Uluslararası alanda Kürt hareketinin meşruiyeti artarken, Türk devletinin baskı politikaları iflas etmektedir. Bu gerçeklik, gelecekteki siyasi dengelerin de Kürt halkının lehine değişmesine neden olacaktır
Yunus Aslan
Son dönemde Türk medyasında, Kürt Özgürlük Mücadelesi’ni zayıf gösterme ve Türkiye’nin gücünü abartma amacı taşıyan manipülatif haberler arttı. Ancak gerçekler, bu propagandanın aksine Kürt halkının mücadelesinin büyüyerek devam ettiğini ve Türkiye’nin bu direniş karşısında her geçen gün daha da yalnızlaştığını gösteriyor.
Türkiye, uzun süredir askeri harcamalara ağırlık vererek ekonomisini büyük bir krize sürükledi. Sürekli savaş politikaları ekonomiyi tahrip etti ve halkın yaşam şartlarını giderek kötüleştirdi. İç politikada artan baskı ve sansür, ekonomik çöküşü daha da hızlandırdı.
Askeri açıdan da Türk ordusu, 2016’dan bu yana Suriye ve Irak’ta başlattığı operasyonlarda büyük kayıplar verdi, beklediği sonuçları alamadı. Sınır ötesi operasyonların başarısızlığı, TSK içinde de çatlakların derinleşmesine yol açtı. TSK içerisinde intiharlar ve istifalar hız kazanırken, operasyonları yöneten komutanlar ise başarısızlıkları sebebiyle ya tayine ya da istifaya zorlandı.
Abdullah Öcalan’ın özgürleştirilmesi için başlatılan uluslararası kampanyalar, Türk devletini büyük bir panik havasına sürükledi. Siyasetçiler, sanatçılar ve avukatlar peş peşe Abdullah Öcalan ve Kürt Özgürlük Mücadelesi lehine açıklamalar yaparken, Türkiye uluslararası arenada iyiden iyiye sıkıştı. Özellikle, Nobel ödüllü 69 önemli şahsiyetin Abdullah Öcalan’ın özgürlüğünü ve Kürt sorununun demokratik çözümünü talep eden açıklamaları Türkiye’nin uluslararası arenadaki prestijinde tamiri zor bir gedik açtı. Ortadoğuda yaşanan gelişmelerin ardından, Kürt halkı, benimsediği Demokratik Ulus çizgisi sebebiyle, sempati ve destek kazanırken, Türkiye sivillere dönük gerçekleştirdiği saldırılar ve desteklediği cihatçı çetelerden kaynaklı büyük bir itibar kaybı yaşadı. Sorunun çözümsüzlüğünü savunan ve savaşta ısrar eden anlayış Ortadoğu’da gerilimi artırırken, başta Avrupa olmak üzere, ABD, Rusya ve hatta Çin gibi güçler de Kürt sorununun çözümünde rol almak için çeşitli diplomatik adımlar atmaya, bölgedeki dengeleri kendi çıkarları doğrultusunda şekillendirmeye çalışıyor.
Türkiye, son yıllarda izlediği saldırgan politikalar nedeniyle diplomatik kayıplar yaşıyor. ABD ve AB ile ilişkileri giderek bozuluyor, Suriye ve Irak’ta izlediği politikalar yüzünden bölgede de yalnızlaşıyor. Bu, yapılan enerji projeleri anlaşmalarında ve bölgedeki askeri, ticari anlaşmalara Türkiye’nin dahil edilmeyişinden de net olarak anlaşılabiliyor.
Sonuç olarak, Türk devletinin Kürt meselesini silahla ve baskıyla çözme politikaları tükenmiş, Kürt halkının özgürlük mücadelesi ise yeni alanlar kazanarak devam etmiştir. Uluslararası alanda Kürt hareketinin meşruiyeti artarken, Türk devletinin baskı politikaları iflas etmektedir. Bu gerçeklik, gelecekteki siyasi dengelerin de Kürt halkının lehine değişmesine neden olacaktır. Bunun ilk adımı ise bugün Kuzey ve Doğu Suriye’de görülüyor.
Rojava, Kürt halkının sadece silahlı direnişle değil, demokratik konfederalizm modeliyle de dünyaya örnek olduğu bir alan haline gelmiştir. Rojava Devrimi, sadece Kürtleri değil, Arapları, Asurileri, Ermenileri ve diğer halkları da kapsayan bir halklar federasyonu yaratmıştır. Kadınların toplumda aktif rol aldığı, ekolojik ve özyönetim esaslı bir sistem inşa edilmiştir.ABD ve Batı Avrupa’nın DAİŞ’e karşı savaşta verdiği destek, Kürt hareketinin uluslararası alandaki meşruiyetini artırmış, Rojava’nın dünyanın çeşitli yerlerinde özgürlük hareketlerine ilham vermesine yol açmıştır.
Kürt Özgürlük Hareketi, yıllarca süren mücadele ve direnişin ardından sadece varlığını sürdürmekle kalmamış, aynı zamanda küresel alanda meşruiyetini pekiştirmiştir. Türkiye, artık bu süreci savaşla sürdüremez; barışa yönelmek, halkların birlikte yaşama idealine ulaşmak zorundadır. Demokratik Ulus paradigması, halkların özgürlüğünü, eşitliğini ve adaletini savunan bir model olarak, yalnızca Kürt halkı için değil, tüm Ortadoğu için umut verici bir çözüm sunmaktadır. Abdullah Öcalan’ın özgürlüğü, bu çözümün temel taşlarından biridir. Onun özgürleşmesi, sadece Kürt halkının değil, tüm bölgenin barış ve huzur içinde bir arada yaşayabilmesinin önünü açacaktır. Türkiye, bu tarihi sorumluluğu kabul etmeli ve halkların barış içinde, eşit ve özgür bir şekilde bir arada yaşayacağı bir geleceği inşa etmek için derhal adım atmalıdır.