Politika ön yargıları kırmak için vardır.
H. Arendt
PKK’nin 12. Kongresi’nin sonuç bildirgesinde Kürt meselesinin tarihsel bağlamını izah etmek için Lozan’a yapılan gönderme, iç siyasette bazı tartışmalara neden oldu. Ulusalcı kesim metnin genel mesajını göz ardı ederek Lozan vurgusu üzerinden manipülasyona başvurdu. Kürt meselesinde yeniden başlayan diyalog sürecine yönelik tedirginliği olanlar yapılan tartışmaların sürece zarar vereceğini düşündü. Bir kesim ise Lozan’ın taş tabletler üzerine yazılmış metinler olmadığını ve tartışılabilir olduğunu savundu. Tartışmalar kimi noktalarda eksik olsa da ilkesel olarak doğrudur. Diyalog setlerinin bir parçası olan bu tartışmalar toplumsal ve siyasal meseleleri kamusal alana taşımanın en meşru yoludur. Bu açıdan kışkırtıcı olsa bile tartışmaların varlığı değerlidir.
Lozan’ın ortaya çıkardığı haksızlığı konuşmak, Hamit Bozarslan’ın dediği gibi bugünün Türkiyesi’ni red etmeyi zorunlu kılmıyor. Geleceği doğru kurmak istiyorsak tarihin hatalarından dersler çıkarmalıyız. Lozan gibi yaşanmış bir gerçeklik ile yüzleşmek, tarihteki kimi eşiklere gönderme yapmak bugünü düzeltmenin en makul yollarından biridir.
Lozan Türkiye toplumu açısından modernleşmenin en kritik eşiğiydi. Ancak modernleşme bin yıldır birlikte yaşayan halkları karşıtlaştırdı. Türklerin batı modernitesine dahil edilmesiyle Kürtler yeni kurulan devletin kurucu unsuruyken yok sayıldı. Hem Osmanlı yönetimi, hem Lozan sonrası kurulan yeni devlet, herkesin herkesle savaştığı, herkesin herkesin kurdu olduğu batı modernitesinin etkisi altına girerek halklar arası doğal sözleşmeye zarar verdi. Osmanlı yönetimi ve yeni cumhuriyet sözleşmeyi tanımayarak tarihsel ve stratejik hatalara düştüler. İktidar bloğunun popüler kavramıyla söylersek “iç cepheyi” zayıf düşüren asıl olgu, ezilen halkların, yok sayılan inançların doğal varlığı değil, çoklukları yönetmeyi beceremeyen ve bin yıllık sözleşmeyi ayakları altına alan bu stratejik hatalardır. Yapılan hatalar Osmanlıların dağılmasına, cumhuriyetin tekleşerek, zalimleşerek tahayyül edilen topluma hiçbir zaman erişememesine ve birçok temel sorunu 21. yüzyıla taşımasına neden oldu.
Cumhuriyet tarihi Türkmenliğe de zarar verdi. Türkmenliğin yerine ithal edilen soğuk ulus devlet kimliği, batının yangınını kendi evine taşıdı. Türkmenliğe aşılanan batı patentli milliyetçiliğin etkisiyle hortlayan faşizm, bin yıllık komşulara saldırıp mallarına çöktü. Aklı başında olan hangi yurttaş böyle bir tarih ile gurur duyabilir? Gurur duyabileceğimiz tek hakikat varsa o da modern ulus devlet aklının sorunlu pratiklerine rağmen hala halkların komşu olarak yaşayabilme iradesine sahip olmasıdır. Bu irade Lozan ve sonrasındaki adaletsizliklere rağmen ayakta kalanların ortak tarihinin başarısı, ülkenin gerçek tapusudur. Ortak yaşamın hakikatini taşıyan bu tarih, yerliliğin, ortak coğrafyanın insanı olmanın, benzer şeylere sevinmenin ve üzülmenin tarihidir.
Anadolu ve Mezopotamya’da yaşayan halklar arasındaki doğal sözleşme, Lozan’ın belirlediği hukuku aşan bir tarihe sahiptir. Dahası ve fazlası halkların ortak tarihinin meşruiyeti Lozan’ın meşruiyetinden daha eski bir tarihe dayanmaktadır. Kürtler ile Türklerin buluşması da Lozan’dan çok daha geriye gitmektedir. Tarih bugün yeniden yazılmakta, bin yıllık sözleşme yeniden güncellenmektedir. Ortak zenginlikler üzerinden iç barışı kurmanın şafağındayız. Gelinen aşama büyük fırsatları içeren hayırlı bir aşamadır. Lozan, bir savaştan bir başka savaşa giden şiddetin kapılarını açmıştı. Türk ve Kürt ilişkilerinin düzeltilmesi ise savaş toplumundan barış toplumuna giden yeni yaşamın kapıları açma kapasitesine sahiptir.
Tüm iç ve dış kışkırtmalara rağmen Kürt meselesi içerde ve dışarda Kürtleri ve Türkleri zayıflatan bir sorunsal olmaktan çıkıyor. Tüm askeri, siyasi, ekonomik ve psikolojik operasyonlara, ödenen büyük bedellere rağmen Kürt meselesinde gelinen aşama bin yıllık sözleşmeye geri dönüştür. Karşımıza çıkan hakikat bin yıllık hakikattir ve bu saatten sonra bu hakikatin çarpıtılacak bir tarafı kalmamıştır. Ne cıvıklaşmış sağ popülizm, ne yerel değerlerimiz ve siyasetimizle asla örtüşmeyen çiğ pragmatizm, ne de burnu havada olan yeni ulusalcı dalga bu hakikati bir daha başa saramaz.
Bin yıllık sözleşme sadece Kürt ve Türk ilişkilerini içermiyor. İkinci yüzyıl cumhuriyeti, bu sözleşmeyi güncelleyerek cumhuriyeti halkların çatısı haline getirebilir. Hakeza Türk ve Kürt ilişkileri ortak zenginliğin, bölgesel barışın teminatı olabilir. Bundan sonra yapılması gereken eşit yaşam koşullarının adım adım pratikleşmesi ve asla geriye dönülmemesidir. Türkiye büyük bir özgüvenle Lozan’ın ötesine mi geçecek, yoksa Lozan’ın dar koridorlarında kalarak endişeli ruh haliyle iç ve dış düşman dizilimlerini güncelleyerek mi yaşayacak? Büyüme potansiyeli taşıyan Kürt meselesine yaklaşım bu sorulara yanıt olacaktır.