Avrupa Konseyi Yerel Yönetimlerin Özerkliği Şartnamesi, Türkiye’ye Kürt sorunu için hazır, meşru ve uluslararası kabul görmüş bir çözüm mekanizması sunuyor. Güney Tirol deneyimi; sınırları değiştirmeden geniş özerklik, mali güç devri ve kültürel teminatın hem devletin bütünlüğünü koruduğunu hem de ekonomik‑toplumsal istikrarı pekiştirdiğini kanıtlıyor
Hamit Ekinci
Türkiye’de Kürt sorununun çözüm tartışmaları uzun zamandır idarî reform başlığıyla birlikte yürütülüyor. Bu bağlamda, Türkiye’nin şerhli imzacısı olduğu Avrupa Konseyi Yerel Yönetimlerin Özerkliği Şartnamesi (European Charter of Local Self‑Government) sık sık gündeme gelmekte. Belge, Schengen Bölgesi’nin de ilan edildiği 1985 yılında kabul edilmiş, 1988 yılında yürürlüğe girmişti. Dönem, kapitalist Batı bloğunun sosyalist Doğu bloğu karşısında teknolojik ve ekonomik olarak net bir zafer kazandığı; ancak iki bloğun da iç içe yaşamını sürdürdüğü Geç Soğuk Savaş evresine denk gelir. Dolayısıyla kontrollü bir “normalleşme” gözlenmektedir. Arkaplanın anlaşılmasi Türkiye’nin neden böyle bir karar anında bulunduğunun anlaşılması açısından önemlidir.
Avrupa’da aşırı birikmiş sermaye, ulus‑devlet ve etnik gerilimler
1990’lara varmadan aşırı birikmiş (over‑accumulation) Avrupa sermayesi yeni pazar arayışındadır ve ulus‑devletlerin “sosyalizm korkusuyla” uyguladığı aşırı güvenlikçi politikaların sermayenin serbest dolaşımına engel olduğunu düşünmektedir. Öte yandan Avrupa’daki tekçi ulus‑devlet pratiği çeşitli etnik tansiyon alanları üretmekte, sermayenin ihtiyaç duyduğu “güvenlikli bölgelerin” oluşmasını engellemektedir. Bu nedenle Avrupalı devletler 1970’ler‑80’ler boyunca kendi iç çözüm süreçlerine girdiler, kısmi normalleşmeler yaşandı (’79 İspanya‑ETA, ’72 İtalya‑Güney Tirol, Fransa Mitterrand reformları); ancak tüm bu örnekler ortak bir çerçeveye kavuşmamıştı.
1985’te Avrupa Konseyi’nin Özerklik Şartnamesi ve 1993’te Maastricht Anlaşması ile Avrupa Birliği’nin ilanı süreci kurumsal çerçeveye oturttu. AB ilk kez modern anlamda “Avrupa yurttaşlığı” tanımını getirirken, Birliğin “yarı‑federal” karakterini vurgulayan yerindenlik (subsidiarity) ilkesi öne çıktı. İdarî hukukta yerel‑merkez ilişkileri yeniden düzenlendi; birçok alanda yetki yerelleştirildi, bürokrasi seyreltilerek karar süreçleri tabana yaklaştı. Tüm devletler buna uygun dönüşüm başlattı; meselâ ulus‑devletin tarihsel merkezî prototipi kabul edilen Fransa, 2003 Anayasa değişikliğiyle ülkeyi “yerel özerkliğe sahip topluluklardan oluşan bir Cumhuriyet” olarak tanımladı.
Güney Tirol’de çatışmanın arka planı ve çözümü
Güney Tirol, 1919 Versay Anlaşmaları kapsamında I. Dünya Savaşı’nın ardından Avusturya‑Macaristan İmparatorluğu’ndan alınarak İtalya’ya tampon olarak verilmiş bir bölgedir. Jeopolitik olarak kritiktir; Kuzey Avrupa’yı Alp Dağları üzerinden İtalya’ya bağlayan ana geçitlerden biridir ve dağlık yapısı sebebiyle savunulabilir konumdadır. Halkın neredeyse tamamı Almanca konuşmakta, kültürel olarak Avusturya’ya bağlıydı. 1922 sonrası Mussolini’nin asimilasyon politikaları: Yer adları İtalyancalaştırıldı, Almanca yasaklandı, “etnik mühendislik” ile bölge İtalyanlaştırılmaya çalışıldı. 1946 yılında II. Dünya Savaşı sonrasında bölge ilk kez azınlık hakları çerçevesinde sınırlı da olsa tanınma elde etti.
- 1956‑1972: Bölgenin ayrılığını savunan BAS örgütünün tırmanışıyla BM nezdinde diplomatik girişimler başlatıldı.
- Roma yönetiminin ilk adımları: Almanca resmî dil olarak tanındı, eğitim politikalarının yerelden belirlenmesine izin verildi; yerel meclis kuruldu. Bölgede toplanan vergi gelirlerinin sadece %10’u merkezi hükümete aktarılacaktı; bölge yalnızca dış işlerinde İtalya’ya bağlı kalacaktı.
- 1972: Anayasa değişikliğiyle bölgeye geniş özerklik tanıyan “ara çözüm”e ulaşıldı.
- 1992: Avusturya, İtalya’nın bölgedeki yükümlülüklerini tamamen yerine getirdiğini kabul ederek BM nezdinde dosyanın kapandığını ilan etti.
Sonuç olarak Güney Tirol sorununun çözümünde Avusturya’nın rolü ve teşvikleri temel ilerletici unsur oldu; süreç Avrupa’daki yerindenlik trendiyle birebir örtüştü. Bugün Güney Tirol Italya’nın kişi başına gayri safi milli hasılası en yüksek bölgesidir. Durumun böyle gelişmesinde jeopolitik konumunun yanı sıra Avrupa ile teknoloji ve sermaye akışına izin veren idari sisteminin etkisi büyüktür.
Dönüşen Ortadoğu’da Kürt ve ‘Kürdistan’ özneleri
1990’ların başında Avrupa’nın yaşadığı durumun benzerini bugün büyük oranda Ortadoğu yaşıyor. Sovyetler Birliği’nin çöküşünün üzerinden 34 yıl geçmesine rağmen II. Dünya Savaşı sistemi büyük ölçüde korunmuş durumda; bu da küresel sermayenin bölge için çizdiği yeni rotayla uyumsuz. İbrahim Anlaşmaları, Hindistan’ın Avrupa ile ekonomik entegrasyonunu öngören IMEC projesi, Doğu Akdeniz’deki enerji ve interconnectivity projeleri —birçoğu henüz taslak olsa bile— daha entegre bir Ortadoğu’nun kapısını aralıyor.
Kürt sorunu bu bağlamda bölgenin en yakıcı başlıklarından biri. Kürt halkı, nüfus bakımından dünyanın en büyük devletsiz topluluklarından; fakat bu devletsizlik örgütsüzlük anlamına gelmiyor. Kürtler asimile edilemedikleri gibi kültürel birliğin yanı sıra siyasal birliklerini de büyük ölçüde tamamlamış durumda. Kürdistan’ın farklı parçaları başka devletlerin egemenliğinde bulunsa bile aralarındaki ortak siyasal gündem ve bunun birincil kimlik hâline gelmesi uluslararası sistemi zorluyor.
Lozan düzeniyle statüsüzlüğe terk edilen Kürdistan, bugün de jure olmasa da de facto olarak Ortadoğu’nun ve Doğu Akdeniz’in aktif bir paydaşıdır. Bu statüsüzlüğün “kırılması” için bölge devletleri yoğun savaşlar verdiler ancak başarılı olamadılar. Yakın zamanda Esad rejiminin, ondan önce Saddam rejiminin gerisinde enkaz bırakarak çöktüğünü gördük. Şimdi tanık olduğumuz süreç, de facto Kürt otoritesinin bazı devletlerle hukuksal süreçlerde ortak olması ve kendi özgün örgütlenmesini uluslararası sistemin meşruiyet verebileceği bir forma dönüştürmesidir. Kürt öznesi bu anlamda esneklik göstermiş, kör çatışmadan kaçınmış; yaratabildiği her fırsatta yapıcı karakterini ortaya koymuştur. Bu bağlamda taktik yenilgileri kabullenmiş, stratejik bir zafere odaklanmıştır. Şimdi asıl soru, sorunun muhatabı Kürdistan üzerindeki egemen devletlerin nasıl adımlar atacağı, yeni sürece kendilerini nasıl hazırlayacağıdır.
Türkiye ve Avrupa Konseyi Yerel Yönetimlerin Özerkliği Şartnamesi
Türkiye, Şartnameyi 1988’de imzalamış, 1991’de TBMM’de onaylamış ancak şerhlerini saklı tutmuştur. Ankara, Kürt sorunu ile doğrudan ilişkilendirip çözümde bir araç olarak kullanabileceği hâlde bu potansiyeli tercih etmemiştir. Şerhler, Kürt belediyelerinin daha fazla yetki almasını, ulusal ya da uluslararası dayanışma kurmasını ve mali bağımsızlığını engellemeyi hedefler:
Konu | Türkiye | Italya – Guney Tirol |
Yerel Yonetim ve Karar Süreçleri | Yerel yönetimin yerelle ilgili kararlarının bağlayıcı değil, sadece öneri niteliğinde sayılması
|
Yerel yönetim yerelde tam yetkilidir, ulusal konularda Roma’nın görüşü alınır.
|
Yerel Yönetimin İç Yapısı | Yerel yönetimin kendi iç yapısını örgütlerken merkezin kanunî çerçevesine bağlı kalma zorunluluğu
|
Bölge kendi meclisini, bakanlar kurulunu, resmî dil düzenlemelerini, eğitim sistemini, sembollerini belirler.
|
Bütçe ve Mali Özerklik | Merkezî hükümetin bütçe belirleme konusunda tam yetkili olması
|
Toplanan vergilerin %90’ı bölgede kullanılır; Roma bölge bütçesine müdahale etmez.
|
Ulusal ve Uluslararası Birliklere Katılım | Ulusal veya uluslararası birliklere katılım hakkının kesin reddi
|
Güney Tirol, Avusturya’daki Tirol eyaletleriyle sınır ötesi iş‑birliği yapar.
|
Bölge dönüşüyor, Türkiye ayak uydurmalı
Filistin Kurtuluş Örgütü’nün 1993’te İsrail’i resmen tanıması ile Arap Soğuk Savaşı fiilen sona ermiş, yeni bir Ortadoğu’nun kapıları aralanmıştı. 1995 Barcelona Deklarasyonu ile kurulan Euro‑Med ticari zemini bugün Doğu Akdeniz’deki güç mücadelesinin temelini oluşturuyor. Dünyanın gidişatına uymayı reddeden pek çok aktörün sonu geldi, yerlerine yeni rejimler ve aktörler doğdu: Bu süreç Saddam ile başladı, verdiği tavizlere rağmen Kaddafi ve Mübarek ile sürdü; Hamas ve Hizbullah sınırlandı, Esad eksenli Suriye rejimini sarstı ve yoluna devam ediyor. Tıpkı Soğuk Savaş sonrası sermayenin Avrupa’nın tüm bölgelerine açılmak istemesi gibi, bugün Ortadoğu da bir eşikte duruyor. Türk‑Kürt çatışmasının, hızlı bir idarî reformla bölgenin dönüşümüne uygun bir momentum içinde çözülmesi, tarihsel bir zorunluluk olarak kendini dayatmaktadır.
Sonuç
Avrupa Konseyi Yerel Yönetimlerin Özerkliği Şartnamesi, Türkiye’ye Kürt sorunu için hazır, meşru ve uluslararası kabul görmüş bir çözüm mekanizması sunuyor. Güney Tirol deneyimi; sınırları değiştirmeden geniş özerklik, mali güç devri ve kültürel teminatın hem devletin bütünlüğünü koruduğunu hem de ekonomik‑toplumsal istikrarı pekiştirdiğini kanıtlıyor. Türkiye, şerhlerini geri çekip Şartnameyi eksiksiz uygulayarak hem iç barışını güvenceye alabilir hem de Ortadoğu’nun yeni ekonomik‑politik mimarisine Kurt paydasliginin muttefiki ve güçlü bir oyuncu olarak entegre olabilir.