Neo-liberalizm, bu çerçevede ele alındığında daha çok sermayenin devletler ve uluslararası alandaki dolaşımı ile hareketi önündeki sınırların aşılmasını anlatmaktadır. Burada en dikkat çekici olan da onun ulus-devletle olan ilişkisinin aldığı biçimdir. Bu çerçevede de neo-liberalizmin devlet, dolayısıyla ulus-devlet karşıtı olduğunu hiçbir kimse iddia edemez
Afşin Aybar
“Liberalizm” kelime olarak kaynağını ‘liberte’den alıyor. Asıl olarak Fransızca olan Liberte kelimesinin Türkçe karşılığı ise özgürlük oluyor. Ancak burada özgürlük derken en genel anlamda her şeyi, herkesi içerisine alan bir özgürlük değildir. O nedenle de liberalizm denildiğinde öne çıkarılan siyasal ve ekonomi ile ilgili olan boyutları olmaktadır.
Buna göre de siyasal liberalizme; “yaşam”, “mülkiyet” ve “özgürlük” olarak anlam yüklenmektedir. Ekonomi ile ilgili tanım için de siyasal liberalizm için belirtilenler esas alınarak “sınırların ve gümrük duvarlarının aşağıya çekilmesi ve serbestleştirilmesi” olarak anlam verilmektedir. Devletin esas görevinin de siyasal ve ekonomi ile ilgili olarak bu belirlenmiş olanların sağlanması ve güvence altına alınması olduğu savunulmaktadır. Temel şiarı da buna göre belirlenerek; “bırakın yapsınlar, bırakın geçsinler” denilmektedir.
O nedenledir ki, liberalizm devlet karşıtlığı değildir. Aksine devleti en fazla savunandır. Devletsiz olunamayacağını öngörmektedir. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın belirtiği gibi “devletsiz liberalizm, sahipsiz bir bahçe gibidir.” 15. ve 18. yüzyıllar arasında kapitalizme rengini veren kapitalist modernite zamanının tekelci ticaret kapitalizmi döneminde böyle olmuştur. O dönemde de devlet olmadan ticaret tekellerinin varlığından ve etkili bir hale gelmesinden bahsetmenin bile olanağı yoktur. Onun içindir ki, özel ticaret şirketleri her zaman devletle sıkı bir iş birliği ve birlik içerisinde olmuşlardır. Devleti, gümrük duvarlarını eleştirmeyi, “özgürlük” istemini öne çıkarmaları; daha fazla sermaye edinme ve önlerindeki engellerin kaldırılarak, kontrol altına aldıkları devleti kendileri için bir güvence haline getirmek istemeleri nedeniyledir.
Bir yönüyle liberalizmin ifade ettiği anlam toplumu devlet içerisine hapsederek, onun dışına çıkmasını engellemek ve sorunlarına bu sınırlar içerisinde kalarak “çözüm arayışı” içerisine girmesini sağlamaktır. Toplumdan çaldığı özgürlük söyleminin özünü boşaltmasının nedeni de böyle bir gerçekliktir. O nedenledir ki liberalizmin, daha geniş bir çerçevede; ideolojik ve siyasal yönleriyle de ele alınması gerekmektedir. Sayın Öcalan’ın liberalizm için “kapitalizmin ideolojisi” demesi de bu gerçekliği doğrulamaktadır.
Dikkat edilirse liberalizm sadece devleti tekelci ticaretin, sermayenin devleti haline getirmekle sınırlı kalmamaktadır. Aynı zamanda kendisine karşıtlık içerisinde olan ve ona karşı mücadele eden güçleri de yumuşatarak, siyasal ve ideolojik duruşlarını gevşeterek sisteme dahil ederek ve bu yönelimini de bireyine varana kadar tüm topluma hakim kılmaya çalışmaktadır. Öyle ki bireyler kendi hayal dünyasında sınırsız olamamaktır. Liberalizm, sistem karşıtı her fikri, duyguyu, hayali kendine bağlama, kendiyle sonlandırma yeteneğine sahiptir. Bu nedenle sistem karşıtı pek çok insan kapitalizme karşıt olduğunu sanırken, liberalizm bu karşıtlığı çoktan sistem için nefes boruları haline getirmiş olmaktadır.
Sayın Öcalan, özgürlüğün çocukluktan başlayan bir istem ve arayış olduğunu belirtmektedir. Bu istem ve arayış, biraz büyüyünce liberalizmin ağına takılır. Çünkü kapitalist modernite hayallerin önüne katı, görünen bir sınırlandırma koymaz. Sahte özgürlük anlayışını geliştirir. Öyle ki özgürlük sorumluluktan, toplumsallıktan uzak bencilliğe indirgenerek konuşmaya, bildiğin gibi hareket etmeye, davranmaya, giyinmeye, yemeye, gezmeye indirgenerek basitleştirilir. Bunları dilediği gibi yerine getiren bireylerde sanki “özgürlermiş” gibi bir his uyandırır.
Özgürlük bu kadar anlamından çarpıtıldığı için liberalizmin hakim olduğu yerlerde artık özgürlük, toplumsal ahlakın ihlal edildiği kadarıyla ölçülür hale geliyor ve bir özenti kültürü yaratılıyor. Birey toplumdan ayrıştırılıyor. Bireyler de birbirlerinden koparılıyor. Böylece insan, kendini var eden toplumsallığından uzaklaştığı gibi her yönüyle sömürüye, egemenliğe, itaatkarlığa hazır hale getiriliyor. Böylece “birey haline” geldiğini sanan insan, toplumsal bir varlık olmadan önceki aşamaya doğru gidiş içerisine girmiş oluyor. Ancak bu baş aşağı gidiş, insanın toplum olmadan önceki halinden öte; daha tanınmaz bir hale gelmesini, doğadan kopmasını ve bir sapmanın insandaki somutlaşmasını ifade ediyor.
Neo-liberalizm de bu gerçeklikten ayrı değildir. O nedenle liberalizmin başına “Neo” kelimesinin eklenmesi ona başka bir anlam vermiyor. Sadece değişen koşullara göre ona yüklenen anlamları ifade ediyor, anlatıyor. Bu yönüyle de Neo-liberalizm, kavramsal olmaktan daha çok kendine yüklenen anlamlar çerçevesinde kapitalist modernite zamanının finans çağı koşullarına göre bir ifadelendirme biçimi olarak anlamlaşıyor.
Neo-liberalizm, bu çerçevede ele alındığında daha çok sermayenin devletler ve uluslararası alandaki dolaşımı ile hareketi önündeki sınırların aşılmasını anlatmaktadır. Burada en dikkat çekici olan da onun ulus-devletle olan ilişkisinin aldığı biçimdir. Bu çerçevede de neo-liberalizmin devlet, dolayısıyla ulus-devlet karşıtı olduğunu hiçbir kimse iddia edemez. Onun ulus-devletle sorunu sermayenin dolaşımı ile ilgili olan boyutudur. Zaten liberalizmin kaynağında yatan gerçeklik de burasıdır, ticaretin ve pazarın belirlenmesinde devletin bir engel olmaktan çıkarılmasıdır. Bu gerçekleştiğinde de Sayın Öcalan’ın dediği gibi liberalizm ancak o zaman “sahipsiz bir bahçe” olmaktan çıkmış olmaktadır.
Tekelci finans kapital döneminin devletle olan ilişkisi de buna göre belirlenmektedir. Kısacası, tekelci sanayi kapitalizmi döneminde yaşanan kaos, kriz gibi hallerde izlenen “para” politikaları doğrudan pazara yönelik uygulamaya konan devlet politikalarının birer engel olmaktan çıkarılarak “özgürlük” alanlarının daha da sınırsız hale getirilmesini hedeflemektedir. Yine “birey özgürlüğü” adı altında insana ait ne varsa onun pazar nesnesi haline gelmesi önündeki engellerin ortadan kalkmasını sağlamak istemektedir. “Siyasal özgürlük” adına da dünyada girilmedik hiçbir toprak parçasının kalmaması ve sermayenin her alanda rahat dolaşmasının güvence altına alınarak, önündeki engellerin kaldırılmasını sağlamaya çalışmaktadır. Bunlar dışında da herhangi bir özgürlük talebi yoktur. Aksine, toplumsal özgürlükler ve haklar karşısında en katı faşist ulus-devletten hiçbir farkı bulunmamaktadır.
Bu şekilde liberalizmi ideolojik ve siyasal yönleriyle bir değerlendirmeye tabi tuttuğumuzda, ona karşı yürütülecek olan mücadelenin de ne kadar sert geçeceğini ve tavizsiz olunması gerektiği de anlaşılır bir hale gelmiş olmaktadır.