- Kürtler Aryenlerin önemli bir bölümünü oluştururken, Aryenlerin kastik ya da aristokratik olan kesimlerinden de ayrışmışlar. Kürtlere Kurmanç denilmesi de Kürtlerin ağırlıklı olarak alt tabakayı temsil etmesinden kaynağını alır
- 19. yüzyılda başlayan soykırım-isyan döngüsü 20. yüzyıl boyunca devam etmiştir. Belli sessizlik dönemleri olsa da isyanlar sürmüş, büyük katliamlara rağmen isyanda varlık mücadelesi ve direniş özü yaşatılmaya, bu yolla varlık kesinleştirilmeye çalışılmıştır
- Önderliğin kendisinde yarattığı Kürt aklı kolektif bir akıldır, pozitiftir. Çünkü tüm Kürt halkı ve bireyleri bu akıldan az ya da çok almıştır, dost düşman herkes bu akıldan pay almıştır. Hatta karşıtlarımız bile bu akıldan faydalanmış
Dilzar Dîlok
Kürtlerin yaşam alanları çoğunlukla dağlıktır. Kimi yerler de yarı ovalık olan kırsal alanlardır. Dağlık alanların toplulukların yerleşim yeri olarak seçilmesinin en temel, belki de tek sebebi savunma alanları olmasıdır. Ovalık yerlerde oluşan devletçiklere, devletçi yapılara karşı direnişi eksen alarak dağ doruklarına ya da -dorukların zorlu koşulları yaşam inşa etme olanaklarını zorlaştırdığında- dağ yamaçlarında yaşam kurmayı esas almışlardır. Ovalardaki güçlere karşı olmuşlar ve o güçlere karşı yaşamlarını inşa etmişlerdir. Kürt öz kültürü bu anlamıyla direniş kültürüdür. Aryen yayılmacı özellikleri Kürt orijinini etkilememiş değildir. Ancak esas şekillenmenin bu yapılanmalara karşı gelişen direniş temelinde inşa edildiği, bugüne ulaşan kültürün tam da bu temelde gelişen ve kendini var etmenin tümden direniş odaklı olduğu yaşam biçimleri olduğu belirtilebilir.
Bu yaşam biçimi Kürt toplumsallığında kabile eksenli savunma organizasyonuna dayalı toplumsallığı ön plana çıkarmıştır. Ki bu yaşam biçiminin komün eksenli olması da doğal sonuç olmuştur. Kürtlerin 19. yüzyıla kadar da bu organizasyon temelinde yaşamını sürdürdüğü belirtilir. Bu anlamıyla Toroslar bir direniş temelinde Kürt orjinli yaşamın temel oluşum mekânlarından olurken, Zagroslar da bu yaşamın daha da sistemleştiği bir alan olarak Kürt tarihinde yerini almıştır.
Kürtler Aryenlerin önemli bir bölümünü oluştururken, Aryenlerin kastik ya da aristokratik olan kesimlerinden de ayrışmışlar. Kürtlere Kurmanç denilmesi de Kürtlerin ağırlıklı olarak alt tabakayı temsil etmesinden kaynağını alır. Daha doğrusu da aşiretler temelinde toplulukların adlandırılması ve birbirinden ayrılmasıdır. “Kürt” tanımlaması komşu halk ya da sistemlerin aşiretler için, Kurmanç olan tüm komlar için oluşturduğu bir adlandırma olmuştur. Bugün bazı bölgelerde -günümüz etnik tanımlamaya göre aynı halktan hatta bölgeden olmalarına rağmen- birbirlerini tanımak için “hun ji kîjan miletê ne?”, Türkçesiyle “siz hangi millettensiniz?” şeklindeki soruyla sözkonusu bireyin ya da topluluğun hangi aşiretten ya da kabileden olduğu sorulmaktadır. Birbirini, bu şekilde sorulan soruya verilen cevapla ayrıştıran, kimliklendiren iki ayrı grubu, onların dışındaki gruplar da “Kürt” ortak adlandırmışlar. Kürtlük bu anlamda aşiretlerin ve Kurmançların daha genel bir kimliği olmuş durumdadır. Doğrusu Kürtlük kavramının daha genel kimlik olması, sosyolojik değil siyasal bir gelişimin, Kürt özgürlük hareketinin 52 yıllık mücadelesi sonucu gelişmiştir.
19. ve 20. yüzyıl Kürtlerin varlık-yokluk savaşının verildiği yüzyıldır. O döneme kadar da varlığı koruma ve sürdürme bir mücadele gerektirmekteydi ancak 20. yüzyıl yokoluşun dayatıldığı, varlığın tümden yok edilme tehlikesiyle karşı karşıya kaldığı bir yüzyıldır. Dört parçaya bölünmüş olarak tanımlanan Kürt varlığı her dört ulus devlet sınırları içinde egemen ulus baskısı altında tutulmuş, bu parçala-yönet gerçeği Kürtlüğü yokoluş eşiğine getirmiştir. Soykırım uygulamaları bir yandan fiziksel olurken diğer yandan ve ağırlıklı olarak kültürel temelde, olanca ağırlığıyla sürmüştür.
Önder Abdullah Öcalan’ın “örtülü Kürt tarihi” olarak adlandırdığı konu tarihçilerin titiz ve cesur çalışmalarına büyük bir ivme kazandırmıştır. Ve tarihçilerin bu temelde özel olarak konuya eğilmeleri, hem ulusal hem de bölgesel olarak büyük önem taşımaktadır. Tarihi doğru anlamanın ve anlatmanın bölgedeki tüm halklara büyük güç vereceği de kesindir.
M.Ö. 500’lerden sonra Med-Pers çelişkisi temelinde ortaya çıkan ayrışma proto Kürt tarihini sonlandıran ve örtülü Kürt tarihini de başlatan bir dönüm noktası olmuştur. Bu dönem kan bağına dayalı organizasyonun radikal bir değişime uğradığı ve ideolojik temele dayalı bir organizasyonun esas alındığı bir dönemin de başlangıcıdır. Örtük Kürt tarihi olarak adlandırılan dönem, Kürt gerçeğinin Aryen kökenli Medlerin Pers aristokrasisiyle arasında keskin bir ayrımın yaşandığı, bir tür sınıflaşmanın da – çatallaşmanın da başladığı dönemle başlamaktadır. Bu dönemin ideolojik ayrışması Perslerin hakimiyeti ele alması, Med Kürtlerinin de komünalite temelinde yaşamını direniş odaklı sürdürmesi temelinde gelişmiştir. Yazılı tarihte Persler görünür olmuş, Kürtler ise görünmeyen, perdenin arkasında kalan, varolan ama yok sayılan, hatta sayılmayan topluluklar olmuştur.
20. yüzyılın farkı, bu ideolojik olarak ayrışan ama perdenin arkasında kalan köklü kültürel toplulukları yok etme, soykırımdan geçirerek tümden yok etme saldırılarının olması ve bu saldırılar karşısında Kürtlerin varlık savaşı vermeleridir. Kürtlerin söz konusu varlık savaşı, tarihsel direniş temelle var olma mücadelesini ideolojik bir duruştan daha öteye taşımalarını da getirmiştir. 19. yüzyılda başlayan soykırım-isyan döngüsü 20. yüzyıl boyunca devam etmiştir. Belli sessizlik dönemleri olsa da isyanlar sürmüş, büyük katliamlara rağmen isyanda varlık mücadelesi ve direniş özü yaşatılmaya, bu yolla varlık kesinleştirilmeye çalışılmıştır. İsyanların darağacında bitmesi de binlerce yıllık direniş yöntemlerinin artık yetmediğini gösteren acı bir son, acı bir gerçek olmuştur.
Perdenin arkasında Kürtler olurken, perdenin önünde de kimi zaman Sasaniler, kimi zaman Persler kimi zaman da TC ya da başkası olmuştur. Perdenin önü ve arkası birlikte bütün olarak tanımlanacaksa, ki tanımlanmaması için hiçbir neden yoktur, Kürt gerçeğinin inkar edilemezliği, inkar edilmişliğinin ardında da büyük Kürt gücünün, Kürt enerjisinin, Kürt sanatının, Kürt dilinin ve kültürünün olması gerçekliği yatar. Türkçe sözlükler bol bol “eski dil” diye başlayan sözcük tarifleriyle doldurulmuştur. Sözlüklerden Kürtçeyi ve Kürtçenin bugüne taşıdığı Aryen dillerini çıkardığımızda geriye pek bir şeyin kalmadığını görmek zor değildir.
İşte bu, perdenin arkası olmadan önünün pek bir anlam ifade etmediğinin ispatıdır. Önder Apo’nun anlattığı ve büyük emek verdiği haliyle, Kürtsüz bir Türk yüzyılının bir daha düşünülemeyeceği gerçeğidir bu. Bu gerçeklik tarih için de böyledir. Kürtsüz Yavuz Selim, Alparslan, Sultan Sencer, Kanuni Süleyman, Haçlı Seferleri, Çanakkale ya da başka hiçbir Türk orjinli tarihi anlatmak mümkün değildir. Üzerine örtü atılarak Kürtlüğün yok sayılması suretiyle tarihsel anlatılar yeniden inşa edilmiştir. Perdenin ardındaki temel alınarak oluşan bölge tarihi perdenin ardı inkâr edilerek anlatıldığından, deyim yerindeyse özü atlayıp görünen anlatıldığından, Türk eğitim sisteminden geçen tüm talebeler de Türklüğü kolay ve yüzeysel oluşturulan bir posa olarak öğrenmiştir. Bunlar Türk sanatına da yansımış, ortaya sanat denemeyecek uydurma Tarkan vb filmler çıkmış, bunlar da Türklüğü birçok halka düşman etmeye yaramıştır. Türk tarih bilincinin yüzeysel olması ve bu anlamda bir derinlik, kavrayış düzeyi ve algı zenginliği yaratamamasında bu inkârcı yaklaşımın payı esastır.
Önder Apo tarihsel sosyoloji olarak adlandırdığı tahlillerini şöyle formüle etmektedir:
“Son 200 yılı ise proto ve örtük tarihten inkâr tarihine geçiş tarihi olarak ele alabiliriz. Artık “Kürt yoktur” tarihiyle karşı karşıyayız. Buna “yokluk tarihi”, “Asimilasyon tarihi”, “soykırım tarihi” de diyebiliriz….
Proto-Kürt tarihi çok problemlidir. Orta dönemde bu daha da derinleşiyor. Hasta ve yaralıyken, modernite döneminde o hasta ölmek üzeredir. Kürt gerçeği dediğimiz budur. Komünal boyutu ifade ettim; çok ciddi bir komünal varlıktır. Bunun üzerinden tarih anlatılırsa, söylenecek çok fazla sözümüz olur. Komün anlatımını eksik bırakırsak bir şey anlatmış olmayız. “Sınıf” dersek bu bize bir şey anlatmaz. Fakat “komün, kabile, kabileler konfederasyonu” dersek Kürdistan tarihinde çok şey görürüz, çok şey anlatırız. Ben kısaca dokundum. Zamanı ve imkânı olan bunu çok kapsamlı geliştirebilir. Doğru yöntem budur ve buna da tarihsel sosyoloji dedik. Günümüz sosyal bilimleri esas alınırsa bunun adı tarihsel sosyoloji yapmama olur. Bunu taslak biçiminde veriyorum. Önemli bir yöntemdir. Bu yöntem uygulandığında bambaşka bir Kürt tarihi karşımıza çıkar, doğru tarih karşımıza çıkar.”
Son iki yüzyılda Kürtlerin başına gelenler, modernitenin, kapitalist modernitenin Kürtlere biçtiği rolü, kapitalist modernitenin Kürt tanımını da ortaya koymaktadır. Kuşkusuz 52 yıllık deneyime sığdırılanların ve öngörülüp de yapılmayanların da bu moderniteyi red ve Kürt varlığını içine alan bir modernite yaratmak olduğu aşikardır. Önderliğimiz buna demokratik modernite demektedir.
Tüm bunlar Kürt bireyi olarak bizlere ne söylemektedir?
İlk belirtmemiz gereken şudur: Tarih diye empoze edilenlerden şüphelenmeli, tarihi sil baştan yeniden ele almalı ve gözümüze batan dikenlerden sıyrılarak yeniden okumalıyız. Egemen sistemlerin, Türk-Fars-Arapların resmi tarih anlatımlarının eksik ve yanılgılı olduğu bilinciyle yaklaşmalıyız. Egemen sistemlerin tam karşıtı olarak bizi konumlandıran, eş deyişle cepheden bir Kürt tarihi inşa etmeye çalışan yaklaşımlara da şüpheyle yaklaşmalıyız. Zira ham da olsa Kürt milliyetçiliği gerçeği tersten bir Türk milliyetçiliği gerçeğidir. Önderliğimizin Barış ve Demokratik Toplum Manifestosunu okuduktan sonra yaptığımız araştırmalar kapsamında dinlediğimiz bazı deneyimli ve akademik kariyeri oldukça yüksek arkeologların deyişiyle; “üniversitelerde öğretilenleri unutmalı, yeni öğrenmelere yönelmeliyiz.”
Tarihi yeniden okumak belli şartlara ihtiyaç duyar. Tarihi yeniden okumak için önce gönül gözümüzü yeni tarih anlayışına açmamız gerekir. Kürt bireyinde oluşturulan negatif tarih algısını ortadan kaldırmadan pozitif tarih algısı yaratmak zor olacaktır. Negatif tarih algısı, “biz ezildik, biz devletsiz halk olduk, biz yenildik, katledildik…” şeklinde ortaya çıkan ve benzerlerinin çoğaltılabileceği hayıflanma tarzı, egemen ulus anlayışlarının yarattığı ezilen halk gerçeği denilen ezilmeyi adeta kader addeden bir ferasettir. Bundan çıkmak ilk koşuldur. Aynı şekilde kendini abartan bir tutuma da girmemek gerekir. Pozitif tarih algısı yaratabilmemiz için bugüne kadar var olan Kürt aklını çözmemiz ve yeniden pozitif bir Kürt aklı oluşturmamız gerekir.
Yeni Kürt aklını geliştirmeden pozitif tarih anlayışı yaratmak mümkün olmaz. Bunu yaratmak da büyük emek ister. Kürt tarihinde, Kürt tarihinin ara dönemlerinde, birey olarak da olsa var olmayı başaran ve aranın arası dönem olarak kendilerini tarihe yazdırmasını bilenleri tanımak, anlamak ve tarih yaratımındaki rolleri temelinde onları ele almak gerekir. Devamında da, ki dönüm noktası budur, bu zemin üzerinden inşa edilen varlık yokluk savaşını, yarım asırlık özgürlük mücadelemizi anlamak gerekir.
Kürt özgürlük mücadelesini anlamadan Kürt gerçeğini anlamak mümkün değildir. Kürt özgürlük mücadelesini anlamayan Kürt aklını geliştiremez. Böyleleri mutlak surette başka ulusların bireylerinin aklıyla hareket eder. En genelinde de kapitalist modernitenin dayattığı ve empoze ettiği akılla hareket eder.
Önder Apo’nun 52 yıllık hem bedensel emeğiyle, teriyle, ruhu ve bedeniyle yarattığı emek-değerler hem de bu mücadele içinde yarattığı düşünce gücü, Kürt bireyini çözümleme ve tarihsel toplum temelinde ele alarak yenileme gücü sayesinde ortaya çıkardığı akıl gücüyle, bir yerel bilinç, yerel bir anlam ve değer, toplamında bir Kürt aklı, düşüncesi ve Kürt ideolojisi yaratmıştır. Elbette bu ideoloji salt Kürde ait olan sınırlarda kalmamış, giderek kendini evrenselleştiren bir bilinç düzeyi, bir ruhsal şekillenme ve kolektif akıl yaratmıştır.
Önderliğin emeklerinin anlam bulması, Önderliğin kendinde yarattığı kolektif anlamı, bedensel manada kolektifleştirmemiz ve tüm Kürtler nezdinde bu aklı yaratmamız, bu aklın gerektirdiği toplumsal duruşu, toplumsal çabayı ortaya koymamızla mümkündür. Önderliğin kendisinde yarattığı Kürt aklı kolektif bir akıldır, pozitiftir. Çünkü tüm Kürt halkı ve bireyleri bu akıldan az ya da çok almıştır, dost düşman herkes bu akıldan pay almıştır. Hatta karşıtlarımız bile bu akıldan faydalanmış, bu aklın karşısında konumlanma ısrarındaki parçala-yönet yaklaşımlarının primlerini kullanmışlardır.
Önderlik hakikatinin buna yaklaşımı ise kapitalist modernitenin hammaddesi haline getirilen Kürt gerçeğini radikal eleştiriye tabi tutarak Kürtlük bilincinde bir uyanış yaratmak ile işe başlamak olmuştur. Bu temelde Önderliğin yaptığı eleştiriler çoğu Kürt ya da Kürt olmayan kesimlerce ağır bulunmuş ya da maksadından öte değerlendirmelere tabi tutulmuştur. Bu yaklaşım hem anlam vermekle hem de bu yaklaşım sahiplerinin özgür Kürdü yaratma mücadelesi karşısındaki tutumlarıyla ilgilidir.
Önderliğin yarattığı Kürt aklının karşısında hakim ulusların ulusal, dinsel, mezhepsel anlayışlarının etkisi altında kalan kimi ideolojiler olmuştur. Hatta gelenek ya da kültür adı altında kendini bugüne taşıyan, Kürtlük kalıntılarının tutunduğu kimi ağlar dahi olmuştur. Bunlar yüzyıl başına kadar gelmişse de, Kürt orjinli olmadıklarından Kürt aklını, Kürt ideolojisini geliştirmemiş, Kürtleri tüm sistemlerin dışında, gelinen aşama itibariyle de kapitalist modernite ağlarına kapılmaktan kurtulamayan konumda tutmuştur. Amiyane deyişle, zorla giydirilen dar giysiler olmaktan öteye gidememiştir.
Bu ağlardan kurtulmak ve pozitif Kürt aklını geliştirmek bizim elimizdedir, bunu yapmanın tek yolu da Önder Abdullah Öcalan’ın Barış ve Demokratik Toplum Manifestosu temelinde bir tarih ve toplum anlayışına ulaşmaktır. Önderliğimiz bu konuya dair şu çarpıcı değerlendirmeyi yapmaktadır: “İşte bugün yaptığımız ve başardığımız bir Kürt ideolojisi geliştirmektir. Bu çalışmamız Kürtleri bir ideolojiye kavuşturma çalışması olarak anlam buluyor. İdeoloji ışık gibidir; hem aydınlatır hem ısıtır hem de hareket ettirir; ısı enerjisidir, mekanik enerjidir, ışık enerjisidir. Bu kadar değerlidir.”








