AKP Hükümeti’nin aldığı politik yol “İslami” kimlikçi bir hegomonyaya savrulduğundan bu yana toplumda dayanışma içinde olması gerekenler yalnızca ötekileştirilmiş Kürtler, Aleviler, Ermeniler vs değil aynı zamanda kendini Türk ve “seküler” olarak gören bireylerdir de. Nitekim, özellikle İstanbul seçimlerinde bütün bu farklı kimlik kesimlerinin Ekrem İmamoğlu’nun arkasında yer almış olması da bu yüzden tesadüfi olmadığı gibi zorlama da değildir. O nedenle de bir “mağdurlar siyaseti” bütün bu kesimlerin taleplerini dikkate alan bir yerden kurulmalı.
Bir an için düşünün, bu günkü iktidar, kimliğinden ötürü “mağdur” olan ya da kendilerini “mağdur” hisseden bütün kesimlerin kimlik taleplerini kabul eden bir iktidar olsaydı, bu toplumda örneğin Kürt sorunu, Alevi sorunu vs gibi kimlik sorunları olur muydu? Olmazdı! Olmazdı çünkü herhangi bir kimliğe ait olmak, o kimliğin taleplerinin karşılanmasıyla bir “sorun” olarak ortadan kalkar ve böylelikle bu kimlik mensupları toplumdaki diğer insanlar gibi kendilerini “farklı” ama diğerleriyle “eşit” olarak görmeye başlarlardı.
Hayalimiz bu!
Bu hayali gerçekleştirmek üzere bütün mağdur kimliklerin, kurulmak istenen “dışlayıcı” hegemonyaya karşı ortak mücadelesi her şeyden önce bu farklı taleplerin mensuplarıyla etkileşime girmekle başlar. Biz kimiz ve ne istiyoruz gibilerinden. Çünkü bu topraklar, bu topraklarda bir devlet kurulduğundan bu yana, yan yana yaşayan ve fakat birbirlerini pek de tanımayan farklı kimliklerin olduğu topraklardır. O nedenle de her şeyden önce birbirimizi anlamaya çalışmak ve gerçekte ne istediğimizi, nasıl bir toplumda yaşamak istediğimizi birbirimize anlatmak zorundayız. Ancak böylelikle bir “mağdurlar siyaseti” oluşturabilir ve toplumun daha demokratik bir yere doğru hareket etmesini sağlayabiliriz.
Dolayısıyla bir “mağdurlar siyaseti”nin perspektifinde bütün mağdurlar vardır. Hangi kimlikten olduğuna bakılmaksızın çağrı “hepimiz özgür olmadıkça hiç birimiz özgür olamayız” çağrısıdır. Birlikteliğimiz ise birbirimizin yaralarını sarmak ve birbirimizi iyileştirmek üzere bir birlikteliktir. Çözümü ise gerçek katılımcı bir demokrasinin inşa edilmesidir.
Böyle bir çağrı kimliğinden dolayı ötekilenen bütün kimliklere olduğu kadar, bugüne dek egemen olmuş olmasına rağmen şimdi kendini baskı altında hisseden “seküler Türklere” de olmalıdır. Çünkü onlar da son zamanlarda “ötekileştirilmenin” ne demek olduğunu daha iyi anladılar.
Böyle bir çağrı aynı zamanda mağdur kimliklerin içindeki herkese yönelik olmalıdır. Her hangi bir kimliğin içinde ötekileştirilmiş olan sermaye sahibi de, toprak sahibi de, esnaf da, orta sınıfın herhangi bir mensubu da bu çağrının muhataplarından sayılmalıdır. Örneğin Kürt bir işadamı da Kürt bir işçi de aynı demokrasi talebinde kendini bulmalıdır. Mağdurlar siyaseti ancak böylelikle ete kemiğe bürünebilir.
Önümüzde geniş bir alan var. Çünkü önümüzde çok sayıda mağdur kimlik ve çok sayıda mağdur birey var. Onları da bu yürüyüşe katmamız gerekir.