Osmanlı’nın kurtuluşu için önerilen üç temel siyasi çareden biri de Panislamizmdir. Bu İslam sözleşmesi ile Osmanlı’nın son bakiyesi korunmaya çalışıldı. Gerek zamanın ruhu gerek imparatorluğun bünyesindeki farklılıkların bu projeye rıza göstermemesi Osmanlı bakiyesini korumaya çalışanları yeni arayışlara yöneltti.
Bu arayışı İttihat Terakki’nin tek kimlik yaratma projesi “Türk İslam” kimliği, Hanefi ekolü çerçevesinde yeni Cumhuriyet modernitesinde karşılık buldu.
Cumhuriyet modernitesi kuruluşunda bir şeriat devleti olarak kurulmadı. Ama bilinen bir gerçeklik vardır ki, hiçbir zaman karşıt İslam devlet işlerinin dışında tutulmadı. Başka bir ifade ile “Türkiye laiktir laik kalacaktır” sözü belli bir kesim tarafından söylenen bir slogan olmanın ötesine geçmedi.
Osmanlı’yı kurtaracak “Panislamizm” anlayışı yeni Cumhuriyet rejiminde “Türk İslam” anlayışına evrilerek bütün kurumlarda sürekli karşılık buldu. Yeni kurulan Cumhuriyet rejiminde “Türklük” esas alınmış, din ve dini kurumlar bu inşanın en güçlü ideolojik aygıtı haline gelmişti. Bu siyaset tarzı ile din milliyetçileştirilirken milliyetçilik de dinleştirildi. İslam (selam) kavramının karşılığı olan “barış” mana olarak hiçbir zaman yaşamda karşılık bulamadı.
İttihat Terakki’den devralınan “etno-dinsel kimlik” oluşturma projesi 1924 Anayasası ile resmiyete kavuştu. Bu Anayasa ile Cumhuriyet’in resmi ideolojisi yasal ve dokunulmaz bir zemine kavuştu. “İttihat ve Terakki’nin tek kimlik yaratma projesinin Cumhuriyet dönemi kurbanları çoğunlukla Aleviler ve Kürtler olmuştur.”
3 Mart 1924 tarihinde “Şeriye Vekaleti”nin kaldırılmasının üzerinden 24 saat geçmeden Başbakanlığa bağlı olarak Diyanet İşleri Reisliği kuruldu. Artık ulus kimliğinin dinsel karaktere bürünmesi kurumlaşmış olacaktır. Daha sonraları Diyanet İşleri Başkanlığı olacak olan bu kurum bir inanç kurumu olmaktan ziyade “ötekilerin” meşru taleplerine yönelik siyaset belirleyen en güçlü ideolojik aygıtıdır demek yanlış bir okuma olmayacaktır. Diyanet İşleri Başkanlığı, Cumhuriyet modernitesi döneminde ulus kimliğinin inşasında en güçlü ideolojik aygıttır. Demokratik bir perspektifle inşa edilmeyen bu kimlik biçimlendirme siyasetini Baskın Oran, “LAHASÜMÜT” şeklinde kodlamıştır. Bu kodlamaya göre “Laik, Hanefi, Sünni, Müslüman, Türk” nitelikler yeni rejimde tek bedende birleşecekti.
Devletlerin kriz ve kaos aralığında din ile kurdukları ilişki her zaman araçsal bir duruma gelmiştir. Türkiye’de “ötekilerin” inşasında din olgusu toplumsal mühendislik projesi görevi görmüştür. Bu projeye sadece iktidarda olan AKP-MHP ittifakının eseri olarak bakmak resmi ideolojiyi bilince çıkarmamak, tarihsel olay ve olguları derinlikli kavrayamamaktır.
Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kamusal alanın genelinde söz sahibi olmasına iktidar partilerince yasallık getirildiği bilinir. Bilinmesi gereken bir gerçek de bu projeleri planlayan, bütçelendiren, servis eden, düşünen bir devlet aklının olduğudur. Bu gerçeklikten hareketle kendilerini ilerici, laik, demokrat, solcu, çağdaş şeklinde tanımlayan LAHASÜMÜT zihninin dışına çıkamayanların Diyanet karşıtlığı kaba bir karşıtlıktan ileriye gidememektedir.
Özellikle son dönemlerde Diyanet İşleri Başkanlığı’nın sürekli gündemde tutulması, çıkarılan yasalar veya yasa önerileri, hukuki düzenlemelerle kamusal alan dinselleştiriliyor. Bu düzenlemelerle özgür bireyin ve rıza toplumu süreklerinin denetim ve kontrol altına alındığı bir gerçektir. Resmi ideolojiyi aşamayan partilerin, kurumların, kişilerin Diyanet karşıtlığı yapmaları hakikati gizlemeleri ya da görmemeleri anlamına geliyor. Diyanet İşleri Başkanlığı devletin kurucu aklından bağımsız bir yapılanma değildir. Alevilerin Diyanet kurumuna bu çerçevede bakmaları tarihsel hakikate daha uygun olacaktır.
Alevilerin resmi ideolojiye eleştiriyi sadece dinsel kurumları eleştirmeyle sınırlamaları, laik-anti laik, laiklik-şeriatçılık, ilerici-gerici düalizmine indirgemeleri kendileri açısından inkar ve imhadan kurtuluşun kapısını açmayacaktır.
Alevilik özgür birey ve rıza toplumunu esas alır, bu yönüyle farklılıkların ikrarlı birliği önemli bir ilkedir. Farklılıkları tekleştiren zihniyet yapılanmaları ve kurumlarla öncelikle zihinsel olarak hesaplaşma hakikatle buluşmanın yolunu açacaktır. Alevi süreklerinin bir an önce beşikten kalkıp hakikatin eşiğine pervane olmaları zamanın ve mekânın ruhuna uygun olacaktır.