Elif Aydoğmuş / İstanbul
Türkiye’nin 9 Ekim’de Kuzey ve Doğu Suriye’ye başlattığı operasyonu Ortadoğu Uzmanı Fehim Taştekin değerlendirdi
Türkiye’nin 9 Ekim’de Kuzey-Doğu Suriye’ye yönelik başlattığı saldırılarla beraber dünya siyaseti bölgede kilitlendi. Liderlerden, hemen her gün Türkiye’ye saldırıları durdurma çağrısı yapılırken, Federe Kürdistan bölgesi başta olmak üzere dünyanın birçok yerinde saldırıların ilk gününden bu yana on binler alanlara aktı
Amerika Başkan yardımcısı Pence’nin Türkiye’ye gelerek Cumhurbaşkanı Tayip Erdoğan’la yaptığı 4 saatlik toplantı sonrası 17 Ekim’de ateşkes ilan edildi. İlk günden beri asla ateşkes yapmayacağını söyleyen Edoğan’ın ise bir anda 120 saatlik ateşkese evet demesi kafalarda oluşan soru işaretlerinden biri. Bir çok sivilin yaşamını yitirdiği operasyonu, sonrasında gelişen ateşkes çağrısını, bölgede bulundukları cezaevlerinden kaçan ve dünyanın en büyük korkusu olan IŞİD meselesini Ortadoğu uzmanı gazeteci Fehim Taştekin gazetemize değerlendirdi.
Türkiye’nin daha önce yaptığı Afrin operasyonu neredeyse sessiz sedasız gelişirken en son Gire Sipi ve Serekaniye’ye yönelik başlattığı operasyonlar dünya kamuoyunda yoğun tepkilere neden oldu? Sizce bunun sebebi ne?
Birkaç nedeni var. Afrin’de muhatap Rusya’ydı. Rusya’nın kamuoyu oluşturma iradesi söz konusu olmadı. Bu sefer muhatap Amerika’ydı. Amerika ile yaşanan sorunlar ve Trump’un kendi twitter çarkları nedeniyle uluslararası kamuoyu tetiklendi bu birincisi. İkincisi ve en önemli şey Fıratın Doğusu’nda IŞİD’le mücadeleydi. IŞİD’in serbest kalacağı Avrupa’ya döneceği yeniden saldırılara başlayacağı korkusu Avrupa siyasetinde şu anda çok etkili. 2014’ten beri orada bir savaş yürütüldü ve bu savaş sırasında buradaki Kürtler uluslararası alanda tanınırlık kazandı ve sempati topladı. İŞİD’le mücadele eden Kürtler şimdi başka bir güç tarafından bastırılırken elbette kaçınılmaz bir kamuoyu tepkisi oluşmuş oluyor. Bir başka faktör Afrin’de, müdahale sonrası buraya gelen Suriye devlet güçleri değil Türkiye’ydi. Fırat’ın doğusuna müdahalede gelen güç Türkiye gibi görünse de tetikleyici olarak aşağıdan yukarıya karşı hamleyle gelen Suriye devletidir. Türk müdahalesinin alanda sonuç itibariyle Rusya’nın İran’ın ve Şam’ın önünün açıldığını ve onlara avantajlar sağladığını düşünerek Türkiye’nin müdahalesine karşı çıkıyor.
IŞİD’lilerin kaçmasında sorumlu Türkiye
Kamuoyunun tepkileri arasında IŞİD sorununu da eklediniz. Fakat Türkiye bu operasyonla IŞİD’lilerinde kontrolünü sağlayabileceğini söyledi? Bu kamuoyunda bir güven yaratmıyor mu?
Buradaki kamplarda bulunan IŞİD’liler ve aileleriyle ilgili Türkiye’nin bunları nasıl idare edeceği ya da bunlarla ne yapacağı konusunda ciddi endişeler var. Çünkü bu konuda Türkiye’nin sicili iyi değil. 2014-2016’ya kadar bu gruplarla iştiali bütün dünya tarafından izlendi ve görüldü. Bu gruplar hala Türkiye’de çok rahat hareket edebiliyor. Ankara’nın göbeğinde IŞİD emiri Şengal’den kaçırdığı bir kadınla yaşayabiliyor. Türkiye’nin IŞİD meselesini kötü bir şekilde yönettiğini ve bu meseleye ciddiyetle yaklaşmadığını biliyoruz. Ama birde fiili bir durum söz konusu. Yani savaş varsa bu kamplarda güvenliği sağlamak mümkün değil. Nitekim Eyn İsa kampında çadırları yakıp isyan çıkarıp kaçtılar. Toplamda 88 bin insanın olduğu bu alanları kolay kolay kontrol edemezsiniz? Bir tarafta savaş sürerken diğer tarafta 10 bin askerinizi oraya yığamazsınız. Mümkün değil. O yüzden buralarda kaçmalar sızmalar olabiliyor ve oldu da. Bunun sorumlusu Türkiye. Türkiye’nin şu an Suriye Milli Ordusu diye kurduğu ordu içerisinde anlayış olarak IŞİD’ten farklı olmayan bir sürü insan var. Bu insanlar kaçtığı zaman Türkiye bunları çok dert etmeyebilir. IŞİD’e yaklaşımda Türkiye baştan itibaren iki yüzlü oldu. Uluslararası toplum bu kadar tepki göstermeseydi, çok da sorun etmeyeceklerdi. Mecbur kaldılar sorun etmeye. Sınırda Kürtleri katlederken ve sürerken Türk askerlerine sırıta sırıta dolaşan kahkaha atan IŞİD’lileri gördük. Bu görüntüler herkese dokunurken Erdoğan ve yönetimine dokunmadı. Bunlar yaşandıktan sonra Erdoğan’ın IŞİD’le dürüstçe mücadele edeceğini, önlem alacağını, etkisiz hale getireceğini kimse düşünmüyor.
Türkiye bu operasyonları başlatırken Kuzey-Doğu Suriye’nin kendisi için tehdit oluşturduğunu söyledi. Oysa söz konusu bölgeden bugüne kadar Türkiye tarafına bir kurşun dahi sıkılmadığı açıklamaları basına yansıdı. Sizce Türkiye’nin operasyon nedeni bu mu?
Türkiye’nin bu bölgeyle ilgili 1920’lerden bu yana bir tehdit algısı var. Türkiye’deki Kürt isyanlarının bastırılması sonucu Kürtler özellikle Kürt aydınları bu bölgeye geçti. Ve bu bölgenin Kürt nüfusu, 1920-30-40 yıllarından sonra yüzde 20 oranında arttı. Bu Kürtler Suriye’deki Kürt bilincinin yerleşmesinde Kürt Rönesans’ı diyebildiğimiz o kısa tarihsel sürecin yaşanmasında birinci derecede aktör oldu. Yani o dönemden başlayan Kürt varlığının tehdidi 2011’lerden sonra katmerlendi. Çünkü o dönemden sonra, Türkiye’de Kürt sorunu çözülmezken sınırların altında bir demokratik özerk yapılanması Türkiye’nin sinir uçlarına çok fazla dokundu. Çünkü siz Kürtlere bir şey vermezken anadilde eğitim dahil hiçbir hak tanımazken aşağıda Anadilde eğitiminde olduğu kimliğin de tanındığı farklı etnik dini grupların yan yana yaşadığı bir model ortaya çıkıyor. Yani Türkiye’ye bir şekilde “kral çıplak” diyen bir durum. Yani sen Kürtleri bu kadar mahkum ederken yok ederken sindirirken aşağıda başka bir şey var ve bu gerilimi arttırır. Bunu önlemek için kendi Kürtleriyle ve aşağıdaki Kürtlerle barışı seçmek yerine aşağıdakini de yok etmek istiyor. Yani bir bakıma ‘benim vermediğim hakları Rojava’da da kimse alamaz’ diyor. Yine Erdoğan’ın kişisel gündemi de vardı. Erdoğan Suriye siyasetinde çok fena çuvalladı ve Şam’a gitmek isterken birden bire sınır hatlarında kendince düşman gördüğü bir yapı hakim oldu. Bu Erdoğan’ın Suriye siyasetinin tökezlemesindeki en kışkırtıcı unsurlardan bir oldu. Bir diğer karın ağrısı ise Kobane’yle ilgi. “Düştü düşecek” dedi düşmedi. Bu olmayınca Erdoğan’ın Kürtlere karşı nefreti ve kini daha da arttı. Bu operasyonun bir diğer nedeni de kuşkusuz HDP’yi cezalandırmak istemesi. 2015’ten sonra HDP’yi terörize etmeye başladı ancak işe yaramadı. Son seçimlerde CHP ile HDP arasında bir ittifak olasılığının, iktidar yolunu Erdoğan’a kesinlikle açmayacağını gösterdi. Burada CHP ve HDP arsında aslında daha geniş anlamda Kürtler ve Türkler arasında bir yakınlaşmayı önlemek Erdoğan için elzem hale geldi. Erdoğan seçimler yaklaşırken Terörize edilen bir HDP ve siyaseten felç hale gelen bir CHP görmek istiyor karşısında. Bir diğer önemli faktör de ekonomi. Her şey çok kötüye gidiyor müthiş bir yolsuzluk döngüsü var her yer batmış, kokuşmuş durumda yönetim işlemiyor, sistem çalışmıyor. Tamamen bir kabile ve aile mantığıyla her şey yürütülüyor. Bu çarkın dönmeyeceğini gördü ve şimdi siyasal psikolojik bir atmosfer yaratmak istiyor.
Türkiye operasyonu başlattıktan sonra Erdoğan, ne arabulucu olmak isteyen ülkelerin teklifini ne de ateşkes çağrılarını kesinlikle kabul etmeyeceğini söyledi. Fakat 17 Ekim’de Erdoğan ateşkes çağrısı yaptı. Ne oldu da bir anda ateşkes kararı aldı?
Üç faktör var. Birincisi Erdoğan’ın kafasındaki haritanın realize olamayacağına dair çok hızlı gelişmeler yaşandı. Amerika bölgeden hızlıca çekildi. Oysa Erdoğan’ın istediği Amerika’nın orada kalması ve Türkiye’nin güvenli bir şekilde girmesine emniyet güvenlik sağlamasıydı. Ama Amerika Türkiye’ye “kendi yağında kavrulursun” dedi. Bu Erdoğan’ın işini zorlaştırdı. Tabi Amerika’da Trump’un geri çekilme hamlesine karşı çok ciddi bir karşı cephe gelişti. Yani çekilip Türkiye’nin Kürtlere saldırmasına izin vermesini İran’a, Rusya’ya ve Suriye’ye bu bölgeyi sunmuş olması olarak değerlendirildi. Trump’un içerde görevden azletme süreci yaşarken birde bu dosya eklenince Trump açısından kolay kaçamayacağı bir durum oluştu. Ve Trump Erdoğan’a “ateşkes çağrısı yap operasyonu durdur” demeye başladı. Erdoğan’ın bunu kabul etmemesiyle Trump kongredeki fırtınayı durdurmak için Trump “bu operasyonları durdurmazsan ekonomini batırım” diyen mektup yazdı ve Türkiye’ye heyet gönderdi. Buna Halkbank davasının yeniden gündeme getirilmesi de eklenince Erdoğan’ın ailesini de ilgilendiren bir durum gelişmiş oldu. Bunun olması hem Erdoğan’ın kişisel kariyerine hem de Türkiye ekonomisinin ciddi darbelerin önünün açılması anlamına geliyor. Buda caydırıcı faktör olarak ateşkese ikna olmasına yaradı.
Yalnız bu da değil Rusya hızlı bir şekilde Suriye ordusuyla DSG arasında bir mutabakat sağladı. Türkiye’nin önünü kesecek şekilde Suriye ordusunun devreye girmesini sağladı. Türkiye’nin deklare ettiği sınırları Suriye ordusu yukarıya doğru çıkarken gerçekleştirmesi mümkün değil. Bu durumda Suriye ordusuyla Türkiye ordusunun karşı karşıya gelmesi gibi bir mesele ortaya çıkıyor. Bu da Erdoğan’ın bu operasyonu yeniden düşünmek durumunda bırakan ikinci faktör.
Üçüncüsü ise NATO gücü ve binlerce milis güç sahaya sürüldüğü halde çok ilerleme sağlanamadı. Yani yerelde de ortaya çıkan direnç bu işin o kadar kolay olamayacağını ve ciddi kayıplara yol açacağını gösterdi. Bütün dünya şu an bu bölgeyi izliyor. Yüzlerce gazeteciyle, kamerasıyla, dünyanın bütün siyaseti buraya kilitlenmiş durumda. Operasyonu şehirlere yaydığı zaman ciddi kayıplara yol açacak (hali hazırda zaten açıyor) bunun büyümesi halinde uluslararası kamuoyu çok ciddi olarak tetiklenecek buda anlaşıldı. O yüzden bir ateşkes hayata geçmek zorunda kaldı.
Haberlerde görülen o ki ateşkes kurallarına çok da uyulmadı. Bunun yanısıra Türkiye kendisine bağlı ÖSO gibi grupları sahada kontrol edebiliyor mu?
Sahada fiili durumlar yaratmak isteyeceklerdir bu işten kolay kolay vazgeçmek istemeyeceklerdir. Bu iş olmadı ama hadi siz huzur içinde kalın demeyeceklerdir. Kendisine bağlı gruplar da düzenli ordu değil. Bunlar kontrol edilemez. Afrin’de çok suç işlediler. Yağmaydı, işkence, infazdı her türlü suç işlediler. Ama diğer taraftan Türkiye bunları kontrol etmek istiyor mu? Hakikaten bunların elini ayağını bağlayacak bir irade gösteriliyor mu ondanda emin olamayız.
Ateşkes maddelerinin ucu açık görünüyor. Güvenli diye belirlenen alanın sınırları net değil ve bu alan Türkiye kontrolüne verilmiş durumda. Belli olmayan bu alanda Şam’a rağmen Türkiye’nin kontrolünde olması sizce mümkün mü?
Bildiride bölgenin sınırları belirtilmiyor ancak alanın Türkiye’nin kontrolünde olacağı söyleniyor. Ancak Amerikan tarafından Jeffry “mutabakatta belirtilen bölge Türkiye’nin şu anda bulunduğu bölgedir” dedi. Türkiye’nin şu anda bulunduğu yer de Tel Abyad ve Serekaniye. Kürtlere bakarsak yani Mazlum Kobane’nin açıklamalarına bakarsak onlarda çekilmenin sadece bu iki yerde olduğunu söylüyor. Demek ki bu iki yerin kontrolü anlaşmaya göre Türkiye’ye bırakılıyor. Bu iki bölgede YPG’nin çekilmesinden söz ediliyor. Ama Türkiye bunu böyle algılamayacaktır. İlk mutabakat 7 Ağustosta Amerikalılarla sağlanmıştı orada da aynı şey söz konusuydu. Sınır tarifi bölgenin sınırıyla ilgili tarif çelişkili. Türkiye o zaman 480 km diyordu Kürtler ise sadece 120 km’lik alanda oda her yere 32 kilometre değil bazı yerlerde 5 bazı yerlerde 14 bazı yerlerde de 9 km diyorlardı. Bu bir oyundur fakat uygulanabilirliği meselesi 7 Ağustostaki koşullardan çok farklı bir yere geldi. Erdoğan gidecek 22’sinde Putin’le görüşecek Soçi’de buraların geleceğiyle ilgili pazarlığı Amerika’yla değil Rusya’yla yapacak. Amerikalılar topu Rusya’ya atmış görünüyor. Amerika iki yerle (Serekaniye- Tel abyat) ilgilendiğini söylüyor. Haliyle Türkiye’nin kafasında ben 32 km derinliğinde Fırat Dicle arasında tüm bu bölgeyi (Cerablus ve Menbıç hattınada uzanan) güvenli bölgeye çevireceğim buraya 1 milyon insanı yerleştireceğim. Daha sonra Rakka, Deyrazor hatlarına kadar da geçeceğiz orayı da uluslararası toplum desteğiyle 1 milyon mülteciyi yerleştiricez gibi fantastik fikirler var. Ancak Türkiye’nin BM kürsüsünden bütün dünyaya gösterdiği haritayı artık gerçekleştirmesi mümkün değil.
Son yaşananlar Kürt sorununun artık uluslararası bir sorun haline geldiğini bizlere bir kez daha gösterdi. Sizce Türkiye çözümü nerede aramalı?
Bu işin temelinde Kürt sorununun çözümü var. Bu sorunun Türkiye ve Suriye’de çözülmesi gerekiyor. Kürtlerle sınırın altında ya da üstünde yürütülen aktif ya da pasif savaşın bitirilmesi lazım. İkincisi Suriye’deki Kürtlere Türkiye’de dayatmada bulunmamalı. Bunun çözümünü Kürtler Şam’la müzakere ederek sağlamalı. Türkiye kösteklemek yerine yardımcı olmalı. Cenevre’de Anayasa Komitesine Kürtler alınmasın diye dayatmalarda bulunmak yerine bu işi çözecek ve orada barışçıl bir geleceği inşa edecek bir siyasi yaklaşım gerekiyor. Bu bölgede Kürtlerin sıfır toplamlı bir sonuçla 11 bin insan kaybettikten sonra hiçbir şey alamadın hiçbir haklarını garanti etmeden çökertilmesi senaryosu kesinlikle değerden çıkarılmalı. Suriye devleti buna hazır olmasa da koşullar ona da bunu dayatıyor. Kürtler burada toplumsal olarak örgütlendiler deneyim ve tecrübe kazandılar. Birçok noktada olduğu gibi uluslararası alanda da tecrübe edindiler. Bütün bu deneyim ve tecrübeler bu sorunun bastırılarak geçiştirilemeyeceğini gösteriyor. Mantıklı olan yol buradaki realiteyi kabul etmek. Suriye’nin içerisindeki Kürtlerin 3. Yol stratejisi zaten bunu söylüyordu. Bir çözüme kavuşturulması bunun için yardımcı olunması ve bu bölgelerin yeniden inşasına el verilmesi gerekir. Bu bölgeyi rahatlatır. Şuanda milliyetçi hamasetçi bir kilitlenme var. O kilidin açılması gerekiyor. Yoksa Türkiye’nin içerisindeki mevcut gerilim patlama noktasına gidiyor. Bunu da görmemiz lazım.