2013-2015 döneminde İmralı heyetinde olan siyasetçi İdris Baluken gazetemize önemli açıklamalarda bulundu:
İktidar adına konuşanlar silahlar sussun, çözüm adına siyaset konuşsun dediler. Sayın Öcalan silahları susturdu. Ancak siyaset gerektiği düzeyde konuşamıyor. Barış hâlâ hak ettiği şekilde gündemde yerini alamıyor
Tarih böylesi barış süreçlerini de her zaman önümüze getirmez. Bunu değerlendirmediğiniz zaman da tarihin yargısı ağır olur, herkese ödeteceği bedel geçmişi aşacak şekilde bir takım ağır sonuçları ortaya çıkarır
Suriye ve Rojava’da doğru yola tankların izlerini takip ederek ulaşmaya çalışırsanız orada hepimizin itirazı olur. Suriye ve Rojava’ya gidecek doğru yol tankların izlerini değil, tarihin izlerini, halkların izlerini takip etmektir
Nezahat Doğan
Yüzyıllık tarih sayfalarının değişeceği dönüşeceği bir eşikteyiz. Amasız-fakatsız barışı çok güçlü sahiplenmemiz gerekiyor ki: Antidemokratik uygulamalar, baskılar, şiddet savaş dili ve tehdit olmasın. İnisiyatifi elimize alıp devletten beklemeden adımları zorlayıp içselleştirmek, örgütlenmek, barışı anlatmak ve toplumsallaştırmak çözümün diğer anahtarı. Şimdi önümüzde Demokratik toplum, barış ve entegrasyon; üç kilit kavram ve yeni bir aşama var. Şu ana kadar tek taraflı atılan adımlarla süreç bugüne geldi. Kürt Halk önderi Abdullah Öcalan’ın çağrısıyla örgütü silahları imha etti ama demokratik entegrasyon için gereken özgürlükçü yasal düzenlemeler henüz ortada yok. Süreci pozitif anlamda etkileyecek ve hızlandıracak en önemli adım ise elbette komisyonun Abdullah Öcalan ile görüşmesi olacak. Bu konuda MHP Genel Başkan Yardımcısı ve komisyon üyesi Feti Yıldız’ın yaptığı çağrı bir eşiği ifade ediyor ama artık söz değil pratik adımlar bekleniyor. Masada baş müzakereci önder olarak kabul edilen Abdullah Öcalan ne zaman dinlenecek? Komisyon Öcalan ile diyaloğunu nasıl geliştirmeli? Mesajlar topluma doğrudan nasıl aktarılmalı? Rojava’ya yönelik sert açıklamalar ve CHP’ye yönelik operasyonlar ne anlama geliyor? Devlet içinde süreç karşıtları nasıl bir baskı uyguluyor? Toplumda barışı nasıl anlatmak gerekiyor? Barışı nasıl sahiplenmek gerekiyor? Nasıl yaratıcı ezber bozan adımlara fikirlere ihtiyaç var? Bütün bu başlıkları 2013-2015 dönemi İmralı heyetinde olan siyasetçi İdris Baluken ile konuştuk.
- Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın ortaya koyduğu demokratik toplum ve barış inşası sürecinde PKK’nin silah bırakma ve fesih kararına rağmen Meclis komisyonu ve iktidar tarafından bir ilerleme sağlanmadı. Devlet içerisinde hala süreç karşıtı bir yapı mı söz konusu? Nasıl görüyorsunuz?
Şüphesiz devlet açısından yüzyıllık ezberleri bozmak çok kolay olmuyor. Şu anda devlet içerisindeki güç dengelerini gözettiğimizde en az birkaç parçalı bir yapının koalisyondan bahsedebiliriz. Yani görünür siyasette AKP ve MHP özelinde formüle edilen o güç bloğu dışında, bir de norm dışı olarak tarif edilen ve Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihi boyunca varlığı inkâr edilmeyen arklı ir yapının da olduğunu biliyoruz. Belli ki bu konuda tümüyle bir uzlaşma sağlanmış değil. Zaman zaman devletin içerisindeki bazı güç odaklarının bu sürece karşı faaliyetlerine tanıklık ediyoruz. İktidar cenahında da zaman zaman barış sürecinin ruhunu zedeleyebilecek birtakım söylemlerin geliştiğini görüyoruz. Bunları konjonktürel gelişmeler veya Ortadoğu’da yaşanan bölgesel dinamiklerle formüle edebiliriz ama bu meseleyi tam ve doğru anlamamayı da beraberinde getirebilir. Hala devlet ve iktidar bloğu içerisinde bu sürece dair kendisine karşıt olarak konumlandıran, sürecin yerine o yüzyıllık çözümsüzlük üreten politikalarda ısrar eden bir damarın olduğunu ifade edebiliriz.
- Süreci tam olarak nasıl doğru anlamak, anlamlandırmak gerekir?
İktidar adına konuşanlar silahlar sussun, çözüm adına siyaset konuşsun dediler. Sayın Öcalan silahları susturdu. Ancak siyaset gerektiği düzeyde konuşamıyor. Barış hala hak ettiği şekilde ve olması gereken bir zeminde gündemde yerini alamıyor. Ortada bir kurulan masa var ama hala muhatapların oturacağı sandalyeleri depoda tutan bir anlayış da var. Eğer siz sandalyeleri depoda tutmaya devam ederseniz, muhatapların barış masası etrafında konuşmasını sağlayamazsanız. Silahları susturan belli. Bu durumda barış masasını tamamlamak gerekiyor.
- Barış masasını tamamlamak için ne yapmak gerekiyor?
Barış süreçleri tarihin her zaman önümüze getirdiği süreçler değildir. Zor yakalanır, kırılgandır, geçicidir. Ancak doğru temelde yaklaşırsanız tarihi kalıcı olarak değiştirme ve şekillendirme şansına sahip olduğumuz süreçlerdir. Bu anlamda süreci, tarihi değiştirecek ve tarihi şekillendirecek bir noktada yeniden ele almakta fayda vardır. Sandalyeleri bu anlamda artık depoda değil, halkın vicdanı ve iradesi etrafında, masanın etrafında konumlandırmanın ve o masa etrafında da muhatapları özgür koşullarda konuşturmanın zamanıdır.
- Abdullah Öcalan’ın iradesiyle PKK’nin fesih kararı sonrası 11 Temmuz’da Bese Hozat’ın öncülüğünde silahların yakılması, KCK Yürütme Konseyi Eş Başkanı Cemil Bayık’ın yaptığımız röportajda da “şiddet ve savaş değil, demokratik siyaset zemininin yollarının açılmasını istiyoruz ve silahları da elimize almak istemiyoruz,” demesine rağmen iktidar ve devlet kanadının yasal düzenlemeleri geciktirmesi ve gerekli adımları atmaması bir oyalama planının parçası mıdır?
Ben bu yaklaşımı barış sürecini sıradanlaştırma arayışı olarak görüyorum. Barış süreci sıradanlaşmayacak kadar değerli, önemli ve tarihi bir yerden ele alınmalıdır. Demokratik toplum ve barış çağrısı sonrasında PKK’nin fesih kararı ve silahların yakılması merasimi ile ortaya koymuş olduğu irade, Kürt meselesini sadece ülke gündeminde değil, dünya gündeminde birinci sıraya oturttu. Barış için Birleşmiş Milletler’den Avrupa Parlamentosu’na, Amerika’dan Avrupa ülkelerine kadar uluslararası meşruiyetin ve desteğin sağlandığı; içeride de koşulların bu düzeyde sağlam bir irade üzerine olgunlaştırıldığı bir yerde beklenen, gerekli siyasi ve yasal adımlar hızla atılmasıdır. Bu adımların atılmamış olmasını anlamak mümkün değil.
- Burada Komisyondan beklenen adımlar vardı?
Meclis Komisyonu üzerinden bir beklenti yaratıldı. Komisyon oluştuktan sonra hızla bugüne kadar atılmamış olan yasal ve siyasal adımların zemini açığa çıkacak gibi bir olgu üzerinden mesele izah edilmeye çalışıldı. Ama komisyon oluştuktan sonra da hala aynı tutumun devam ettiğini görüyoruz. Diyalog süreciyle ilgili Ortadoğu’daki konjonktüre göre bir stratejinin izlenirken, diğer taraftan Rojava özelinde yüzünü gösteren, aslında genel olarak içerideki süreci de tehdit eden bir tasfiye ajandasının hala el altında bekletildiğini görüyoruz. Bu son derece tehlikeli bir yaklaşımdır. Geçmiş dönemde de böyle ikili stratejiler uygulandığı için barış süreçleri akamete uğradı.
- Sürecin akamete uğratılması geçmiş dönemlere göre çok daha ciddi kayıplara ve çöküşe neden olmaz mı?
Tarih böylesi barış süreçlerini de her zaman önümüze getirmez. Bunu değerlendirmediğiniz zaman da tarihin yargısı ağır olur, herkese ödeteceği bedel geçmişi aşacak şekilde bir takım ağır sonuçları ortaya çıkarır. O nedenle, bu yeni dönemde artık böylesi yaklaşımların bu bilinç üzerinden ele alınarak terk edilmesine ihtiyaç vardır. Aynı nehirde iki defa yıkanmanın bir anlamı yok. Ben şu anda da barış süreciyle ilgili en kırılgan zeminin Rojava ve Suriye meselesi olduğunu düşünüyorum. Ancak geçmişte 2013-2015 sürecinde Sayın Öcalan’ın çabalarıyla şekillenen çok kıymetli bir deneyimi sürekli hatırlatmamız, güncellememiz gerekiyor. Suriye ve Rojava’da çözüme giden yol Eşme de kurulan köprüden geçer. Suriye ve Rojava’ya yaklaşımı yeni operasyonların, askeri çözümlerin ruhunu canlandırarak değil, Eşme ruhunu canlandırarak sağlayabilirsiniz ve yeniden diriltebiliriz. Hatırlarsanız o dönem Türk askerini canlı canlı yakan barbar bir anlayışa karşı, Türkiye’nin oradaki Kürtlerle birlikte hareket etmesinin sağlamış olduğu barışçıl ve demokratik bir çözüm mekanizması şekillenmişti. Sonrasında da her bir tıkanıklık noktasında Sayın Öcalan Suriye ve Rojava meselesine yaklaşılırken hep Eşme ruhunun asıl alınmasının önemine vurgu yapmıştı. Günümüzde de Türkiye’nin tasfiyeyi esas alan yaklaşımlar yerine, artık doğrudan Eşme’deki o sağlanan yürek birlikteliğini yönetimsel bazda da hayata geçirerek bir yol alması gerektiği kanaatindeyim.
- Türkiye Rojava’daki yönetim ve Suriye’deki Kürtlerle de demokratik bir sistemin oluşumunun sağlanması, içerde de Kürt sorununun yine aynı temelde demokrasi çerçevesinde çözülmeye çalışılması barışın ve değişimin, dönüşümün olduğu yer değil mi? Şu an çok kırılgan bir aşamada mıyız? Şimdi nasıl bir barış ya da nasıl bir kırılgan süreç diyebiliriz buna? Ya da nasıl değerlendirirsiniz?
Rojava’daki Kürt halkı ve orada Kürtlerle birlikte hareket eden halklar veya Kuzey ve Doğu Suriye’de ortaya çıkan özerk yönetim hiçbir zaman Türkiye’ye düşmanlık temelinde bir politika istememiştir. Yakın dönemde en yetkili ağızlardan da bunun aksini çağrıştıracak tek bir cümleye rastlamazsınız. Geçmişte de kendilerine el uzatıldığında, Eşme sürecinde olduğu gibi o eli tutmaya hazır olduklarını ve bu anlamda bütün bölgenin demokratik ve barışçıl geleceğini esas aldıklarını defalarca ortaya koymuşlardır. Bu yönüyle artık Türkiye’nin de Rojava’daki Kürtleri tehdit edilecek değil, muhatap alınacak bir güç olarak kodlamasına ihtiyaç vardır. Çünkü Kürtler Türkiye’ye tehdit olmadıkları gibi, Ortadoğu’nun bölgesel siyasetinde de artık oradaki en ciddi ve en barışçıl seçeneği sunan muhatap pozisyonuna gelmişlerdir. Suriye ve Rojava meselesiyle ilgili Türkiye’nin artık uzun süredir beka kaygısıyla kafasını gömdüğü o harita sınırlarından kafasını kaldırıp doğrudan halklara bakması, halklarla temas etmesi gerekir. Halkların demokratik geleceğini merkezine alan bir yerden denklemi kurarsanız, halklarla birlikte büyüyecek ve bütün Ortadoğu’ya model sunacak bir zemini yakalayabilirsiniz.
- Tarihi değiştirmek için cesur adımlar atmak gerekiyorken, halkların ortak yaşamını ortaya koyan bir paradigma ve pratikte bir model varken ıskalanan nedir? Mesele nedir?
Mesele diplomatik ve siyasidir. Türkiye’de Suriye ve Rojava meselesine artık en küçük bir tıkanıklık noktasında askeri üslupla, askeri terminoloji ile yaklaşılması yanlışından vazgeçilmelidir. Suriye ve Rojava’da doğru yola tankların izlerini takip ederek ulaşmaya çalışırsanız orada hepimizin itirazı olur. Suriye ve Rojava’ya gidecek doğru yol tankların izlerini değil, tarihin izlerini, o tarihi şekillendiren, kadim dostu temsil eden insanların, halkların izlerini takip ederek ulaşmaktır. Bugüne kadar HTŞ dahil olmak üzere pek çok cihadist örgüte vermiş olduğunuz destek ve hoşgörünün yüzde 1’ini Kürtlere ve Kürtlerin oradaki yönetsel olarak ortaya koyduğu iradeye karşı gösterin. Bakın bakalım tarihi nasıl değişiyor. Oradaki Kürtlerle bir masaya gelin, bir yüz yüze oturun, göz göze bakın. Onların gözlerine baktığınız, onlarla temas ettiğiniz zaman onlardan kötülük gelmeyeceğini ilk bakışta anlarsınız. Dolayısıyla Türkiye halklarına da çarpıtılmış birtakım politikalarla Rojava’da düşmanlık algısı yaratmak yerine, barış sürecinin ruhuna denk düşecek bir cesaretle yeni bir yaklaşımın kapısını aralayın diyoruz. Keza içeride de bir taraftan barış sürecinden bahsederken, öte taraftan otoriter uygulamalarda ısrar ederseniz burada samimiyet sorgusuna tabi tutulursunuz. Güven problemi yaratırsınız.
- O zaman CHP’ye yapılan operasyonları ve kayyımları nereye koyacağız?
Konuyla ilişkili olduğu için şöyle bağlamış olayım; hatırlarsanız bu süreç başladığında Ortadoğu ve Suriye’deki gelişmeler üzerine “tehlike kapımıza dayandı, biz bu tehlikeye hazırlıksız yakalanmayalım, iç cepheyi tahkim edelim,” görüşü üzerine bir formül kamuoyuna deklare edildi. Peki, iç cepheyi tahkim etmenin yolu bu mudur? Yani her anlamda muhalefeti susturmak, muhalefetin iradesini hiçe saymak, onların yerine kayyum atamak. Deyim yerindeyse muhalefetsiz bir Türkiye geleceği projeksiyonu ortaya koymak… Siz iç cepheyi nasıl tahkim edeceksiniz? Ortadoğu’daki yeni süreci veya içerideki barış sürecine nasıl katkı sunacaksınız? Bu yönüyle hem içerideki otoriter uygulamaların hem de CHP’ye uzanan operasyonel süreçlerin tekrar ele alınması ve bunlardan vazgeçilmesi son derece önemlidir kanaatindeyim.
Yarın: Komisyon ezberleri bozmalıdır