildiği ilk günlerde konuşan Berat Albayrak, “En bakir ve gelişmeye açık alanımız maden. MTA özel işbirliğiyle ortaklıklar kurulacak ve bölgesel aramacılık noktasında da bir süreci başlatacağız. Türkiye jeofizik haritası 2018’de tamamlanıyor. Tüm Türkiye coğrafyasının röntgenini çekip madencilikte sahip olunan kaynakları göreceğiz. Bir sonraki adım jeokimya haritası… İlk sonuçlar gelmeye başladı. Türkiye’nin taşı da toprağı da altın inşallah” sözleriyle, dünya kredi fonlarının özel ilgi alanına işaret ediyordu.
Albayrak’ın MTA-şirket ortaklıklarına vurgu farklı bir boyutta ortaya çıktı. MTA geçtiğimiz gün, ruhsatlı maden sahalarındaki keşfedilmemiş doğal kaynakları ekonomiye kazandırmak amacıyla, özel işletmelere arama, analiz, sondaj gibi hizmetler için finansman sağlanacağını açıkladı. Türkiye coğrafyasının yüzde 90’ının maden fotoğrafının çekildiği Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Fatih Dönmez tarafından açıklandı. Türkiye yüzölçümünün yüzde 60’ı yani 470 bin km2’ye yakın alanında maden lisansları çıkarıldığı ise uzun süredir biliniyor. Türkiye’de madenler için 55 bin adet saha belirlenirken, 593’ü yabancı olan binlerce şirkete maden ruhsatları dağıtılmış durumda. Karadeniz’de turizm adı altında Samsun’dan Artvin’e uzanacak, yaylaları ve dağları birbirine bağlayacak olan yolun işaretlenmiş olan maden alanları için yapıldığı ise gizlenen bir gerçek. Bakanlık daha önce maden şirketlerinin altyapılarının Valiliklerce yapılacağı kararının bir uygulaması olduğu görülen bu yolun bin km’si ise tamamlanmış durumda. Diğer yandan küresel ısınmaya etkisi açıkça ortaya çıkmış olan termik santrallerde ısrar sürerken, bu ısrarın başlıca nedeninin ise, kömür madenciliği ile sermaye yapılarına maden ve enerji sektörleri için büyük bir yağma alanı açma gayreti ortaya çıkmakta.
Dünya da süren krizin Türkiye’de çok daha derin olarak yaşandığı ve daha da kötüleşeceği şimdiden belli. Uluslararası ve Türkiye uzantısı büyük sermayenin ihtiyaç duyduğu doğa yağma alanlarını açma gayreti içinde olan mevcut iktidar, Türkiye halklarının ve doğanın geleceğini yok edip ipotek altına veriyor. Bu durum ise 2030 yılında çok daha yakıcı hale gelecek olan küresel ısınmanın sonuçları, içinde yaşadığımız coğrafyada çok daha derinden hissedilecek.