Ve bayram geldi. Kurban Bayramı bu kez. Öncelikle bayram, herkese sağlık ve barış getirsin! Bayramın Kurban Bayramı olması nedeniyle hayvan yetiştiriciliği politikalarından az biraz söz edeceğim izninizle.
Hayvancılık politikalarında yapılan birkaç makas değişikliğiyle ciddi kırılmalar yaşandı. Her kırılma bir sonraki kırılmayı besledi. Sonunda hayvan yetiştiriciliği, fason hayvancılığa dönüştü. Birlikte izleyelim.
İlk kırılma: Endüstriyel tarım, mekanizasyon, mera talanı
Marshall Planı döneminde bedava yem kaynağı olan meralar, traktörleşme ile birlikte ağalar tarafından talana uğradı. Bu talan günümüze kadar hız kesmeden devam etti. AKP hükümetleri döneminde mera talanı iyice vites büyüttü, gaz pedalı köklendi. Bunun üzerine mera tahribatı roketlendi. 1950’li yıllara girerken 40 milyon hektar olan mera varlığımız şimdilerde 11-12 milyon hektara geriledi. Böylece hayvan yetiştiricileri için yem bedava olmaktan çıktı. Ki yem hayvan yetiştiriciliğinde maliyetin yaklaşık %70’ini oluşturmakta.
İkinci kırılma: Destek yönünün değiştirilmesi ve fason üretime geçiş
Serbest piyasaya geçiş ile birlikte Türkiye ot durumuna uygun olan koyun yetiştiriciliği değil de yüksek boylu ot ile beslenen sığır yetiştiriciliği desteklendi. Desteklemelerdeki bu direksiyon kırma işi bedava olmayan, satın alınma yoluyla temin edilen hazır yemi zorunlu kıldı. Hazır yemin hammaddeleri de dışarıdan, yani ithal etme yoluyla sağlanmakta. Yem hammaddelerindeki bu dışa bağımlılık, et ve süt fiyatlarını uçurdu. Meralarını değerlendirmeyen, yemini üretemeyen Türkiye, hayvancılıkta fason üretime mahkûm oldu.
2010 yılından bu yana dışa bağımlılık nedeniyle canlı hayvan ve hayvansal ürün ithalat fiyatları ile hayvansal ürün fiyatları pik yaptı. Fason üretim ile olmayacağı, olamayacağı biline biline, pembe tablo söylemleri ve ninniler eşliğinde yanlışta ısrar sürdü.
Üçüncü kırılma: İthalata ve ithal sığır etine bağımlılığın pekiştirilmesi
Bir yandan yapılan ithalatlarla fiyatlar düşecek denirken diğer yandan her gelen bakan, “2-3 yıl sonra ithalat yapılmayacak, hayvansal ürün ihtiyacı ülke içinde yapılacak üretim ile karşılanacak” diyerek ninniler söyleyip durdu. Yaşadığımız üzere, bu politikalarla ne yem ne hayvansal ürün fiyatları aşağı çekilebildi, ne de ithalat son buldu. Ama yerli üretim koyun eti alışkanlığından fason üretim sığır etine geçildi. Hem sığır eti “müptelalığı” hem ithalat bağımlılığı, böyle pekiştirildi.
Görüldüğü üzere; hayvancılıktaki bu fason üretim ve ithalat politikalarıyla düzlüğe çıkılabilecek gibi değil! Niye böyle söylüyorum? Çünkü son 23 yılda tarım bakanlığı görevi yürütenlerin ithalat rakamlarına baktığımızda umut var olamıyoruz da ondan.
Rakamlarla Tarım Bakanları
– Prof. Dr. Sami GÜÇLÜ (25 Kasım 2002- 3 Haziran 2005): 2 bin 256 büyükbaş (en az),
– Dr. Mehmet Mehdi EKER (2 Temmuz 2011- 28 Ağustos 2015): 1 milyon 412 bin 468 büyük baş,
– Kutbettin ARZU (28 Ağustos 2015- 24 Kasım 2015): 95 bin 391 büyükbaş,
– Faruk ÇELİK (24 Kasım 2015- 19 Temmuz 2017): 1 milyon 10 bin 333 büyükbaş,
– Ahmet Eşref FAKIBABA (19 Temmuz 2017- 9 Temmuz 2018): 1 milyon 250 bin 514 büyükbaş,
– Dr. Bekir PAKDEMİRLİ (10 Temmuz 2018- 04 Mart 2022): 2 milyon 4 bin 972 büyükbaş,
– Prof. Dr. Vahit KİRİŞCİ (04 Mart 2022-04 Haziran 2023): 235 bin 699 büyükbaş,
‐ İbrahim YUMAKLI (04 Haziran 2023-): 1 milyon 180 bin 752 büyükbaş, ithalatına ulaşmış durumda.
Hayvancılık tahribatındaki tablo bununla da sınırlı değil.
Buyurun tablo
İşte hayvancılık ahvali bu tabloda resimli. Çözüm; üretim, üretim, yerel üretimde alenen gizli!