• İletişim
  • Yazarlar
  • Gizlilik Politikası
25 Mayıs 2025 Pazar
Sonuç Yok
Tüm Sonuçları Görüntüle
ABONE OL!
GİRİŞ YAP
Yeni Yaşam Gazetesi
JIN
  • Anasayfa
  • Gündem
    • Güncel
    • Yaşam
    • Söyleşi
    • Forum
    • Politika
  • Günün Manşeti
    • Karikatür
  • Kadın
  • Dünya
    • Ortadoğu
  • Kültür
  • Ekoloji
  • Emek
  • Yazarlar
  • Panorama
    • Panorama 2024
    • Panorama 2023
    • Panorama 2022
  • Tümü
  • Anasayfa
  • Gündem
    • Güncel
    • Yaşam
    • Söyleşi
    • Forum
    • Politika
  • Günün Manşeti
    • Karikatür
  • Kadın
  • Dünya
    • Ortadoğu
  • Kültür
  • Ekoloji
  • Emek
  • Yazarlar
  • Panorama
    • Panorama 2024
    • Panorama 2023
    • Panorama 2022
  • Tümü
Sonuç Yok
Tüm Sonuçları Görüntüle
Yeni Yaşam Gazetesi
Sonuç Yok
Tüm Sonuçları Görüntüle
Ana Sayfa Yazarlar Muhammed İnal

Kürt sorununda çözüm süreci ve Türkiyeli Müslümanlar

25 Mayıs 2025 Pazar - 00:00
Kategori: Muhammed İnal, Yazarlar
İslam’ın şartı gerçekten kaçtır?

Son dönemde Kürt sorunu ve çözümü eksenindeki çabalar, cumhuriyetin kuruluşundan beri devam ede gelen problematik alanların tartışılmasını da beraberinde getirdi. Sürecin sıhhati biraz da buna bağlıdır. Zira cumhuriyetin ikinci yüzyılına geçişin sağlıklı olabilmesi, 20. yüzyılın başında kurulan cumhuriyetin kuruluş paradigması ile ciddi bir yüzleşme ve eleştiri yapılmasına bağlıdır. 20. yüzyılın modernleşmeci, tekçi-ulus devletçi paradigmasına dayalı kurulan cumhuriyet tam da bu nedenle ilk yüz yılı büyük sorunlarla geçirdi. Halka karşı despotik/ anti demokratik uygulamalarla kendi varlığının anlamsızlaşmasını getirdi. Sayın Öcalan’ın anlamsızlaşma ve 20. yüzyıl paradigması ile yüzleşme tespiti sadece özgürlük hareketi için değil, çok daha fazlası Cumhuriyet ve onu oluşturan-destekleyen-yürüten yapılar için geçerlidir.

Bu anlamsızlaşma, özünden uzaklaşma krizini en derinden yaşayan yapıların başında ise Türkiye’deki “İslamcı” ve İslami hareketler ve dindar- “muhafazakar” taban- olmuştur. Bu anlamsızlaşma, İslami değerlere bağlı olduğu iddiasıyla yola çıkan “İslamcı” ve İslami hareketlerin bu değerlerle zıt bir konuma gelmeleri, ahlaki ve itikadi temellerini büyük oranda yitirmeleriyle tanımlanabilir. 25 yıllık “İslami” bir parti yönetiminde hem devlet kurumları, hem de toplumsal yapı en ağır siyasi, ekonomik ve ahlaki-vicdani yozlaşma yaşıyorsa, bunda, “İslamcılık” projesinin iflası ve anlamsızlaşması temel sebeptir.

İki kavrama itiraz

Sorunun daha iyi anlaşılması için iki kavramı netleştirmemiz iyi olur. Türkiye’de “dindarlık” ve “muhafazakarlık” kavramları özdeş sayılmakta ve birbirine indirgenmektedir. Muhafazakarlık (conservatizm); devletçi statükonun ‘muhafazasını’ esas alan, devletin bekasını ve sürdürülmesini her şeyin önüne koyan tutucu siyasi akımdır. Mutlakiyetçidir. Tevhidi din olarak İslam’ın dindarlığı ise; kendisini Tanrı yerine koyan her tür mutlakiyetçiliğe / dayatmacılığa karşı, bir insanın Allah dışında hiçbir devlet- kurum-veya bireye mutlak güç/ otorite izafe etmemesi itibariyle muhafazakarlığa karşıdır. Devrimcidir/ öyle olmak zorundadır. Devletin değil, halkın, hakkın ve adaletin yanında yer almak durumundadır. Muhafazakarlığın İslami dindarlıkla bu denli özleştirilmesi ve iç içe geçmesi Türk “İslamcılığının” en temel hastalığıdır. Siyasal muhafazakarlığı İslam’dan devşirdiği kimi zahiri değerlerle boyayarak devlet sisteminin koruyucu/ muhafazakar ideolojisi olarak tasarlamakta ve Müslüman kitlelere zevk etmektedir.

İkinci kavram ise “İslamcılık” veya siyasal İslamcılık kavramları da dindarlık ve dindar siyaset yerine kullanılması sorunludur. Kimi laik ve sol çevreler, İslamcılık ile tüm İslami hareketleri İslami dindarlığın siyasal ideallerini kastederek tümünü kötülemektedirler. Buna dönük ihtirazi kayıtla; ‘İslamcılık’ kavramını İslami dindarlık için değil, İslam’ı özünden boşaltarak bir iktidar aracına / nesnesine dönüştüren politik tutumlara dönük kullandık. Ancak “siyasal İslamcılık” kavramı özellikle laik- seküler ve kimi sol çevrelerde İslam’ın ve Müslümanların bir siyasal ideale/ hedefe sahip olmaması gerektiği kabulüne dayalı kullanıldığında açıkça hatalıdır. Sosyalistlerin, liberallerin, milliyetçilerin nasıl ki bir siyasal idealleri / iddiaları varsa ve bu suç değilse, İslami dindarlığın da kendi değerlerine muvafık bir siyaset iddiasına sahip olmaları kötülenemez. Ancak bu siyasal iddianın/ projenin içerik itibarıyla baskıcı, anti- demokratik olması durumunda bütün diğer (sosyalist, liberal, milliyetçi ve benzeri) kesimler açısından olduğu gibi İslami hareketler açısından da sert eleştiri / yargı konusu olması doğaldır. Türkiye’deki “İslamcı” hareketlere (kimi istisnaları dışında tutarak) eleştirimizin / itirazımızın temelinde de bu yön vardır. Türkiye Cumhuriyeti’nin son çeyrek yüzyılında iktidar olan ve ‘İslamcı’ olduğunu iddia eden bir partinin oldukça baskıcı, totaliter bir tarzda hükümet ediyor olması, Türkiye’deki İslami hareketlerin ciddi bir eleştiriye tabi tutulmasını gerektirir.

Siyasi duruş ve etik

Siyasi duruş ve etik ilişkisi, İslami çevreler için en önemli sınama (imtihan) alanlarındandır. Türk-İslamcılığı, belki de Türki boyların İslam ile ilk tanışmaları biçimi (Abbasilerin en yozlaştığı dönemde Abbasi sultanlarının paralı askerleri olma) nedeniyle ağırlıklı biçimde iktidarcı-devletçi ve askeri vesayet karakterinde olmuştur. Elbette muhalif bir damar daima olagelmiştir, fakat devletçilik (bu bağlamda ‘sağcılık’) Selçukiler’den Osmanilere ve Türkiye Cumhuriyeti’ne değin belirgin damar olmuştur. Türk Müslümanlarının önemli liderlerinden olan Nurettin Topçu, Anadolu-Türk Müslümanlığının karakterini “devletçi, muhafazakâr, otoriter ve ruhçu bir milliyetçilik”, (Ahlak Nizamı) olarak tanımlıyor. Topçu’nun tanımındaki devletçilik, muhafazakarlık, otoriterlik ve milliyetçilik anlayışlarının her biri, İslam’ın itikadi ilkelerinin (öz değerlerinin) bir inkarı olduğu halde, bu kavram ve anlayışlarla inşa edilecek bir “İslami” bilincin nemenem bir şey olacağı hep görmezden gelindi. Necip Fazıl’ın ‘Baş Yücelik Devleti’ ideali de benzer karakter taşır. (Ki Necip Fazıl aynı zamanda Kürt isyanlarında özellikle Şeyh Said ve Dersim’de devletin yaptığı katliam ve mezalimi büyük bir cesaretle ilk anlatan kişidir de.) Kürt sorunu başta olmak üzere birçok meselede ‘Türk İslamcılarının’ ve İslami cemaatlerin önemli bir kısmının devletçilikle harmanlanmış milliyetçi-Müslümanlık refleksiyle yaklaşmaları temel siyasi ve ahlaki sorundur.

Kısa bir tarih: Bastırılan İslami muhalefet ve ılımlı işbirlikçiliğin inşası

Gerçek şu ki AKP ve ‘Gülen Cemaati’ gibi yapıların ana-damarı oluşturduğu Türk-İslamcılığı kendisine uygun gördüğü devletçi, milliyetçi, muhafazakâr ve benzeri tanımlarla gerçek İslami şuurdan uzaktır ve bir siyasi proje olarak inşa edilmiş iktidar ideolojisidir. Bu inşa ve çarpıtmanın başlangıcını sadece Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna bağlamak da doğru olmayacaktır. 19. yüzyıl başlarında Avrupa’nın askeri ve ekonomik yöntemleri karşısında başarısız kalan Osmanlı İmparatorluğu’nun özellikle II. Mahmut’la başlayan modernleşme-batılılaşma eksenindeki yeniden yapılanması geleneksel toplumdan tevarüs eden kimi sorunları da eklersek, günümüzde yaşadığımız sorunların kaynağı durumundadır. Kimi İslamcıların oldukça övdüğü II. Abdülhamit en ‘modernleşmeci’ ve belki de ulus- devletçi yapılanmanın ilk taşlarını döşeyen kişiydi. Ve imparatorluğun yüzyıllarca kimi yetersizlikler olsa da koruduğu dini ve etnik yapıları baskılayan merkezileşmeci yapı oluşturmuştu. (Nitekim bu nedenle Mehmet Akif, Saidê Nursi gibi Müslüman aydınlar II. Abdülhamid’e karşı en sert muhalefeti sergilemişlerdi.) İttihat ve Terakki Cemiyeti ve sonrasında Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucuları da bu modernleşmeci projeyi sadece kimi nüans farklılıklarıyla devraldılar.

Türkiye Cumhuriyeti kuruluş anından itibaren egemen sistemin ileri karakolu rolündeydi. Bu nedenle Türkiye Cumhuriyeti’nin modernleşme projesi kapitalist dünya sistemine entegre olma / eklemlenme ekseninde oldu. Bu da jakoben bir ulus -devlet inşası idi. Bu “modernleşme” önünde engel görülen etnik (Kürtler başta olmak üzere Ermeniler, Rumlar ve benzeri) ve dini yapıların (İslam başta olmak üzere, 1934’te Yahudi pogromu, 6-7 Eylül olayları ile Rum Hristiyan…) tümüyle bastırılması ya da işbirlikçi temelde asimile edilmeleri esas alındı. 1921 anayasasından kopuş keskin bir paradigmatik kopuştu. Dolayısıyla Kürt ve İslam sorununu devletin kuruluş paradigmasından bağımsız ele alamayız. Bazı İslamcı çevrelerin çokça basitleştirdikleri gibi sadece Mustafa Kemal ve İnönü ‘nün şahsına bağlamak, doğru sonuçlara götürmeyecektir.

1925 dönüm noktası oldu. Kürtlere karşı büyük askeri operasyonlar başlatıldı. Eş zamanlı olarak Türkiye ve Kürdistan’da önde gelen İslam alimleri, Mehmet Akif’ten İskilipli Atıf Hoca’ya, Kürtlerin hak taleplerini desteklediği için Şeyh Said ile beraber tutuklanıp idam edilen Mersinli Türk alim Hoca Askeri, Şeyh Said, Seyit Rıza, Bediüzzaman ve diğerleri ya katledildiler ya sürgün ve zindanla susturuldular. 1925-50 arası baskı dönemi oldu. (Burada aynı aydınlanmacı-modernleşmeci paradigmayı benimseyen TKP gibi kimi sosyalist yapıların Kürtlere yönelik katliamları destekledikleri de not edilmelidir.)

Ancak rejim, bütün baskı politikalarına rağmen tabandaki İslami duyarlığın derinliğini çözememişti. Örneğin onca baskı, yıllarca hapis ve sürgüne rağmen Bediüzzaman Said Nursi öncülüğündeki Nur cemaatinin oluşumunu engelleyememiş, Nur hareketi çok ciddi bir halk kabulüne ulaşmıştı. Dergahlar (özellikle Alevi cenahında), tarikat ve cemaatler de benzer tarzda yaygınlığını kısmen de olsa korudu. İşte 1950- 60’lardan itibaren, özellikle 70 ve 80’lerde bölgesel jeo-politik gelişimler de göz önünde bulundurularak, İslami cemaat ve yapılara devlet eliyle içine sızma tarzında müdahale edildi. Bu operasyonlardan en belirgini, Said Nursi’nin oluşturduğu Nur cemaatinin 1975’lerden itibaren Fethullah Gülen eliyle devlete sadık Gülen cemaatine dönüştürülmesiydi. Cemaat birçok alt dala bölünse de, Türkiye’deki ana damarı Gülen eliyle işbirlikçileştirildi. Çok ilginçtir, henüz 1970’lerin sonlarında Bülent Ecevit, Fethullah Gülen ile ilişki kurmuştu. (Bir istihbarat iddiasına göre bir istihbarat subayı eşliğinde Bülent Ecevit, Fethullah Gülen ve Hüseyin Velioğlu ile 1978-1979’larda bir toplantı gerçekleştirmişti.) 2000’lerin başında Ecevit’in Gülen’e neden olumlu yaklaştığı sorusuna “bugün bizim için üç tehlikeli akım var; İran, Erbakan ve Suudi. Fethullah Hoca, bu her üç akıma da karşıdır. Ayrıca Fethullah Hoca, devletin gidemediği yere Türklüğü götürmektedir” cevabını vermişti.

Necmettin Erbakan’ın liderlik ettiği Milli Görüş hareketi, sistem içi birçok özellik gösterse de (örneğin Erbakan’ın maslahatçı ve kimi devletçi tutumları, yine sürekli milliyetçi sağcılara göz kırpması), rejim tarafından tam denetime alınabilir pozisyonda görülmediğinden birçok baskıya maruz kaldı. 1990’larda sol-sosyalist hareketlerdeki canlanmada olduğu gibi İslami hareketlerde de bir canlanma oldu. Buna karşı Milli Görüş içindeki daha radikal eğilimin tasfiyesi ve ‘Ilımlı İslamcılık’ projesinin önünü açmak planı devreye konuldu. Bu aynı zamanda hegemonik güçlerin de bir projesiydi. 28 Şubat darbesinin esas hedefi, muhalif İslami hareketlerin tasfiye edilmesi, Refah Partisi’ndeki milliyetçi-ılımlı İslamcı Erdoğan kliğinin önünün açılması idi. 12 Eylül faşist darbesini destekleyen Perinçek’in sağ versiyonu olan Gülen, 28 Şubat’ı da destekledi. 2002’deki ilk seçimde Erdoğan- Gülen konsorsiyumu iktidara taşınmış oldu. ABD’nin Ortadoğu işgal ve yeniden dizayn projesi olan Büyük Orta Doğu Projesi, henüz yeni iktidara gelmiş olan AKP tarafından büyük bir coşkuyla benimsendi ve Erdoğan, kendisini “BOP’un eş başkanı” olarak ilan etti.

Sonuç: ‘Eski Hal Muhal, Ya Yeni Hal, Ya İzmihlal’

AKP iktidarının serencamı, çokça hayran olduğu II. Abdülhamit dönemine çok benzemektedir. AKP iktidarı dönemi, seküler-laik çevrelerin iddia ettikleri gibi cumhuriyetin jakoben ulus-devletçi paradigmasına karşıtlık içinde olmadı. Tam tersine ulus- devletin tüm paradigmasını canı gönülden benimseyip uyguladı. AKP ile beraber rejimin en büyük başarılarından biri de, bir boyutu 1979’daki İran devrimi rüzgârı ile Türkiye’de oldukça ivme kazanan radikal İslami hareketlerin çoğunu tasfiye ederek İslami muhalefetin gerçek manada darbelenmesi oldu.

“İslamcı” bir iktidarın kendileri için avantaj hatta zafer olacağını düşünen birçok İslami cemaat ve yapı, bu iktidarı sürdürmek uğruna parçası oldukları adaletsizlik, hukuksuzluk, rant ve kirli ilişkilerin ahlaki ve itikadi manada onları oldukça çürümüş bir zemine mahkum ettiğini kısmen de olsa anlamış durumdadırlar. Özellikle Kürt sorunu çerçevesinde takındıkları tutumun, Kemalist dönemin mazlumları olan “İslamcıların”, iktidarı ele geçirdiklerinde nasıl da zalimlere dönüşebildiklerini gösterdi. İktidar olmak uğruna ahlaki-itikadi değerlerin terk edilmesi büyük bir çöküşe yol açtı.

Kürt sorunu, ‘İslamcıların’ ve Türkiyeli İslami camianın en başarısız imtihanlarından biriydi. Şu anki çözüm tartışmaları ve süreci İslami şuurun ‘devlet, iktidar, demokrasi, halkların özgürlüğü ve ahlaki tutum’ gibi kavramları yeniden tartışmasına ve kendini yeniden oluşturmasına da önemli bir fırsat sunmaktadır.

PaylaşTweetGönderPaylaşGönder
Önceki Haber

Jin Dergi’nin yeni sayısı yayında

Sonraki Haber

‘Tel kafeslerinizi asla kabul etmeyeceğiz!’

Sonraki Haber
Sevk-sürgün rüzgarı yeniden esiyor

‘Tel kafeslerinizi asla kabul etmeyeceğiz!’

SON HABERLER

Özerk manzaralar: Yol filminde dağlar

Frantz Fanon’un anti-sömürgeci mücadelesi üzerine bir film: Fanon

Yazar: Yeni Yaşam
25 Mayıs 2025

Barış bir mücadele sorunudur

Provokasyonlar ve şantaj barışa hizmet etmez

Yazar: Yeni Yaşam
25 Mayıs 2025

Sevk-sürgün rüzgarı yeniden esiyor

‘Tel kafeslerinizi asla kabul etmeyeceğiz!’

Yazar: Yeni Yaşam
25 Mayıs 2025

İslam’ın şartı gerçekten kaçtır?

Kürt sorununda çözüm süreci ve Türkiyeli Müslümanlar

Yazar: Yeni Yaşam
25 Mayıs 2025

Jin Dergi’nin yeni sayısı yayında

Jin Dergi’nin yeni sayısı yayında

Yazar: Yeni Yaşam
25 Mayıs 2025

Köyden kente işçi göçü

Toplumsuz hiçbir şey inşa edilemez

Yazar: Yeni Yaşam
25 Mayıs 2025

Suriye’de zaten bir iç savaş var!

Suriye’de zaten bir iç savaş var!

Yazar: Yeni Yaşam
25 Mayıs 2025

  • İletişim
  • Yazarlar
  • Gizlilik Politikası
yeniyasamgazetesi@gmail.com

© 2022 Yeni Yaşam Gazetesi - Tüm Hakları Saklıdır

Welcome Back!

Login to your account below

Forgotten Password?

Retrieve your password

Please enter your username or email address to reset your password.

Log In

Add New Playlist

E-gazete aboneliği için tıklayınız.

Sonuç Yok
Tüm Sonuçları Görüntüle
  • Tümü
  • Güncel
  • Yaşam
  • Söyleşi
  • Forum
  • Politika
  • Kadın
  • Dünya
  • Ortadoğu
  • Kültür
  • Emek-Ekonomi
  • Ekoloji
  • Emek-Ekonomi
  • Yazarlar
  • Editörün Seçtikleri
  • Panorama
    • Panorama 2024
    • Panorama 2023
    • Panorama 2022
  • Karikatür
  • Günün Manşeti

© 2022 Yeni Yaşam Gazetesi - Tüm Hakları Saklıdır