Nebile Irmak Çetin
Ekonomik ve siyasi krizin yarattığı yoksulluk enkazının altında kalan 2019 yılını henüz geride bırakmışken, savaş ve ölümün gölgesinde 2020’ye girdik. Bu yıkımın ağır bedelini ödeyen kadınlar 8 Mart’ta yine isyanda. Öfkemiz de mücadele azmimiz de büyük
Televizyon ekranlarında, “Ekonomide her şey yolunda gidiyor” diyen Hazine ve Maliye Bakanı damadın ekonomisi “kağıttan kaplan” kendisi de “kağıttan kaptan” çıktı. Asgari ücretle çalışana, emekliye kaşıkla verileni kepçeyle aldılar. Hatırlarsınız, çarşı ve pazardaki pahalılığı eleştirenlere Cumhurbaşkanı sert tepki göstererek, “Patlıcancı ve patatesçilere soruyorum; bir mermi ne kadar biliyor musunuz?” demişti. O merminin kaç para olduğunu, memleketin yoksul emekçilerinin evlerine gelen asker cenazelerinden biliyoruz. Kriz nedeniyle atılan, üç kuruşluk işlerinden de olan emekçi kadınlardan, iki yakasını bir araya getiremeyen memurlardan, taşeron işçilerden, emekli aylığı yetmediği için ölene kadar ikinci bir iş peşinde koşan emeklilerden biliyoruz…
Merminin kaç para olduğunu ekonomik krize karşı direnme gücünü yitirdiği için çareyi yaşamına son vermekte bulan öğrenci, işçi, esnaf, avukat intiharlarından biliyoruz, toplu aile intiharlarından biliyoruz. Kriz bahanesi ile işçi sağlığı ve iş güvenliğini rafa kaldıran patronların güvenliksiz işyerlerinde iş cinayetine kurban giden işçilerden, artan kadın cinayetlerinden biliyoruz.
Asgari ücret vergiye gitti
O sizin “KAĞITTAN KAPLAN EKONOMİNİZ” nedeniyle, yoksulların nasıl çaresiz, nasıl geleceksiz bırakıldığını biliyoruz, görüyoruz. Sadece 2019 yılı içinde doğalgaz faturasını ödemeyen 710 bin hanenin doğalgazı kesildi. 3 milyon 365 bin 784 hanenin elektriği kesildi, bu şekilde kaç kişinin karanlıkta kaldığını yetkililer biliyor mu? Bu insanların derdine çare arıyor mu?
“En iyi asgari ücreti biz veriyoruz” diyorsunuz ya, gelin asgari ücretle çalışan 10 milyon işçinin maaş ve kesintilerinin hesabına şöyle bir göz atalım. Brüt asgari ücret 2.943 TL. Bundan SSK, işsizlik sigortası ve gelir vergisi olarak toplamda 816.68 TL’yi peşinen kesiyorlar, geriye 2.126.32 TL kalıyor. İyi dediğiniz ücret bu mu? Bu ücreti alan bir işçinin kişisel masraflarını da hesaplayalım. Sigara içtiğini düşünelim; günde 15 TL den bir paket sigara; ayda 450 TL eder, öğle yemeği; çorba, pilav ve içecek günlük en az 15 TL den bir ayda 450 TL eder. Yol ücreti; tek araçla gidiş-geliş için aylık 210 TL etti. Toplayın, çıkarın geriye 1.016.32 TL kalıyor. Bununla emekçi kira, ısı-aydınlanma-su, mutfak masrafını mı karşılasın, yoksa çocukların eğitimini, sağlığını, yemesini içmesini mi?
Yoksulluğu camideki cemaatten duymuş olan DİYANET ise onlara öğüt veriyor; “Akşamları pazara çıkın, daha ucuza sebze alırsınız.” Kendi bütçeleri trilyonları bulurken yoksula para yerine öğüt veriyorlar.
Bir yılda 2.963 intihar
Son üç yılda psikolojisi bozulanların sayısı 8 milyonu bulurken, 2017-2019 arası 7 milyon 951 bin kişi psikiyatri kliniklerine başvuruda bulunmuş. 380 milyon kutu ilaç kullanılmış, kullananlardan yüzde 69’u kadın, yüzde 31’i de erkek. Bu rakamlar bize ait değil, yanlış anlaşılmasın. Devletin resmi istatistik kurumu TÜİK raporundan alınma.
Yine aynı raporda 2002-2018 arası yani son 17 yılda 5 bini işçi olmak üzere toplamda 50 bin 378 kadın ve erkeğin- çoğu da ekonomik sebeplerden dolayı- intihar ederek yaşamlarını sonlandırdığı görülüyor. Türkiye’de bir yıl içinde ortalama 2.963 kişi intihar etmiş…
Krizin yükü kadınlarda
Yoksul halkın patlıcan, patates ihtiyacı ile dalga geçenler, o mermi parası üzerinden toplumda devasa bir korku imparatorluğu inşa etti. Korku artarken, milliyetçilik, ırkçılık körüklendi. Yoksul halkın ekmek, aş, iş ve adalet, eşitlik için verdiği mücadele örgütlü güce dönüşemedi. Kolektif çözümler üretilemeyince bunların yerini bireysel çözümler aldı, yoksullar arası rekabet artarken, dayanışma azaldı. Sonuç; intiharlar… Ekonomik krizlerden, artan ırkçılıktan, çatışma ve savaş koşullarından en fazla etkilenen kesim elbette kadınlardı. 2006-2019 tarihleri arasında, erkeklerin ekonomik şiddet başta olmak üzere her türlü şiddetine itiraz ettiği için 22 bin kadın yaşamlarından oldu. Ekonomik ve siyasi krizin yükünü yani mermi paralarını bizlere ödetmek için yeni çatışmalar, yeni savaşlar gündeme gelebilir. Bu bizim emeklilik aylıklarımıza, kıdem tazminatımıza el koyacakları ve yeni vergilerle nefes alamayacak duruma getirileceğimiz anlamına geliyor. Uçurumun kenarında her an aşağıya düşme tehlikesi ve bir yok oluş yaşayacak emekçiler. Kadınlar kendi çocuklarını ellerinden alan savaşın bütçesini, başka bir deyimle “mermi paralarını” ödemek zorunda değiller.
İstanbul Sözleşmesi
Mermiye, savaşa değil, onurlu-adil yaşam için emeğe/emekçiye ve barışa bütçe demenin tam zamanı. Emek, adalet, hukuk ve eşitlik mücadelesi sendikalarda, siyasi partilerde, meslek odalarında, kadın kurumlarında örgütlenmekle mümkün. Bir güç olmak için örgütlenmeyiz. Kadınlar dünyanın pek çok yerinde kapitalist sisteme ve emeğe yönelik gizli ve açık sömürüye, erkek şiddetine, kadın kırımına, doğa ve çocuk katliamına, faşist diktatörlüklere karşı geçen yıllarda olduğu gibi bu yılın 8 Martı’nda da, tüm renkleriyle birlikte alanlarda olacaklar. Biz durursak dünyanın nasıl durduğunu işteki patronlara da evdeki patronlara da göstermenin zamanı şimdi.
Savaş değil barış istiyoruz. Kurşuna değil patates, patlıcan ve soğana bütçe istiyoruz. Öldürülmek değil yaşamak istiyoruz. Kadın katillerine iyi hak indirimi değil, gereken ceza verilsin, diyoruz. Erkek adalet değil gerçek adalet istiyoruz. Bedenlerimize, kimliklerimize uzattığınız tacizci ve cinsiyetçi elinizi, dilinizi, gözünüzü çekin. Nafaka hakkını gasp ettirmeyeceğiz, İstanbul Sözleşmesi kırmızı çizgimizdir, ona dokunmayın. Yılmıyoruz, korkmuyoruz, itaat etmiyoruz. Kâğıttan kaplan ekonominizin, ırkçı ve cinsiyetçi siyasetinizin fırtınası biz olacağız.
Her gün 8 Mart, her gün direniş…