Son altı yılda her yıla birden fazla seçim düştü. İktidar, beğenmediği seçimi yeniliyor, yerine kendine uygun şartlarda yeni bir seçim yapıyor. Aslında ne hukuken geçerli bu ikinci seçimler, ne de ahlaki bir temeli var. Üstelik iktidar partisi, seçimleri kazanabilmek için gerek ekonomik, gerek toplumsal alanda her türlü olumsuz icraatı yapmayı kendi hakkı sayıyor ve daha çok şiddetten, içte ve dışta savaştan kaçınmamakta, seçmen kaydırmaktan ölülere oy kullandırmaya kadar her yola başvurmaktan geri durmamaktadır.
Tüm bunlara tüy diken şey de İstanbul seçimleri. İktidarın güdümündeki sözüm ona bağımsız en üst yargı kurumlarından biri olan ve seçimlerin onurlarına, vicdanlarına, hukuk bilgi ve deneyimlerine teslim edildiğini bildiği varsayılan Yüksek Seçim Kurulu, sanki bu teslimiyetin mutlak ve keyfi olduğu, dilediğine dilediği gibi yetki verme hakkına sahipmiş havasında kendi içtihatlarına da aykırı biçimde İstanbul seçimlerini, yalnızca Büyükşehir Belediye Başkanlığı için iptal etti.
Her şeyi “devletin ali menfaatleri” adına sineye çeken muhalefet ise YSK’nin sonradan iptal gerekçesini de ortadan kaldırdığı bu hukuk ve ahlak dışı gerekçesinin tamamen gayri meşru kıldığı seçimleri geçerli saydı ve yeniden seçime gidiliyor.
Seçim, görüldüğü gibi iki aday arasında geçiyor ve çok hareketli bir propaganda dönemindeyiz. Dört gün sonra dananın kuyruğu kopacak ve biri kazanacak. Tabii iktidar bloku gene bir engel çıkarmazsa.
Seçimlerin en belirgin sorularından biri de İstanbul’da yaşayan iki milyonu aşkın Kürt seçmenin kime oy vereceği. İktidar blokunun gerek Suriye ve Irak’taki Kürt bölgelerine karşı tutumu, gerekse içte Kürt illerindeki bölücü, ötekileştirici ve sömürge yönetimlerinde bile rastlanmayan ayrımcı politikaları Kürtlerin gözünden kaçmamaktadır.
Kürt oylarının belirlenmesinde en büyük etken olan HDP ve onun sırf siyasi görüşlerinden ve TBMM’deki konuşmalarından dolayı cezaevinde olan önceki Eş Genel Başkanları Figen Yüksekdağ ve Selahattin Demirtaş’ın demeçleri demokrasinin zaferine yöneliktir.
39 ilçede miting yapacağını söyleyen AKP Genel Başkanı Sayın Erdoğan da, mitili İstanbul’a atıp ülkücü ordusuyla bir beka meselesi olarak gördüğü İstanbul seçimini mutlaka kazanacağını ilan eden sayın Bahçeli de suskunluğa gömüldüler. Anlaşılan kuvvetle muhtemel olan yenilgiyi Sayın Binali Yıldırım’ın omuzlarında bırakmak istiyorlar.
“Tarihi” olarak nitelendirilen televizyondaki İmamoğlu-Yıldırım tartışmasında tarafların Kürt sorununa bakışında yüz yıldır hiçbir değişiklik olmadığı ortaya çıktı.
Moderatör İsmail Küçükkaya, “Ben, Türkiye Cumhuriyeti’ne gönülden aşık Kürt kökenli bir vatandaş olarak size neden oy vereyim” diyerek Kürt’ler hakkındaki düşüncelerini sordu. Sayın İmamoğlu, Kürtlerin adını bile doğru düzgün anmadan herkese eşit davranacağını söyledi. Sayın Yıldırım ise Efrin’deki Kürtlerin yerine Türkiye’deki Suriyeli mültecileri yerleştirdiğini, kalanlarını da Fırat’ın doğusunu ele geçirip oraya yerleştireceklerini söyledi ve Kürtlerden oy istedi. Tabii Sayın Küçükkaya “Kürt” yerine “Kürt kökenli” demekle Türk sol ve liberal görünümlü aydınlardaki Kürt fobisinin en güzel örneklerinden birini verdi.
İmamoğlu’nu ortak aday kabul eden Millet İttifakı’nın ortağı İYİ Parti Genel Başkanı Sayın Meral Akşener’in, AKP Genel Başkanı Sayın Erdoğan’ın “Türkiye’de Kürdistan diye bir yer yok, Kürdistan, Irak’ın kuzeyinde, defolup oraya gidin” biçimindeki Kürtlere sevgi (!) gösterisine hiddetlenerek “orası Türkmeneli, Türkmeneli” diyerek hiddetlenmesine, CHP yönetim kadrolarında bulunan ulusalcı ve ulusolcuların Kürt karşıtlığına rağmen Kürtler bu seçimde taraflarını seçmiş bulunmaktadır.
HDP, aldığı kararla tüm bu olumsuzluklara rağmen bir demokrasi seferberliği ilan ederek tüm örgütü, gençlik ve kadın kuruluşlarıyla birlikte mitili sırtında, arkasına bakmadan kaçanlara ve 39 ilçede miting yapmaktan söz edip uykuya yatanlara nispet, İstanbul’u mekân seçti ve sırf tek adam rejimine ve halkın sırtında kambur olan bu çıkar belediyeciliğine son vermek için çalışmalara başladı.
Keza Selahattin Demirtaş, üç gün önce attığı yedi tweetlik bir bilgiselde her şeye rağmen İmamoğlu’nun desteklenmesini istedi.
“HDP’nin tavrını Genel Merkezimiz açıkladı zaten, biliyorsunuz. Eminim sahada da gereği yapılıyordur” diye başlayan tweetlerinde demokrasi, adalet, eşitlik ve özgürlük için yol açmak isteniyorsa HDP’nin tavrının anlamlı ve önemli olduğunu belirtiyor. İstanbul insanının zıtlaşmak, düşmanlık yapmak toplumsal kutuplaşmayı derinleştirmek, kin, intikam, nefret, kişisel çıkar kavgaları için değil, çocuklarımızın aydınlık yarınları için oyunu kullanması gerektiğini, bugün için Sn. İmamoğlu’nun desteklenmesi gerektiğini söylemektedir.
“Kürtler beni sever, bana oy verir” demekte Sayın Yıldırım. Tüm bunları söylerken Kürtleri kafası hiç çalışmayan, her şeye inanan aptallar olduğunu mu düşünüyor. Umarım sonuçları gördüklerinde o düşüncelerinden dolayı en azından kendilerine karşı bir mahcubiyet duygusu içine girerler.