Jîna Amini’nin 2022’nin Eylül ayında İran’da ahlak polisi tarafından başı yeterince uygun bir şekilde bağlanmadığı gerekçesiyle gözaltına alındıktan sonra hayatını kaybetmesi, 2022’nin en büyük halk hareketlerinden birinin fitilini ateşledi. Genç bir Kürt kadın olan Jîna Amini’nin ölümü, memleketi Saqqez’de (Sakkız) yoğun katılımlı protestolara yol açtı. Cenazesinde yükselen “Jin, Jiyan, Azadî” sloganı ise kısa bir süre içerisinde, bu hareketin sembolü haline geldi.
Başlangıçta Kürdistan eyaletindeki şehirler olan Saqqez, Sanandaj ve Mahabad gibi merkezlerde yoğunlaşan protestolar, hızla İran’ın diğer bölgelerine yayıldı. Ancak Kürt şehirleri, bu hareketin fiziksel ve sembolik merkezi olarak kaldı. Kürtlerin tarihsel direniş mirası, rejime karşı bu isyanın temel motivasyonlarından biri oldu. Böylece, Jîna Amini’nin adı ve Kürt kadın hareketinin sloganı, özgürlük mücadelesinin evrensel sembolleri haline geldi.
İran rejimi, Kürt bölgelerine çok ağır bir baskıyla karşılık veriyorken protestolar kısa sürede Tahran, İsfahan, Meşhed gibi büyük şehirleri de içine alarak dört bir yana hızla yayıldı. Mohammad Rasoulof’un bu yıl Cannes Film Festivali’nde jüri özel ödülü alan filmi Kutsal İncirin Tohumu, bu şehirlerden birinde, Tahran’da, böylesi bir atmosferde geçiyor. Dışarıda direniş ve devrim varken, film bizi Tahranlı orta sınıf bir ailenin evindeki mikro iktidarı görmeye davet ediyor.
Genişleyen bir paranoya çukuru
Film sevgi dolu bir baba olan İman, biraz sıkı ama kendisini ailesine adamış bir anne Najmeh ve kabına sığmaz Sena ve Rezvan adındaki kızkardeşlerden oluşan bir çekirdek aileyi merkezine alıyor. Bu aile üzerinden iktidar ve mikro-iktidar mekanizmalarını İran’ın politik ve sosyolojik gerçeklerini baz alarak dramatik yapısını oluşturan film, bu yüzyılın en büyük toplumsal hareketlerinden biri olan Jîna Amini isyanının yankı ve etkilerini anlatmaya soyunuyor.
İran’daki rejim lehine çalışan ve soruşturma yargıcı olarak terfi alan İman, bir takım kaygılarına rağmen bu yükselişten oldukça memnun ve gururludur. Karısı Najmeh ise her zaman olduğu gibi kendisini desteklemekte, sırtını sıvazlamaktadır. Geriye yaptığı mesleği bu zamana kadar sakladığı, biri lise, öbürü üniversite öğrencisi olan kızlarıyla paylaşmak kalır. Bu arada İman’ın bir iş arkadaşı her ihtimale karşı yanında durması için kendisine bir silah verirken, ülkenin her yanından yükselen kadın isyanı kızların okullarına ve çevresine de ulaşır.
İman bir yandan yaptığı işin üzerindeki duygusal ağırlığıyla uğraşırken, Najmeh kocasının terfisinin verdiği gururla kızlarını zapturapt altına almaya çalışmakta ve onları öyle veya böyle, bir şekilde eylemlerden ve diğer “başıbozuk” kadınlardan uzak tutmaya çalışmaktadır. Tüm bu gelişmelerin getirdiği gerilimler, aile üyelerini yavaş yavaş bir çatışma ortamına sürüklerken, İman’ın başucunda duran çekmecedeki silahın bir anda ortadan kaybolmasıyla gerilim en yüksek noktasına ulaşır ve İman git gide genişleyip derinleşen bir paranoya ve kuşku sarmalına kapılır.
Dışarıdaki ayaklanmanın eve taşan bir mikrokozmosu mu bu?
İman’ın Cinnet filminin Jack Torrance’ı gibi bir çılgınlık noktasına gelmesi, daha iyi bir maaş ve ev uğruna düzinelerce protestocuyu ölüme mahkum etmesiyle başlar. Ancak bu süreci asıl tetikleyen, evde kaybolan silahı olur. Silah kendisine mahkemelerde ölüme mahkum ettikleri insanların yakınlarından veya bazı aktivistlerden aldıkları tehdit mesajlarına binaen verilmişti. Kızlarıyla bir süredir yaşadığı gerilim ise, onlardan şüphelenmesine yol açıyor. Bunun başlıca nedenleri de mesela kızların saçlarını veya tırnaklarını boyamak istiyor oluşu ve elbette bütün bir ülkede yaşanan ayaklanmanın en büyük öznesi ve öncülerinin genç kadınlardan oluşuyor olmasıdır. Derinleşen paranoyası, silahı kaybetmesinden dolayı üstlerine karşı gün geçtikçe büyüyen korkusu ve dışarıda yoğunlaşan protestolar, kendi karısına ve kızlarına duyduğu güvensizlik olarak kendini gösteriyor.
Kendi karısına ve kızlarına duyduğu güvensizlikle şekillenen bu tekinsizlik hissi, dijital dünyanın belirsizliği ve sosyal medyanın bilgiye kolay erişilebilirliğiyle daha da derinleşir. Yönetmen, filmin ilk sahnelerinden itibaren, protesto ve polis şiddeti görüntülerini yeniden canlandırmak yerine, halk tarafından kaydedilmiş gerçek sosyal medya videolarına yer vererek bu duyguyu kuvvetlendiriyor. Dikey video formatındaki bu görüntülerin kullanımı, yaşananların gerçekliğini vurgulayan isabetli bir tercih. Bu videolar, iki kız kardeşin sosyal medya aracılığıyla takip ettiği polis terörünün yarattığı korku ve dehşeti, bir noktada güçlü bir şekilde seyirciye de geçiriyor.
İkinci yarıya dair
İlk yarının kusursuz bir şekilde aktığı, bir çeşit siyasi dram gerilim tonu taşıyan film, ilk yarısının çeyreğinde tuhaf bir sapma yapıyor ve izleyiciyi ansızın bir Hollywood olayları silsilesi içine bırakıyor. Böylece filmi zedeleyen unsurlardan biri de, bu aksiyon ve dram dozu yüksek, sebep-sonuç ilişkilerinin yüzeyde kalacak şekilde örüldüğü olay akışı oluyor. İman ve ailesi bu gerilim dozu git gide yükselen atmosfer içinde, sosyal medyada İman’ın ve adreslerinin bazı aktivistler tarafından teşhis edilip ifşa edildiğini öğrenirler. İman hem güvenlikleri için hem de karısını ve kızlarını silahını kimin aldığını ortaya çıkarmak adına sorguya çekmek için kaçırıp bir köy evine götürdüğü bölümden bahsediyorum. Bu üç kadının teker teker manipülasyon, psikolojik işkence ve tehditle sorgulandığı daha sonra birbirinden ayrılıp, amaçsızca bir şekilde babayla kovalamaca oynadıkları uzun final sekansı. Filmin buradaki tek handikabı İman’ın ansızın bu noktaya gelmesinin yarattığı o beklenmedik keskinlik değil. Filmin ritminde hissedilir bir dengesizliğe yol açan ikinci yarıdaki aksaklıklar ve hikaye kurulumundaki tercihler filme ciddi bir oranda yabancılaşmamıza sebep oluyor.
Filmin ilk yarısı, Asghar Farhadi’nin incelikle işlenmiş ve yapısal mükemmeliyetle örülmüş dramalarına belirgin bir biçimde göz kırpar. Tıpkı onun filmlerinde olduğu gibi, İslam Cumhuriyeti bağlamında hayatın çok katmanlı yasal ve ahlaki açmazlarını titizlikle kurcalayarak, görünüşte sıradan bir olayın ya da bireysel bir hatalı kararın, toplumsal ve kişisel ilişkiler ağı üzerindeki yankılarını ortaya serer. Filmin ikinci yarısı ise bu sinematik çizgiden epeyce uzaklaşıyor. Film belki de üç saate yaklaşan süresinin hezimetine uğruyor.