Yıldönümü münasebetiyle sanırım, bugünlerde Menemen olayı ve Yedek subay Fehmi Kubilay’ın katledilmesi, özellikle CHP ve ‘laiklik’ savunusu yapan kesimlerde gündemdeydi. Son süreçlerde DAİŞ ve Hizbul-Kontra vesilesiyle gözümüz alışmıştır belki de, Kubilay olayı Cumhuriyet tarihindeki en bilinen ‘kafa kesme’ olayıdır aslında.
Olay biliniyor. Tipik bir Şeriatçı gösteri. Sabah namazından sonra yeşil sancak açıp kendini Mehdi ilan etme, Halife’nin geri geleceği efsanesi, vs. her şey var işin içinde. Belli bir aşamada askeriye duruma müdahale ediyor, öğretmen-yedek subay Kubilay, anlaşıldığı kadarıyla biraz iyimser bir davranışla birliğinden ayrılıp konuşmak için aralarına giriyor ve vuruluyor. Yaralı halde kaçıp cami avlusuna sığınıyor; ancak arkasından yetişen Derviş Mehmet ve arkadaşları, testere ağızlı bağ bıçağıyla Kubilay’ın başını bedeninden ayırıyor. Daha sonra da kesik başı bayrak sopasına geçirip gösteriye devam ediyorlar; arada iki de bekçi ölüyor. Nereden bakarsan bak vahşet yani.
Sonra ordu müdahale ediyor, sanıklar yakalanıyor, sıkıyönetim ilan ediliyor. Mahkemeler kuruluyor. Mahkeme dediysek, normal mahkeme değil, o zamanlar ‘Divanıharp’ diye telaffuz edilen askeri mahkeme. Mahkemenin başkanı da tanıdık biri: 1. Kolordu Komutan Vekili General Mustafa Muğlalı! Hani şu, 1942’de Van’ın Özalp ilçesinde 33 Kürt köylüsünün kurşuna dizilerek katledilmesinin emrini veren adam. Ahmed Arif’in destanını yazdığı 33 kurşun vakasını herkes hatırlar, o işte. Muğlalı’nın da sonu pek parlak olmamıştı bu arada. Yargılandı sonradan, 71 yaşındayken cezaevinde yaşamını yitirdi.
Cumhuriyet böyle bir şey. Kullan-at sistemini seviyor Cumhuriyet’i yönetenler. Topal Osman da epey ‘işe yaradıktan’ sonra tasfiye edilmişti.
Bunlar mazide kalan işler elbette ama ‘tekerrür’ diye bir şey var, o fena.
Tekerrür deyince de insanın aklına hemen iki isim geliyor: Fethi Şahin ve Sefter Taş…
Menemen kınayıcıları hatırlar mı o videoyu? 2016’da DAİŞ tarafından yayınlanmıştı. Hepimiz izledik o günlerde mmalesef. Şahin ve Taş, ikisi de TSK askeriydi ve DAİŞ tarafından yakalanıp, önce boyunlarına ip bağlanarak aşağılayıcı şekilde dizüstü yürütüldüler, sonra da yakılarak katledildiler. Sefter’in en son ‘anne’ diye ağlayışı bugün hâlâ kulağımdadır. Sefter Kürttü. Iğdır’ın Aralık ilçesinden. Fethi ise Konya’nın Çumra ilçesinden. O günlerde Savunma Bakanı Fikri Işık, yarım ağızla olayı kabul edip “teyit edilmiş bilgi değildir” derken, dönemin Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş ise olayı propaganda olarak göstererek “medyadaki bazı arkadaşlar da ayaklarını denk alsınlar. Uyduruk görüntülerle halkı galeyana sürükleyemezler” demişti. Zamanın Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın ise sorulara yanıt bile vermemişti.
Peki, sonra ne oldu? Video kaydı üzerinde yapılan incelemelerde katillerin kimlikleri belirlendi. Ön plandaki DAİŞ’linin Talip Akkurt olduğu saptanırken arka plandakiler de Hasan Aydın ve Muhittin Büyükyangöz olarak açıklandı. Türkoğlu Türkler yani!
Hasan Aydın’ın 2012 ve 2015 yıllarında olmak üzere iki kez gözaltına alındığı ve serbest bırakıldığı ortaya çıktı. İlkinde Adana’da El Kaide üyeliğinden gözaltına alınıp serbest bırakılan Aydın, 2015’te Hatay’dan Suriye’ye geçmek isterken durdurulmuş, araçta askeri malzemeler ve insansız hava aracı ele geçirilmiş, daha sonra çıkartıldığı mahkemece adli kontrol şartı ile serbest kalmıştı.
Asıl çetebaşı Talip Akkurt ise Türkiye gibi ‘DAİŞ sever’ bir ülkeye geçmeyi akıl edemediği için kendisini bekleyen akıbetten kurtulamadı ve trajik olmalı, 7 Haziran 2018’de YPG tarafından cezalandırıldı.
Peki, aynı günlerde ‘laiklik koruyucuları’ ne yapıyordu? Onlar ‘Fırat Kalkanı’, ‘Zeytin dalı’ diye adlandırılan operasyonlar için mecliste yapılan oylamalarda el kaldırmakla meşguldüler. Kobanê kuşatılmışken, yüzlerce genç insan orada kanlarını akıtarak barbar sürülerine karşı vatanlarını (ve siz farkında değilsiniz ama laikliği de!) savunurken, siz hâlâ ‘törörö’ gevezelikleri yapıyor, peşmergelerin geçişine bile yaygara koparıyordunuz. Suriye’nin en laik kentlerinden olan Efrîn’den 300 bine yakın insan göçertilirken ve bir karış sakallı çeteler kadınlara sokağa çıkma yasağı getirirken de ‘Yenikapı’ hizasındaydınız. Devletlû muhalefet olarak ‘laiklik’ diye bir put yapıp acıktıkça yerken, DAİŞ’ten her kurtarılan köyde kadınlar çarşaflarını çıkarıp rengârenk elbiseleriyle şarkılar söylüyordu.
Geldik bugüne. Şam’da üzerine takım elbise kravat iliştirilmiş cihatçılar koltuklarında oturuyor; çok kızıyorsunuz buna ama yine işler ÖSO’nun her gün devam ettirdiği saldırılara gelince görmezlikten geliyor, ‘laiklik’ diye mızıldanmakla yetiniyorsunuz. Yine dönüp dolaşıp Orgeneral Muğlalı hasretiyle yanıp tutuşuyorsunuz.
Ama bitti artık. O dönem kapandı. Laiklik ‘elden’ gitmiyor; çünkü gideli çok oldu. Siz o maçı Kobanê’de, Efrîn’de kaybettiniz; şimdi uzatmaları oynuyorsunuz.
Bu maç, uzatma dakikalarında ‘döner’ mi? Döner. Ama şunu öğrenmeniz kaydıyla: Hayat, ne dün ne de bugün iki seçenekten ibaret değil. Kubilay’ı kesen Derviş Mehmet’le Kürt köylülerini kurşuna dizen Mustafa Muğlalı arasında bir tercih yapmak zorunda değilsiniz. Bu topraklarda, gerçekten laikliği savunan devrimci güçler var ve onlar bunun için canlarını ortaya koyuyorlar.
Yine de siz bilirsiniz ama. Her yıl 23 Aralık’ta şatafatlı yazılar yazarak panellerle Kubilay anmaları yapmaya devam edebilirsiniz. Bir gün Kubilay mezarından çıkarsa yalnız, size Sefter’i de sorar, Konca Kuriş’i de, Arîn Mîrkan’ı da…
“Tarihi ‘tekerrür’ diye tarif ediyorlar / Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?”
Ben demiyorum; Mehmet Akif diyor. Elçiye zeval olmaz.