kartalkaya yangınıyla ilgili gelişmeleri takip ediyorsunuzdur. etmemiş olanlar için kısaca yazayım; otel çalışanlarının ifadelerine göre, yangın çok erken tespit edilmiş ama o sırada otelde bulunan sahipler, bu işin müşterilere duyurulmadan halledilmesine karar vermiş ve merdivenleri kullanarak rahat rahat oteli terk etmişler!
iş burada bitmiyor. yangında oğlunu kaybeden zeynep kotan, mirgün cabas’a konuşmuş ve bu bilgileri tekrar ettikten sonra hissedarların gözaltına dahi alınmadığını, kendilerine yurtdışı yasağı getirilmediğini, bir bankadan büyük miktarlarda para çekildiği ve arabalarının satıldığı yönünde duyumlar aldıklarını yani ülkeyi terk etme hazırlıkları yaptıklarını anlatıyor!
o sırada meslektaşlarının öldürülmesini protesto eden gazetecilerin tutukluluğu bitti ama bunu yazdığım sırada, bir kısmı gazetemize de katkıda bulunan, gazetecilerin tutukluluğu sürüyordu. tam olarak ne sebeple -hangi gerekçeyle değil, ne sebeple- tutuklandığını kimsenin açıklayamadığı ayşe barım’ın ve halk tv genel yayın yönetmeni suat toktaş’ın da. bunlar artık şaşırmadığımız şeyler.
bu işler değişebilir mi?
ana muhalefet erken seçime, göstergeler imamoğlu’na işaret ediyor. erken seçim mümkün mü, seçim sonuçlarına güvenilir mi gibi tartışmalı birçok konu var, bunlar ayrı.
ama başta “muhalif” olarak tanımlanan medya olmak üzere, birçok mecrada chp’nin zafer partisi ve iyip’in yanına itelenmeye çalışıldığını görüyoruz. bu, chp’yi dem’den uzaklaştırmak için yürütülen bir operasyon demek abartı olmaz. chp yönetimi, mhp kökenli olup halkın ırkçı eğilimlerini oya ve siyasal etkiye tevil etme ve kim bilir başka hangi amaçlarla inşa edilmiş bu tür partilerle kemal kılıçdaroğlu döneminde yaşananlardan ders almış olabilir ama medyada oluşturulan, “tek adama karşı hep birlikteyiz” havasının bu partileri meşrulaştırdığı ve bütün bunların güzel türkçemizde “kürt annesini görmesin” olarak ifade edilen eğilimin sonucu olduğu çok açık.
chp içindeki adaylık ve önseçim tartışmasını da bu açıdan ele almak gerek bence. kimseye kefil olmak söz konusu değil ama görüşleri ve geçmişi gayet berrak olan mansur yavaş’ın dem ve sosyalist partilerle nasıl bir ilişki kuracağı açık. böyle bir cumhurbaşkanı ve ekibinin yönetiminde, hukukun uygulanabileceğine inanmak güç, olup olacağı; “törörö” tanımı sadece kürt hareketini kapsayacak şekilde daraltılır.
türkiye’nin, hatta bölgenin tek sorununun kürtlerle ilgili olduğunu düşünmüyorum ama çok önemli bir mesele olduğuna şüphe yok. ayrıca şunu da görmek gerek. her açıklamasında, halkı suriyeli göçmenlere ve sık sık da kürtlere karşı kin ve düşmanlığa sevk eden ümit özdağ’ı meşru bir siyaset adamı gibi gösterip, dem parti’ye mırın kırın eden sözde muhalif medya erbabı, halkın yoksullaşmasını da muhtemel seçime yönelik bir koz olarak değerlendiriyor.
burada bir parantez açmak istiyorum. sendikaların ve konfederasyonların yönetimleri herhangi bir partiyi benimseyebilir ve onu desteklemeyi tercih edebilir. ama baskı altındaki medyaya ve siyasete yönelik dayanışmaları sadece o partiyi destekleyenlerle sınırlı olmamalı, olamaz.
çünkü kurtuluş yok tek başına, kalabalıkların yan yana gelebilmesine işaret eden şık bir slogan değil sadece. aynı zamanda, benimsemediğimiz fikirlere sahip olanları, benimsemediğimiz işleri yapanları da savunmak anlamına geliyor. ve türkiye’nin geleceğine talip olan chp ve onu destekleyen sendikacılardan stk’lara, yazarlara, gazetecilere kadar temsil ve kurumsallığı olan herkesin daha geniş dayanışma ağları örmesi gerekiyor.
temennilerimi tahlil, hayallerimi beklenti olarak aktarmayı doğru bulmam, bir yazarın okurlarına umut verme gibi bir görevi olduğunu da düşünmüyorum.
seçimlere hapsolmuş ve halktan tek beklentisi işaret ettiği yere oy vermesi olan bir siyaseti sol ya da muhalif sayamıyorum. muhalif siyaset, siyasal yapıların kendilerini anlatması ve tanıtmasıyla da yürümez bence. bu yapıların meclis’te temsili de yetmiyor. parlamentoya sosyalist bir vekil girdiğinde belki orada zaman zaman ya da sık sık sosyalist fikirler telaffuz edilebilir, bu önemli ve güzel bir şey tabii. ama ezilenlerin ve sömürülenlerin taleplerinin ve ihtiyaçlarının temsili siyasal örgütlerin temsili aracılığıyla olmuyor, olamaz da zaten. bunlar tüm partilere dayatılacak şekilde gündemleştirildiğinde temsil ediliyor ancak. o taleplerin siyasal örgütler, demokratik kitle örgütleri, örneğin sendikalar, konfederasyonlar, stk’lar ve aklınıza gelebilecek her kurum aracılığıyla tüm topluma aktarılması ve benimsetilmesi gerekiyor. geleceğimize ırkçıların el koymaması için parlamentoya ya da belediyelere ırkçılığa karşı insanlar yerleştirmek yetmiyor. ırkçılık karşıtı fikirlerin topluma nüfuz etmesi gerekiyor. bunun en önemli adımı, kürt halkının ve kürt siyasetinin taleplerini açık biçimde telaffuz edilmesi. içeride ve dışarıda tüm faşizm meftunlarını susturacak ve daha önemlisi barış, çözüm, her neyse onu kırılganlıktan kurtaracak, temelini sağlamlaştıracak şey bu değil mi?