Askerler, stratejistler, Ergenekoncular Suriye’de Kürtlerin yaşadığı bölgelerle sınırlarımız arasında bir tampon bölge oluşturmak arzusundalar. Böylelikle “beka” sorunumuzun çözüleceğini düşünüyorlar. Yani Suriye’de (ya da Irak’da) olası bir Kürt devletinin kurulması ile ülkemizdeki Kürtlerin de benzer ayrılıkçı taleplerle davranabilecekleri ve böylelikle de güney sınırlarımızın da güvensizleşeceğini düşünüyorlar. Bu konularda da çok kesin ve kararlılar.
Evet Kürtler, kimi, sınırları Batılı emperyalistler tarafından çizilmiş 4 ayrı ulus devletin toprakları içinde yaşıyorlar. Asimile olmamışlar ve kendi dillerini özgürce konuşabildikleri, diğer ulus devlet yurttaşlarıyla eşit koşullara sahip bir yaşam istiyorlar. Çok şey mi istiyorlar?
Bu sorunun cevabı tabii ki kişinin meşrepine göre farklı olur. Bunu anlıyorum. Ama bir de şu pencereden baksak ne olur?
Günümüz dünyası, bir zamanların imparatorluklarının yıkılıp yerlerine ulus devletlerin ortaya çıktığı bir çağa benziyor. Ama bu kez yıkılan, ya da yıkılmak üzere olan ulus devletler. Küreselleşmenin insan toplulukları üzerinde yarattığı bilinçlenme bir yandan gezegenimiz ve hayatlarımızla ilgili bizi daha bilgili kılarken bir yandan da müthiş belirsizlikler doğurdu. Nasıl ki bugüne dek fiziki çevremize aldırmayıp, sanki gidecek başka yerimiz varmış gibi dünyamıza çok kötü davrandığımızı anlayıp çevre ve iklim konularının önemini yeni yeni anlıyorsak, aynı şekilde insan çevremizin de, kültürlerimizin, dillerimizin, gelenek göreneklerimizin de önemini yeni yeni anlamaya başladık.
Diğer taraftan da eskiden ulus devletlere ait olan yönetim erki, sermayenin (güç’ün) uluslararasılaşması ile bu erkini kaybetmekte. Üstelik yalnızca yönetmekle ilgili değil, norm koymak, kural oluşturmak ve homojen vatandaş yaratmakla ilgili güçlerini de kaybetmekte ve böylece insan toplulukları için müthiş bir belirsizlik üretmekte.
İşte bütün bu gelişmeler insan topluluklarının ulus devlet çatısı altında kendi kimlikleri etrafında bir araya gelmelerine neden oldu ve olmaya da devam ediyor.
Kimliklerin ulus devletler çatısı altında öne çıkmaları, ulus devletler içinde bir kaynak paylaşımı sorunu yaratmaya başladı. Kaynakların nasıl dağılacağı konusu ise ulus devlet içinde daha çok “temsili demokrasi” dediğimiz yönetim tarzının seçimlerle seçilmiş siyasetçilerinin kararlarıyla belirleniyordu. Belirli aralıklarla yapılan seçimlerde kazanan siyasi parti ülkeyi belirli bir süre yönetiyor ve ulusun kıt olan kaynaklarını da kendi seçmenleri arasında paylaştırıyordu.
Fakat ulus devlet içinde kimlikleşme olgusu seçimleri belirli ideolojiler ya da belirli fikirler etrafında bir araya gelmiş partilerin bir yarışması olarak değil, farklı kimliklerin farklı partileri olarak yarıştıkları bir mekanizma haline dönüştürdü. Bu da bir çeşit ulus devletler içindeki nüfus kompozisyonunun önemini ortaya çıkardı. Bir başka ifadeyle bugün temsili demokrasi ulusun içinde sayıca üstün olan kimliğin kayıtsız egemenliği anlamına gelmekte.
Bütün bunlardan muradım şu: dünya değişiyor, eskiden homojen olan Batılı ülkelere yönelik göçler bu ülkeleri heterojen hale getirirken, bizim gibi taa başından itibaren heterojen olan ülkelerde de insanlar kendi kimliklerini keşfediyor ve kimliklerİ etrafında toplanıyorlar. Bu gidişat “temsili demokrasi” dediğimiz yönetim biçimini deyim yerindeyse ıskartaya çıkarıyor. Bunun yerine bütün kimliklerin farklılıklarını yansıtabilecek, katılımcı yeni demokrasi biçimlerine ihtiyaç ortaya çıkıyor.
Dolayısıyla Kürt sorunuyla ilgili bugünün egemenlerinin “beka” sorunu diyerek neredeyse başka bir ülkede savaşı göze alabilecek bir aşamaya gelmiş olmalarının bu sorunu çözmeyeceği açık. Onun yerine daha katılımcı, daha demokrat bir siyasetin daha etkili olacağı da…
Önümüzdeki bahis bence bu.
Kürt sorununu daha katılımcı ve demokrat bir siyaset içinde çözmek.
Üstelik sanıldığı kadar da zor olmayacak…