Çok partili hayata geçiş ile sembolleşen 1950 genel seçimlerinde özellikle tek parti rejimi altında ezilen Kürtlerin büyük bir kısmı Demokrat Parti’yi (DP) destekledi. CHP’nin militarist politikaları ve sosyal mühendislik dayatmalarına karşı DP’ye yönelen Kürtler arasında, sürgünde büyüyen ve eğitimli yeni bir kuşak da vardı: Mustafa Remzi Bucak, Mustafa Ekinci ve Yusuf Azizoğlu, DP listesinden seçilen Kürt milletvekillerinden göze çarpan üç isimdi.
Bu üç vekil parlamentoda etkileri günümüze kadar devam edecek legalist bir siyasal diskurun inşasında kurucu rolü oynadılar. Despotik iktidarın görece geri çekildiği ve Kürtlerin siyaset sahnesine çağrıldığı 1950’lerin özelikle ilk yarısında ortaya koydukları siyasi performans, etkileri sonraki iki on yılı (60’lar ve 70’ler) farklı bağlamlarda etkileyecekti. Yine bu üç milletvekilinden her birinin siyasal parkuru, modern Türkiye’de legal Kürt siyasetinin talep ve itiraz dağarcığını, vatandaşlık söylemi gramerini ve legal alanın sınırlarını göstermesi açısından da son derece önemli. Bu nedenle her birine özel olarak odaklanmak, bize legal Kürt siyasetinin kuruluş çerçevesine dair bir fikir verecektir.
Mustafa Remzi Bucak, 1912 yılında Siverek’te Bucak aşiretine mensup bir ailede doğdu. İstanbul Hukuk Fakültesi’ndeki eğitimi sırasında Musa Anter ve Yusuf Azizoğlu ile tanıştı. Mayıs 1950’de Diyarbakır milletvekili seçildi. Meclis’te doldurduğu biyografisine, bildiği diller arasında Kürtçe ve Zazakî’yi de eklemişti. Böylece 1923’teki Birinci Meclis dışında ilk defa bir Kürt vekil kendi anadilini Meclis’e sunduğu biyografisinde açıkça yazmıştı.
Mustafa Remzi Bucak’ın, Meclis’e girdikten sonra ilk önemli icraatlarından birisi Umumi Müfettişliklerin kaldırılması için 1952 yılında teklif sunması oldu ve nitekim o dönemde CHP ile özdeşleşen Umumi Müfettişlik kurumunun kaldırılmasının siyaseten kendine kazandıracağını düşünen DP’nin de sıcak bakmasıyla 25 yıldır yürürlükte olan bu “müstemleke kurumu” lağvedildi.
Bu üç Kürt vekil Umumi Müfettişliklerin kaldırılması, 103 köylünün insafsızca kurşuna dizildiği Karaköprü ve 32 kaçakçının katledildiği Mustafa Muğlalı olaylarındaki sorumluların açığa çıkarılması ve yargılanması gibi konuların yanı sıra; 1950’ler basınında Kürtlere yönelik hızla yaygınlaşan nefret söylemi ile mücadele etmede de çok etkin rol aldılar. Örneğin Mustafa Remzi Bucak 7 Mayıs 1953’teki meclis oturumunda basından derlediği haberler üzerinden dönemin Adalet Bakanı Osman Şevki Çiçek’e bu nefret söylemi ile ilgili sorular sorar. Nefret söyleminden örnekler sıralayan Bucak, Dünya Gazetesi’nin 18 Ağustos 1952 tarihli editör yazısından bir alıntı okur: “vatanını sayan Türkler için partiler üstü tutulması lazım gelen üç meselesi vardır. Bunlardan biri Doğu Vilayetleri meselesidir”. Bu alıntılıyla ilgili olarak Fransa, İngiltere ve İtalya’da da durumun benzer olduğunu açıklar ve bu açılamasıyla CHP Ordu Milletvekili Atıf Topaloğlu’nun sert tepkisine maruz kalır.
Remzi Bucak’ın Meclisteki konuşmaları ve Kürtler ile ilgili vatandaşlık ve hukuk alanı içerisinden kurulan hak ve adalet talepleri şimşekleri hızlıca üzerine çekmesine neden oldu. 1950’lerin ilk yarısında geçmişle yüzleşme, adalet ve sosyal eşitlik iddiasıyla ortaya çıkan DP günden güne otoriterleşecek, ona umut bağlayan Kürtleri tıpkı CHP gibi hayal kırklığına uğratacaktı.
1954’te vekilliği biten ve sonrasında yaşadığı tehdit ve baskılar yüzünden 1959’da Amerika’ya sürgüne giden M. Remzi Bucak, daha sonra yazdığı anılarında dönemin Cumhurbaşkanı Celal Bayar ile köşkteki bir yemekte yaşadıklarını şöyle anlatır: “Köşkteki bir yemekte Celal Bayar, yanıma gelmiş, sağ koluma girerek diğerlerinden bir iki adım ayırdıktan sonra, ‘Remzi Bey, senin kim olduğunu, ne maksat ve gaye güttüğünü biliyoruz. Hareketini yakından takip ediyoruz. Unutma ki, Kürt meselesi bizim için Ermeni meselesinden çok pek, çok daha mühimdir. Aynı akıbetin başınıza gelmesini istemiyorsan, bu kadar muamele ve müsamaha size çoktur bile’ demiş ve cevap bile beklemeden kolumu bırakıp, diğer mebusların yanına gitmiş idi.”