Nazım’ın gerçeğin peşinde koşmasını ve yüzündeki kocaman gülümsemesini gazeteci Aziz Oruç anlattı:
Nazım, tutuklamadan, gözaltıdan, baskıdan kurtulmak için değil, doğrudan devrimi fotoğraflamak için Kobanê’ye gitti. Zaten tutuklandığı davadan beraat etti. En iyi gazeteciliği Kuzey Doğu Suriye’de yaptı. DAİŞ’in saldırısında yaralandı. Bugün herkesin kullandığı sınırdaki TSK ve DAİŞ’lilerin konuşmasını o fotoğrafladı
Hüseyin Kalkan
Aziz (Oruç) ile Nazım (Daştan) hayatın doğal akışı içinde tanışırlar ve bu tanışlık gazete bürolarında, bazen aynı kentte bazen farklı kentlerde yol alarak ilerler. Aziz, Nazım’ı tanımlayarak başlıyor söze. Şunları söylüyor: “Nazım ve Cihan, Kürt Özgür Basını’nın da özeti gibi, yani yaşamları olsun, mücadeleleri olsun, gazetecilikleri olsun, hayatları olsun. Aslında Kürdün yüzyıllık inkar edilmiş, asimilasyona uğramış, katliamdan geçirilmiş, sürülmüş, yerinden edilmişliğe dair anlatısının kısa bir özeti gibi. Kürdün tam da hikayesini anlatıyor Nazım; tam da kadının hikayesini anlatıyor Cihan. Bu yönüyle iyi anlamak lazım. Onların bıraktığı miras çok değerli. Nazım, Ağrı’nın Diyadin ilçesinin küçük bir köyünde dünyaya geliyor. Sonrasında ailesinin göç etmesi ile birlikte Antep’e taşınıyor ve üniversiteyi burada okuyor. Uzun bir dönem Antep’te gazetecilik yaptı Nazım. Nazım ile aynı dönemde gazeteciliğe başladık. Nazım 2012’de başladı. Ben de 2012’nin sonlarında gazeteciliğe başladım. Nazım’la çok uzun yıllar birlikte çalışma fırsatımız oldu. Ben Amed Büro’da çalışırken, Nazım Antep Büro’da çalışıyordu.”
Kürt basınının kahkahası
Kaç fotoğrafı yayınlandıysa gülüyordu. Meğersem bu onun bir özelliğiymiş. Aziz, Kürt basınının gülen yüzünü şöyle anlatıyor: “Nazım, aslında fotoğraflarda gördüğümüz gibi sürekli gülen bir arkadaştı. En ciddi toplantıda Nazım bir şey anlattığında muhakkak tebessüm ederek anlatırdı. Yani yüzündeki o tebessümü siz hissederdiniz. DİHA’nın haber merkezi Amed’de olduğu için, genel toplantılarda bölgedeki muhabirlerin tamamı Amed’e geliyordu. Nazım, o dönemde öyle bir toplantı için Amed’e gelmişti. Toplantıda Nagihan Akarsel de vardı. O dönem DİHA’da çalışıyordu. İşte Fatma Koçak, diğer gazeteci arkadaşlar vardı. Sanırım üç ayda bir yapılan toplantılarda biriydi. İşte genel çerçeve nasıl gidiyor, DİHA’nın önümüzdeki sürece dair ve şu anki haber programı nasıl olmalı tartışılıyor. Muhabirler, gazeteciler bölgenin derdini anlatıyor. Sıra Nazım’a geldi. Nazım’ın elinde bir kağıt vardı. Üç şekilde de ‘eşbaşkan’ yazıyordu. O dönem tam da böyle yeni yeni Kürt siyasetinde eşbaşkanlığın konuşulduğu bir dönemdi. Ve tabi gazetecilikte basının, özgür basının da bir yazım dili vardı. Yani eşbaşkan aslında normalde Türk Dil Kurumu’na göre ayrı yazılır. Biz o dönem bitişik yazıyorduk. Nazım dedi ki, ‘Bu noktada sürekli kafam karışıyor. Haberi yazarken eşbaşkanı büyük mü yazacağım, ayrı mı yazacağım, yoksa bitişik baş harfini büyük mü yazacağım?’ diye düşünüyorum. ‘Bir arkadaş lütfen çıksın bu konuda bizi aydınlatsın. Biz eşbaşkanı nasıl yazacağız?’ Ve dediğim gibi bunu bir tebessümle, bir de böyle beyaz A4 kağıdıyla anlatınca bütün arkadaşlar güldü. Nazım’a dair unutamadığım anlardan biri buydu.”
Sınırda DAİŞ
Bazı fotoğraf kareleri vardır, dönüp dolaşıp önünüze düşer. Nazım’ın, Suruç sınırında çektiği o kare, Türk askerinin ve DAİŞ’lilerin samimiyetini gösteren kare, belki daha binlerce kez gazetecilerin, politikacıların ve analistlerin önüne düşüp duracak. Aziz, o dönemi ve o karenin önemine dair şunları anlatıyor: “Türkiye’nin DAİŞ ile ilişkileri çok konuşuluyordu o dönem. Nazım’ın çektiği o kare binlerce sözden daha etkili oldu. İşte biraz Nazım bunun peşine düştü. Ve bunun için günlerce bekleyip o kareyi yakaladı. O dönem bazı gazeteciler Nazım’dan sonra benzer görüntüler yakaladı. Ama en net, olayı en iyi anlatan, gerçeği ortaya koyan Nazım’ın görüntüleri ve fotoğraflarıydı. Ve bu fotoğraflar, görüntüler yıllar geçmesine rağmen halen kullanılıyor. Nazım çok iyi yakaladı, çok iyi bir haberdi. 2016’da cezaevine girdi ve cezaevinden çıktıktan kısa bir süre sonra da Kuzey Doğu Suriye’ye geçti Nazım. Tutuklanması propaganda ile ilgiliydi. Yani yine yaptığı haberler, çektiği fotoğraflar, yaptığı paylaşımlarla ilgiliydi. Daha sonra bu davadan da beraat etti Nazım. 5 aylık tutuklu kaldığı davada beraat etti. O dönem sınırdayken ben Van’daydım. O dönem birlikte çalışmadık. Ama Nazım’la hep bir bağımız vardı, hep bir iletişimimiz vardı. Hatta DİHA’da özel haberi çıkınca tebrik etmek için aradım.”
Rojava ve Nazım
Rojava’da DAİŞ’e karşı savaş başladığında bütün Kürtlerin hatta bütün dünyanın gözü oraya çevrildi. Bütün dünyayı dehşete boğan, orduları kağıt gibi dağıtan DAİŞ, Kürtler tarafından Kobanê önlerinde durduruldu. Bu büyük mücadeleyi belgelemek için birçok gazeteci Rojava’ya gitti. Nazım da bunlardan biriydi. Kobanê savaşının ardından birçok kenti özgürleştirme hamleleri başladı. Nazım, bunları izledi. Nazım’ın Rojava günlerini Aziz şöyle anlatıyor: “Nazım, tutuklamadan, gözaltına alınmaktan, baskıdan kurtulmak için değil, doğrudan devrimi fotoğraflamak için Kobanê’ye gitti. Kobanê’yi gördü, Suruç’u gördü, DAİŞ’i gördü. Cezaevini gördü ve cezaevinden sonraki süreçte en iyi gazeteciliği Kuzey ve Doğu Suriye’de yaptı. Çünkü en çok gazetecilik malzemesi orda vardı. Bir yandan DAİŞ var, bir yandan saldırılar var, bir yanda direniş var. Kobanê’de DAİŞ’in yenilmesi sonrasında Kuzey Doğu Suriye kentlerini özgürleştirmek için operasyonlar başladı. Rakka’nın, Deyra Zor’un, Tabka’nın ve Minbic’in özgürleştirilmesi için operasyonlar başladı. Şengal’da savaş yaşanıyordu. Tüm bu gelişmeler sınırın öbür tarafından yaşanıyordu. Bunları izlemek için sınırın öbür tarafında olmak gerekiyordu. Böylesi bir şeyin içinde olmak için Nazım sınırın öbür tarafında olmak istiyordu ve gitti. Nazım, Rojava’ya geçtikten sonra görüşmeye devam ettik. O dönemde Twitter, telefon üzerinden haberleşiyorduk. Hal-hatır sormak için ya da bir haber, bir fotoğraf lazım olduğunda, ilk başvurduğumuz kişilerden biri Nazım’dı. Ya da bilgi alacağız, örneğin Rakka operasyonu ne durumda ya da Minbic operasyonu ne durumda ya da bölgedeki gelişmeler nedir? Hem haber için hem normal günlük rutinle ilgili bilgi aldığımız kişilerin en başında Nazım geliyordu. Ne olup ne bittiğini Nazım’dan öğreniyorduk.”
Devrimin arşivi
Nazım, hemen hemen bütün kritik bölgelerde bulundu. Fotoğraf çekti, görüntü kaydetti, haber yazdı. Bütün bunlar olurken iki arkadaş haberleşmeye devam etti. Aziz, şunları anlatıyor: “Nazım zaten bölgede diğer gazeteci arkadaşlarla birlikte birçok haberi yerinde takip etti. Efrîn’de bulundu, Girê Spî’de bulundu, Serêkaniyê’yi takip etti, Şengal’i takip etti. Rakka, Tabka, Deyra Zor gibi çok önemli özgürleştirme hamlelerini anbean takip etti. Ki zaten daha sonra mesela Şengal’de yaşananları 73 isimli bir belgeselle anlattı. O takip ettiği haberleri, görüntüleri daha sonra bir belgesel haline getirdi. 73. fermana vurgu yapan bir belgesel. Biz Nazım’la telefonlaştığımızda, konuştuğumuz en önemli konulardan biri onun arşivi ve o arşivin korunmasıydı. ‘Aman Nazım senin çok güçlü bir arşivin var, çok önemli bir arşivin var. Senin bu arşivi koruman gerekiyor ve senin bu arşivi daha fazla paylaşman gerekiyor. Yani kitapsa kitap, filmse film, yapman gerek’ diyorduk. Gerçekten çok geniş bir arşivi vardı. Mesela Efrîn savaşında halen merak edilen bir sürü şey var. Eminim ki Nazım’ın arşivinde bildiğimizin dışında bir bilgi var, bir fotoğraf var, bir görüntü var. Rakka’da, Minbic’de, Tabka’da, ya da Şengal’de. Tabka’nın özgürleştirme hamlesinin yürütüldüğü dönemde Nazım, DAİŞ saldırısında yaralanmıştı. O yaralandığı dönemde de kısa bir geçmiş olsun demek için görüşmemiz olmuştu. Çok kısa bir süre hastanede kaldı. Sonra tekrar alana dönüp haber yaptı. Nazım dediğim gibi haber neredeyse ya da nerede bir olay varsa ilk elden onu çekmek istiyordu. Bunun için alanda, sahada olmayı seviyordu. Mesela katledilmesinden önce, sadece birkaç saat öncesinde Tişrîn’de ne oluyor, kim var, ne olup-bitiyor diye yayın yaptı. Dezenformasyon yapanlara, yalan haber yapanlara, ‘Alın sizi Tişrîn’ dedi. Ben yaptığı yayınları her gün izlemeye başlamıştım. Aslında ona mesaj da attım. Sanırım o yoğunluktan dönüş yapmadı. Biraz da bölgeden haber almak için neler oluyor, neler bitiyor gibi. Hatta haber yapmak için, dezenformasyonu boşa çıkarmak için. İşte ‘Tişrîn düştü denildi. Yok burası şurası düştü, YPG’liler kaçıyor’ gibi yalan ortalığı sardı. Nazım, bütün doğalığıyla, bütün samimiyetiyle bir gerçeği, bir hakikati ortaya koyuyordu. Onun için insanlar onu izliyordu. Twitter’da en çok paylaşılan, en çok tweet’i alıntılanan, en çok haberi merak edilip, tıklanan, izlenen gazetecilerin başında geliyordu. Bir O, bir de Cihan.”
‘Haberi yaparken ,bombalanıyorsun’
Nazım ve Cihan tanınan gazetecilerdi. Çetelerin saldırısının başlamasıyla birlikte bölgeden canlı yayın yaptılar. Katıldıkları televizyon progamlarında sahanın durumunu anlattılar. Bir haber noktasından başka bir noktaya giderken kullandıkları aracın üzerinde ‘Press’ yazıyordu. Buna rağmen hedef alındılar, katledildiler. “Bunu unutmayacağız” diyor Aziz: “Nazım, sahada, birebir yaşadığı gerçeği olduğu gibi anlattı. Gerçeği dile getirdiği için katledildi. Son ana kadar da bu hakikat mücadelesini yürüttü. Nazım’ı hep bu yönüyle anacağız. Kalemini, kamerasını, fotoğraf makinesini yerde bırakmayacağız dediğimiz şey de bu yönü. Ama dünyanın hiçbir yerinde bu kadar keskin, böylesi sivil, bile bile hedef alınarak katledilen bir gazeteci de gerçekten yok. Siz haber yapmışsınız, dönüş yapıyorsunuz, aracınız bir bombayla havaya uçuruluyor. Bu çok acı bir şey. Bu nedenle öfkeliyiz de. Kürt gazetecilerin, arkadaşlarımızın bu şekilde katledilmesine öfkeliyiz. Ve kararlılığımız ve öfkemiz bundan.”