KNK üyesi Prof. Dr. Nikola Eşref Şali ile güncel gelişmeleri ve Kürt birliğini konuştuk:
- Sayın Öcalan paradigmasıyla PKK’yi bir strateji ve belli taktiklerle kendini feshetme kararına götürürken mücadelenin yeni Ortadoğu haritasında nasıl uyarlayacağına, Kürdistan’ın diğer parçalarının, özellikle Güney’in kazanımlarının ve Rojava tecrübesinin nasıl savunulacağını ortaya koydu
- Ortadoğu’da son dönemde yaşananlar, Türkiye’yi böyle bir sürece boyun eğmeye zorlamıştır. Aynı zamanda Kürtler için de altın değerinde bir fırsat sunmuştur. Bunu fiili olarak da Kürtlerin ulusal birliğini yaratacak büyük bir dönüşüm haline getirmeliyiz
- Eril iktidar, karar sahibi bir yönetimdir. Tüm toplumsal, ekonomik, siyasal alandan aileye kadar her alanda otoriter de olmuştur. Bu açıdan Güney’de kadının varlığı zayıftır. Kürt kadınının artık tüm alanlarda mücadeleye katılmasını umut ediyorum. Güney’de kadın örgütlemesini başlatmalıyız
Nezahat Doğan
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın tekçi ve yıkılmakta olan ulus devlet anlayışına karşı ortaya koyduğu demokratik toplum paradigması, başta dört parça Kürdistan ve Ortadoğu’da ezilen halklar için barış içinde, özgür ve onurlu bir yaşamın yolunu açıyor. Ancak, Türkiye’de Öcalan’ın işaret ettiği gibi Meclis’te bir komisyon kurulmasına rağmen barış ve demokrasi için gerekli somut adımlar atılmıyor ve geciktiriliyor. İktidar kanadı, demokrasi ve demokratikleşmeyi telaffuz etmekten dahi kaçınıyor. İçerde muhalefete, özellikle CHP’ye yönelik yargı eliyle operasyonlar, kayyımlar ve anti-demokratik uygulamalar devam ediyor. Diğer taraftan MHP Lideri Devlet Bahçeli’den sürece dair önemli çıkışlar geldi; PKK’nin sorumluluğu üstlendiğini vurgulayarak herkesin de bu sorumluluğu üstlenmesi gerektiğini belirtti.
Peki, Öcalan’ın paradigması Güney’de nasıl karşılık buluyor? Güney ve Kuzey arasında bağlar nasıl şekilleniyor? Nasıl görülüyor? Kadın özgürleşmeden toplum özgürleşemez denilen noktada Güney’de kadın mücadelesi nasıl gelişiyor? Tüm bunları ve gündemi Federe Kürdistan Bölgesi’nin Silêmanî kentinde KNK üyesi Prof. Dr. Nikola Eşref Şali ile konuştuk.
- Yeni süreçlere gebe dönemlerden geçiyoruz. Ortadoğu’da dengeler her an değişebiliyor. Savaş ve çatışma çok kırılgan bir eşikte gidiyor. Siz dört parçaya Silêmanî bölgesinden baktığınızda 27 Şubat çağrısı ve gelişen barış sürecinin etkilerini nasıl görüyorsunuz? Çağrı Başûr’da nasıl karşılandı ve hissediliyor?
Şu an yürürlükte olan barış süreci, Kürtler açısından pratik adımlarla yürüyor. Ancak Türk devleti açısından süreç denemeyecek düzeyde bir yaklaşım söz konusu. Diğer yandan gerek Türkiye’nin kamuoyunda – yavaş ve kısık da olsa- gerek uluslararası alanda sayın Abdullah Öcalan’ın yüzyılın çağrısının karşılanmaya başlandığını görüyoruz. Kurumsal anlamda ise Türk devletinden herhangi bir pratik adım söz konusu değil.
- Kürt tarafı adımlarını attı ama devlet ve hükümet tarafında bir adım yok. Nasıl adımlar olmalı?
Şu ana kadar zorunlu olarak kendini muhatap gösteren Devlet Bahçeli, MİT gibi istihbarat teşkilatları ve derin devlet kurumlarıdır. Sayın Öcalan’ın çağrıyla PKK’nin 12. Fesih Kongresi’ni gerçekleştirmesi, bu dönem için silahlı mücadeleyi sonlandırma kararı alması ve silahları imha etme töreni gerçekleştirmesine rağmen Türkiye şu an bunlara karşılık ne yasa çıkarmış ne de pratik bir adımla karşılık vermiştir. Evet, önemli olan bir komisyon kurulmuştur ama 27 Şubat’tan bu yana ağır yürütülen bir süreç var önümüzde. Hepsi bir yana, bu sürece “terörsüz Türkiye” adını veriyorlar, çünkü Türkiye yıllarca faşist milliyetçi yapısı ve milliyetçi duygularla halkı eğitmiş, ülkeyi dizayn etmiş durumda. Orada yaşayan halkların kardeşliği söz konusu olunca faşist duygular ortalığa dökülüyor. Bu yüzden böyle bir süreci zor hazmediyorlar.
- Barışı ve çözümü istemeyen, savaştan beslenen bir kesim ve onların savaş ekonomisi mi var?
İfade ettiğiniz bu savaş ekonomisi çok önemli bir konu. PKK silahlı mücadeleye başladığı 1984’ten bu yana ülke ekonomisinin büyük bir kısmı Kürtleri yok etme savaşına sevk edilmiş, dünya dilinde sınır ötesi “terör savaşı” olarak adlandırılan bir savaşa yönlendirilmiş; bu da sürecin Türkiye içinde kolay kabul edilmemesi sonucunu getirmiştir. Diğer yandan Ortadoğu tüm uluslararası krizlerin merkezi haline gelmiş bulunuyor. Yeni Ortadoğu haritasının en başat özelliklerinden bir tanesi tek merkezli ulus devlet yapılarının dağılmasıdır. Buna karşılık elbette halkların kendini yönettiği bir sistem olmak zorundadır. PKK de Sayın Öcalan da bu durumu fark etmiş ve buna hazırlıklar yapmıştır. Önderi esirken bunca yıl direnen, büyüyen; önderine, fikrine, yoluna bağlılığını da koruyan bir hareket tarihte ilk ve tek örnektir.
- Yeni bir dünya düzeni ve sistemi mi oluşmalı? Nasıl bir paradigma var önümüzde?
Abdullah Öcalan halkımızın önderi ve büyük bir lideridir. Semboldür. Değişimleri fark etmiş, kendini ona uyarlamıştır. Bahçeli’nin Sayın Öcalan’a 3 yıldan beridir gittiği iddia ediliyor. Bu süreç bir iki günde meydana gelmedi, bir süredir hazırlıkları yapıldığı ve üzerinde yoğunlaşıldığı bir süreç olduğu kesin. Sayın Öcalan paradigmasıyla PKK’yi bir strateji ve belli taktiklerle kendini feshetme kararına götürürken mücadelenin yeni Ortadoğu haritasında nasıl uyarlayacağına, Kürdistan’ın diğer parçalarının, özellikle Güney’in kazanımlarının ve Rojava tecrübesinin nasıl savunulacağını ortaya koydu. Yine böylelikle inkâr edilen Kürtleri nasıl milliyetçi Türkler ile ayni ülkenin ortağı haline getireceğini, kendi demokratik özyönetimini oluşturabileceğini gösterdi. PKK üyeleri de bu uğurda mücadele veriyorlar.
- Çağrıyla başlayan süreç ve değişen dengeler sizin tarafınızda nasıl bir döneme işaret ediyor?
Büyük çağrıyla başlayan bu süreç çok hassas olduğu kadar, kendine Kürdüm diyen, Kürdistan davasında olduğunu, şehitlerine sahip çıktığını söyleyenleri de sürecin içine çekmeyi, ideolojik ve siyasi düşünce farklılıklarını bir yana koyarak Kürtlerin ortak mücadelesinde birleşmeyi, Kürtleri işbirlikçiliklerden uzak bir amaç etrafında toplamayı başarmıştır. Elbette bu sürece karşı olan, taraftar olmayan önemli bir kesimin varlığı ve bunun içinde özellikle Erdoğan’ın kendisinin de bulunması söz konusu olabilir. Bunlar sürecin başarıya ulaşmaması, şüphelerin oluşması ve boşa gitmesi için her şeyi yapmak isterler.
- Yapmak isterler dediniz. Ortadoğu’da çok sıcak anlık gelişmeler ve değişimler de yaşanıyor. Bu denklemde Türkiye nasıl bir yol ayrımında? Hangi hesapları var masada?
Ortadoğu’da son dönemde yaşananlar, Türkiye’yi böyle bir sürece boyun eğmeye zorlamıştır. Aynı zamanda Kürtler için de altın değerinde bir fırsat sunmuştur. Bunu fiili olarak da Kürtlerin ulusal birliğini yaratacak büyük bir dönüşüm haline getirmeliyiz. Bu mücadeleyle NATO’nun en güçlü devletlerinden olan, yıllarca NATO’ya dayanarak Kürtleri inkâr eden ve imha etmeye çalışan Türkiye gibi bir güç, şimdi Kürtlere yüzünü dönmek zorunda bırakılmıştır. Yine bu sürecin bir diğer amacı da pratik olarak Güney Kürdistan’ı, Kürtlerin Irak’ta anayasal haklarını korumaktır. Her zaman yeni Suriye’de geniş yetki alanına sahip federal bir bölge olacağına inandığım Rojava kazanımının süreklileşmesini garantileyen, Kürtlerin Suriye’de söz-karar sahibi olmasını sağlayan yine bu süreç olacak.
- Devletlerin ve sistemlerin kendi çıkarları adına ‘savaştır, böl, parçala’ taktiği Kürtlerin ulusal birliği önünde bir engeldi. Bu engel partiler ve Kürtler arasında nasıl bir birlik ve bütünlük haliyle ortadan kaldırılabilir?
Şimdiye kadar Kürtlerin birlik olmasını engelleyen gerek birey, gerek toplum olarak var olan kimi özelliklerimizdir. Kürt bireyin isyankârlığı, baş eğmez karakteri sadece düşmana karşı değil, kendi içimizde de yan yana gelemememizin, bir liderimizin, bir önderimizin etrafında toplanamamamızın da nedeni olmuştur. Şu an her zamankinden daha fazla vazgeçilmez bir birliğe ihtiyacımız var.
- Kürt birliği neden olamadı, engel olan neydi?
Kürt partilerinin arasındaki çelişki ve çatışmalar da şu ana kadar birliğin gerçekleşmesinin önünde en büyük engel oldu. Bizi işgal edenlere karşı savaşma gücümüzü kırmışlardır. Temel haklarımızı elde etmemize ket vurmuştur. Bu temelde çağrıyla birlikte gelişen bu süreci, bu son tarihi fırsatı ciddi ve hayati bir biçimde değerlendirmek zorundayız. Artık teslimiyetlerin, şu an şahit olduğumuz işbirlikçi tutumların bir an evvel bitirilmesi gerekiyor.
- Bunun için bazı adımlar atıldı ve bir kongre oluştu ama yeterli mi? Daha somut ve pratik alanda ne olmalı?
Yetmez! En çok ulusal birliğe ihtiyaç duyduğumuz bu dönemde, Ulusal Kongremiz var, ancak işgalci devletler ve bir kısım partiler bu kongrenin halkımızın umut ettiği aktif ve etkin bir rol oynamasına engel oluyorlar.
- Engeller nasıl aşılmalı? Nasıl bir rol olmalı?
Bence her bir Kürt lider bulunduğu parçada etkili bir rol oynayabilir. Ancak belirgin olarak İmralı’da çizilen yol haritası her liderin ve herkesin buluşabileceği yegâne yoldur. Kandil buna karşılık verdi, Rojava da aynı şekilde, Güney de bir yere kadar olsa da karşılık verdi. Ancak Rojhilat’ta hala silahlı mücadeleden uzak siyasi muhalefet hâkim. İstemeyerek de olsa aktif ve etkili olmadıklarını üzülerek söylemek zorundayım. Elbette özellikle Kandil yol haritasına göre çok bilinçli ve hakimane yürüyor. Kürtlerin temsilciliğini yaptıkları gerçeği de inkâr edilmez.
- Ortadoğu ve Suriye’de savaş ve şiddet devam ediyor, ettiriliyor. ABD, İsrail, İran hattına baktığınızda devletlerin çıkarları ve hesapları nedir?
Güney ve Rojava jeopolitik olarak belli bir şekilde ABD’nin modern kalkınma proje haritasında yer almaktadır. Malaka Boğazı’ndan başlayan bu proje temelde iki yönden ilerlemekte ve ABD eli ile Akdeniz’e kadar uzanacak. ABD ve İsrail tarafından yeniden canlandırılmaya çalışılan ve Davud Yolu olarak ifade edilen bu yol, güneyden Kerkük-Şengal ve Rojava; ya da Hol’den giriş yapıp Haseke üzerinden devam ediyor. Dolayısıyla zengin doğalgaz kaynaklarıyla Kürdistan dünya enerji haritasını değiştirmede önemli rol oynayacak. Bu da coğrafyanın değişeceği anlamına geliyor. Şu an Büyük Kürdistan devletini yaratacak bir coğrafi değişimden bahsedemeyeceğimiz kesin. Ancak coğrafi değişim siyasi ve idari anlamında büyük bir değişim de yaratabilir. Bunda ulus-devlet sisteminin yıkılmasının önemli bir etkisi var.
- Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan ulus devletlerin yıkılacağını, yerini demokratik ulus paradigmasının alması gerektiğini yol haritasıyla gösterdi. Bu konjonktürde Türkiye nerede, nasıl bir yer almak istiyor? Buradan bakınca ne görüyorsunuz?
Bir grup özgürlük gerillası iyi niyet göstergesi olarak ABD ve Fransa’nın da var olduğu uluslararası bir gözlemci heyetinin gözetiminde silahlarını imha etti. Türkiye’nin zorunlu olarak içeceği bir bardak zehir niteliğindeki bu süreç, Türkiye ulus-devlet sisteminin içten yıkılmasının başlangıcı olacak. Türkiye 41 yıl boyunca PKK’nin savaş ve mücadele gücünü kıramadı. Bu süreç çok yakında Kuzey Kürdistan bölgelerinde bize bir demokratik özyönetimin oluşacağını gösterecek. Türkiye Sayın Abdullah Öcalan’ın felsefesini ve fikrini sunduğu demokratik sisteme boyun eğecek. Rojava’daki demokratik toplum yöneticiliği, Kuzey’in yanısıra Güney Kürdistan’ı da ciddi bir şekilde etkileyecektir.
- Bu önümüzdeki dönemde Güney’de nasıl bir çözüme işaret ediyor, neyi gösteriyor?
Sayın Öcalan’ın İmralı’dan gösterdiği hakimliğiyle, Kandil’in girişimiyle, Güney’deki siyasi liderlerin ve Rojava yönetiminin katılımıyla bir kez daha küresel politik dengelerin içine çekildik. ABD ve İsrail çıkarcılık sistemi temelinde, kendi ulusal güvenliği ve çizdikleri enerji yol haritası için bir takım yeni adımlar da atacak. Kürtlere de bu mecrada roller düşecek. Kürtlerin de böyle bir tarihi fırsatı kendisi için değerlendirmesi gerektiği gerçeğini 3 yıldan beridir söylüyorum.
- Bir fırsat var, iyi değerlendirilmesi gerekiyor diyorsunuz? Nasıl?
Evet. Biz bu fırsatı ciddi olarak değerlendirebilirsek, yaşayan bir halk olarak yüzyıldan fazla bir zamandır elimizden alınan haklarımızı, dilimizi, kimliğimizi kazanmamıza vesile olacak. Şu ana kadar bu süreç çıkarımıza olmayan hiçbir şeyi doğurmadı. Tersine bu başarıldığı oranda ulus-devletçi zihniyete sahip uluslar da bizim haklarımıza boyun eğerler ve komünal ekonomi sistem hâkim olur. Terör ve işbirlikçi gruplar kalmaz. Merkeziyetçi devlet yıkılır. Federal ya da bizim umut ettiğimiz demokratik komünal sistem yürürlüğe geçer. Sonuç olarak hepsi de Kürtler için kendini yönetme anlamına gelir. Kürtler özgürlük ve demokratik bir yapı isteyen barışsever bir halktır, buna karşı çıkılırsa da dağlarımız her zaman mücadele dayanağımız olmuştur.
- Toplumun özgürleşmesi ancak kadın özgürlüğüyle sağlanabilir, kadın özgür olmazsa toplum da özgürleşemez dediğimiz noktada Güney’de kadın mücadelesi nerede duruyor? Nasıl gelişiyor? Eksikler nedir?
Toplumumuz, kültürü gereği olarak kadın-erkek arasında ayrım yapmaz. Ancak Arap, İslami ve bir nevi Türk devleti gibi ülkelerde bu ayrım yapılmış. Kuzey ve Rojava’da bunun etkisi çok az olsa da Güney Kürdistan’ı büyük ölçüde etkilemiştir. Rojhilat’ta ise büyük oranda bu kültür korunmuştur. Toplumumuz da bu sürecin öncülük rolünü erkekler kadar kadınlara da vermiştir. Burada rol değil rolün etkisi söz konusu. Yürütülüşü söz konusu. Rojava’yı ideolojik ve düşünce yönüyle Kuzey’in devamı olarak görüyorum. Oralardaki kadınların etkin rolünü oynamasının yanı sıra, etkin bir mücadele dönemi yaşadı. Rojhilat da mücadeleye girmiş, meydana inmiş. Kalan sadece Güney’dir.
- Güney de gördüğümüz kadarıyla kadınlar siyasette de idarede de söz sahibi kılınmıyor. Sokakta, yaşam alanlarında baskılanıyor. Şiddet de görüyor. Ekonomik kriz ve yoksullukla başa çıkma yine kadınların üzerine yükleniyor. Silêmanî’de kadınların gücü nasıl etkili hale gelebilir?
Kadına perde ardında kalan, zayıf ve eksik bir varlık rolü verilmiş. Siyasi ve idari alanlarda yetki verilmiş ancak hiçbir şekilde karar sahibi kılınmamış. Güney’de siyasi irade kadında değil. Karar veren erkek, ilan eden, dillendiren kadındır. Bunun nedeni de Irak’ın işgalci etkileridir.
- Peki, din ve kültür çatışması ve ayrışması derinleşiyor mu?
Bundan daha önemlisi dini etkilerin kültürel etkilerle karıştırılmasıdır. Din ve kültür birbirini etkileyen olgulardır. Her seferinde biri diğerini kullanıyor ki şu an Güney Kürdistan’da biz kadınlar böyle bir durumda yaşıyoruz. Diğer bir konu da gelişmekte olan İhvani ve selefilikten oluşan iki yönlü siyasal İslam fikridir. Bunların da madhali, cihadi ve usuli dayanakları Güney’de çok baskındır. Milli duyguları silikleştirmiştir.
- Milli duygular çarpıtılmış veya kullanılmış mı diyorsunuz?
Şöyle; Güney Kürdistan yönetimi bireyi inşada sakat kalmış, bireyi inşa etmemiş. Tersine geliştirdikleri bireyi vatanına tüküren, nefret eden bir anlayışla yetiştirmiş. Bu da kadının yaşama katılışına hazırlıklı olmaması sonucunu doğurmuş. Buna rağmen sayıları çok çok az ve Kürdistan’ın ihtiyaçlarını karşılayacak düzeyde olmasa da öncü ve söz sahibi kadınlarımız çıkmıştır. Kadın toplumumuzun tarihine ve kültürüne ters bir şekilde değerlendiriliyor. Toplumumuzda hiçbir zaman kadın ikincil olmamış, eve hapsedilmemiştir.
- Bugün kadın mücadelesi için ne yapmak gerekiyor?
Eril iktidar, karar sahibi bir yönetimdir. Tüm toplumsal, ekonomik, siyasal alandan aileye kadar her alanda otoriter de olmuştur. Bu açıdan Güney’de kadının varlığı zayıftır. Kürt kadınının artık tüm alanlarda mücadeleye katılmasını umut ediyorum. Güney’de kadın örgütlemesini başlatmalıyız. Elbette böyle bir süreçte Güney’de kadının örgütlenmesi aceleye gelmeyecek bir durumdur. Bu yüzden Kuzey’e ve Rojava’ya ihtiyacımız ortaya çıkıyor. Pratik olarak Güney’de de oradakine benzer bir örgütlenmeye gidileceğini umut ediyorum. Bu gelişimin buradan Rojhılat Kürdistanı’na da gitmesi gerekiyor. Kadın örgütlenmesi toplumun örgütlenmesi anlamına geldiğinden, şu an Güney’de böyle bir örgütlenmeye çok ihtiyaç duyulmaktadır. Bu geliştiği vakit, Türkiye’deki gibi cinsiyetçi, milliyetçi, faşist bir toplumsal sistemi dayatanları da yıkıp dize getirme gücümüz olacak.
Nikola Eşref Şali’nin derdi nedir?
Kürtler artık daha güçlü birlik içinde örgütlenmeli ve süreci daha güçlü sahiplenmeli. Bizim bizden başka dostumuz yok.
*Soranca’dan çeviri katkısı için Aram Pêncwênî’ye teşekkürler…