Hindistan’ın batısında, Maharashtra eyaletindeki Mumbai şehrinde geçen Payal Kapadia’nın Aydınlık Hayallerimiz adlı filmi, kalabalık şehirden manzaralarla açılıyor. İnsan seli içindeki metro istasyonlarından hıncahınç dolu sokaklara, tıklım tıkış otobüslerden gökleri delen binalara; tek tek, usul usul bakan film, daha açılış sekansıyla izleyiciyi insan kalabalıklarına rağmen sakin bir yürüyüşe çıkarmayı vadediyor. Tüm bu manzarayı belgeselvari bir dille kayda alan kamera, kadrajı dolduran bu hareketli objeler ve insanlardan sonra başını pencereye yaslamış hareketsiz duran karakterimiz Prabha’yı bulup sabitleniyor.
Her şeyden önce bir kız kardeşlik filmi olan Aydınlık Hayallerimiz, kadınların eşlik ettiği bir sokak yürüyüşüyle Hindistan’ın politik konjonktürüne ışık tutuyor.
Bir hastanede başhemşire olarak çalışan, geleneklerine bağlı ve işiyle evi arasında sessiz sakin bir yaşantı sürdüren Prabha, evliliklerinden kısa bir süre sonra Almanya’ya çalışmaya giden kocasının geri dönüşünü beklemektedir. Onunla aynı evde yaşayan Anu ise aynı zamanda aynı hastanede hemşire olarak çalışmaktadır. İstediği gibi yaşamak isteyen, arzularını ve duygularını keşfetmeye açık Anu, Prabha gibi görücü usulü bir evlilik yerine aşık olduğu kişiyle, Shiaz’la evlenmek istemektedir. Yakın zamanda dul kalan, Prabha ve Anu’nun çalıştığı hastanede aşçılık yapan Parvaty ise 22 yılı aşkın bir süredir yaşadığı evden rantçı şirketlerin zoruyla çıkarılmak üzeredir. Bir tapusu olmadığı için bu ihtimal o kadar da düşük görünmemektedir. Birbirlerine “gevşek” bağlarla bağlanmış bu üç kadının hikâyesini anlatan film, faşizm tehlikesine çok yakın bir ülkenin değişmekte olan toplumsal yapısına ustalıkla ışık tutarken güçlü bir sınıfsal tutumu da ardına alır.
Tecrit altında üç kadın
Aydınlık hayallerimiz, gücünü büyük ölçüde küçük hareketlerden ve fazla açıklama yapmaya kalkışmayan sakinliğinden alıyor. Demek istediğim, film geleneksel bir anlatı yerine; daha çok anlar ve sessizlikler, yüzler ve bakışlar üzerine düşünen, karakter odaklı bir anlatı sunuyor. Üstelik bunu yaparken oldukça eleştirel yaklaştığı Hindistan’ın politik ve sosyal konjonktürüne feminist ve anti-ırkçı bir yerden yaklaşırken tarafını açıkça göstermekten de imtina etmiyor. Mumbai, nüfusunun %40’ının gecekondularda yaşadığı bir şehir; burada yaşam mücadelesi veren işçiler, şehrin işleyişini sağlayan görünmez bir motor gücü oluşturur. İkinci sınıf vatandaş statüsündeki kadınlar, filmin her karesine ince bir şekilde işlenmiş durumdadır. Geleceklerinin erkekler tarafından şekillendirildiği, kadınların patriarka ve kapitalist sömürü düzeninin dişlileri arasında sürekli ezilmeye çalışıldığı, varoluş ve arzularına sürekli ket vurulduğu bu dünya, filmin her karesine ustalıkla işlenir.
Aydınlık hayallerimiz, bir kız kardeşlik filmi olduğu kadar, pek tabii kadınların hayallerine ve arzularına dair bir film. Anu Müslüman bir erkeğe aşıktır. Hindistan’da ne toplumsal düzen ne devlet ne de ailenin kabul edemeyeceği türden bir aşk… Bu noktada Hindistan’daki politik atmosfere dair biraz da olsa fikir sahibi olmak önemli. Hindistan’da 2014’ten beri iktidarda olan Bharatiya Janata Partisi’yle (BJP) beraber Müslümanlara karşı iyice yükselen İslamofobi ve ırkçılık ülkeyi iç savaş eşiğine getirmiş, ülkedeki Müslüman popülasyon sürekli saldırıların hedefi haline gelmiştir. Böylesi bir atmosferde Hindi bir kadın ve Müslüman bir erkeğin birlikteliği, toplum tarafından kabul görmeyeceği gibi, ölümle bile sonuçlanabilir. Anu, aşkında kendisini çevrelemiş düzenin baskılarına rağmen ısrarcı olur. Payal Kapadia, özellikle Anu karakteriyle Hindistan’ın değişen dokusuna, kadın perspektifiyle titiz bir gözlemde bulunmuştur.
Mumbai bir zamanlar insanların “anonim” olabileceği bir şehirken, bugün Müslüman ve Hindi bir çiftin kamusal alanda vakit geçiremeyeceği bir kent haline geldiği gibi, müthiş bir kapitalist şehir talancılığıyla yüz yüzedir. Anu’yla beraber aynı hastanede aşçı olarak çalışan Parvaty’nin evi mutenalaştırma gereği yıkılmak üzeredir. Ölmüş kocası da kendisine tapuları aktarmadığı için herhangi bir hak talep edememektedir. Parvaty’nin barınma mücadelesi büyük ihtimalle yenilgiyle sonuçlanacak olsa da film, direnişin yaşamın devinimi içinde en doğal olgu ve bir biçimde devam etmek zorunda olduğu gerçeğini sıklıkla hatırlatıyor. Prabha, Parvaty’ye bir avukat bulması için yardım ederken, belki birlikte mücadelenin çeperlerini genişletmek için örgütlü işçilerin toplantılarına gidiyor, grevlere katılıyorlar. Iki kadın filmin bir noktasında, bir binaya asılmış, üzerinde “Sınıf, Ayrıcalıklı Olanlara Ayrılmış Bir Ayrıcalıktır” yazılı devasa reklam panolarına taşlar savurup, bağımsız bir korsan eylem yapıyorlar.
Anu ve Prabha arasındaki ilişki, sıklıkla anne-kız ve abla-kardeş arasında bir yere düşüyor. Prabha’nın Anu’nun müslüman bir erkekle olmasını veya evlilik dışı bir birlikteliği pek onaylamadığını hissederiz. Ancak, belki de bütün toplumsal normlara göre şekillenmiş olmasına rağmen kendisine mutluluk getirmeyen evliliğinden olsa gerek, bunu anlamaya da oldukça teşnedir. Prabha, Anu’ya kendince kol kanat germeye çalışırken bir yandan da çok yüzgöz olmak istemez gibidir. Belki de Anu’nun kendisi gibi duygusal bir tecrit altına girmesine gönlü razı değildir.
Ormanların derinliklerinde bir ülke
Filmin üçüncü perdesi, kendi düşünceleri içinde hala kayıp ama belli bir ölçüde ferah görünen bu üç kadını Mumbai’nin durmak bilmeyen trenleri ve inşaatları ağır ve kirli havasından çıkarıp sakin bir kıyı kasabasına götürür; Kapitalist rantçılığın pek de uğramadığı bir yere… Anu ve Prabha, evini ve barınma hakkını savunmaya çalışmaktan bitap düşmüş Pavarty’nin yerleşmesine yardımcı olurlar. Yolculuk boyunca üzerindeki yükleri yavaş yavaş bırakmışçasına daha az kaygılı ve huzurlu görünen bu üç kadının ruh hali, sanki filmin estetik stratejilerine de bir müdahalede bulunur ve filmin dili daha sürreal bir noktaya evrilir.
Filmin bu son kısmında onları gizlice takip -sadece Anu biliyor- edip gelen Shiaz, Prabha ve Pavarty’yle tanışır. Bu dörtlünün bir arada olduğu rüyamsı sekanslar, diyaloğun belirleyici olduğu başka bir Hindistan tahayyülünü anıştırmaktadır. Tıpkı Anu ve Shiaz’ın keşfettikleri tepeler içinde gizlenmiş o mağara gibi. İçine indikçe derinleşen, duvarlarında sayısız dilde yazılmış isimler ve sözler olan mağara…
Üç kadının aşk, sevgi, yuva ve özgürlük arayışlarını umutvar bir sevecenlik ve şefkatle izleyen bu muhteşem film vizyonda.