“Ne gülüyorsun? İsim değiştirilse, anlatılan hikâye senin hikâyendir” Horatius
Öcalan’ın öne sürdüğü tezler üzerine yapılan tartışmalar, KÖH’ü Marksizm’in dışına itmeye çalışan solcularla, KÖH’ün Marksizm ile işi bittiğini düşünen Kürtler arasında sıkışıyor. Tartışmalara toplumsal kaygıdan uzak, solun ve Kürt halkının içinden geçtiği politik durumu dert etmeyen, bütünlüklü ve yapıcı eleştiri stratejisine sırtı dönük, kişisel egonun öne çıktığı bir teorik şiddet damgasını vuruyor.
Marks ile Öcalan, Kürt hareketi ile Sosyalist hareket arasında ne kadar büyük uçurumlar varmış, biraz bakalım. Marks’ın tezleri, vahşi kapitalizmin; yoksulu, köylüyü, küçük zanaatkarı, sanayi işçisini köleleştirerek insan emeği üzerinde yürüttüğü büyük hırsızlığı bilimsel olarak teşhis etmesiyle yükseldi. Öcalan’ın tezleri ise Marksist deneyimleri Kürt halkının yerel hikayesiyle buluşturduğu momentte etkili oldu. Tartışmalar Solun ve Kürtlerin buluştuğu bu stratejik anı referans almalı.
Bu moment, Marx’ın Feuerbach’e yönelik 11. tezinde ifade ettiği “Filozoflar dünyayı yalnızca çeşitli biçimlerde yorumladı; oysa sorun onu değiştirmektir” tezinin karşılık bulduğu bir andır. Bu nedenle 11. Tez, Marks ile Öcalan’ı, Marksizm ile KÖH’ü buluşturan kurucu tez olarak kabul görmeli. Bu tez ile Marks ütopiklere meydan okurken, Öcalan da dünyanın küçük bir bölgesinde judenratlerin insafına bırakılan yoksul Kürtlüğü devrimci tezlerle buluşturarak ezilenlerin direnişini başka bir aşamaya taşıdı.
Marks’ın derdi sınıfsız bir toplumdu. Özetle (yaşadığı tarihsel bağlam içinde) sınıfsız topluma sınıf savaşıyla varılabileceğini ileri sürdü; ancak gelecekte sınıf savaşı dışında sınıfsız topluma gidebilecek tüm yolların kapalı olduğunu söylemedi. Hatta Joseph Weydemeyer’e yazdığı mektupta sınıf tezlerinin bile kendi tekelinde olmadığını yazdı: “Ben ne modern toplumda sınıfların varlığını ne de onlar arasındaki mücadeleyi icat ettiğim iddiasında değilim. Benden çok önce, burjuva tarihçiler sınıflar arasındaki bu mücadelenin tarihsel gelişimini tarif etmişti, burjuva iktisatçılar da bunun iktisadi anatomisini anlatmıştı.”
Sınıfsız toplum, son kertede her devrimcide olduğu gibi Öcalan’ın da hayalidir. Öcalan birçok Marksist gibi sınıfsız topluma giden farklı yollar önerdi. Sınıfı örgütleyen kimseyi tutmadı. Yaptığı önermeleri yöntem fetişizmine takılmadan, amacı önceleyen bir metodoloji ile anlaşılır kılmaya çalıştı. Bu temelde yol arkadaşları ile birlikte 52 yıllık mücadele tarihi boyunca güncel gelişmeler karşında stratejik esneklikle hareket ederek ve de nesnel koşulları gözeterek tüm dönüşüm süreçlerinde sol teoriyi Kürt pratiği ile makul ölçülerde bütünleştirdi.
Hikâyenin başında modern anlamda sanayi gelişmemiş, Kürtler işçileşmemiş olsa da Kürdistan İşçi Partisini (PKK) kurdu. O tarihlerde Kürt nüfusunun çoğunluğu kırsalda yaşıyordu. Bugün hala Kürt sanayisi gelişmemiş; Kürt halkı hala proleter değil prekarya, yurttaş değil paryadır. Marksist bağlamda Kürt sosyolojisinde proletarya-burjuva, emek-sermaye çelişkisinin hala ciddi bir karşılığı yok. Ancak Kürdistan’da derin sömürü rejiminin motoru olan bir başka çelişki vardı: Devlet-Toplum (Kürt) çelişkisi. Öcalan’ın solculuğu burada devreye giriyor. Öcalan Kürtlerde devlet-toplum çelişkisinin, emek-sermaye çelişkisinden daha derin ve öncelikli olduğunu görmüş ve sola yeni politik değerler katarak yürümeye devam etmiştir.
Bugün Öcalan’a yönelik yapılan eleştiriler, Öcalan’ın kaostan çıkmak için çıkış arayan tezleri üzerinden yapılıyor. Eleştirilerin rahatsız edici tarafı tezlerin tartışılmasından öte eleştiri yapanların solun kurucu babaları edasıyla konuşması, eleştiri amacının Öcalan’ın ve KÖH’ün solculuğunu anlama çabasından yoksun olması; dilin yargılayıcı ve reddiyeci bir yere savrulmasıdır.
Esasen solculuğu tartmanın ölçüsü praksistir. Hiçbir teori, onu ortaya atanların ve savunanların kişisel hikayelerinden ve pratiklerinden muaf değildir. Öcalan ve yol arkadaşlarının sınıfsal konumu KÖH’ün sol siyaset ile kurduğu en gerçekçi bağdır. Bu bağlamda KÖH’ü sınıf teorileri üzerinden anlamak isteyenlere en iyi kaynak önerisi Öcalan’ın yaşamı, yola çıktığı arkadaşlarının hikayeleri, hareketin üzerinde yükseldiği kitlelerin sınıfsal konumu ve 52 yıllık praksistir.
KÖH baldırı çıplakların, ezilenlerin, sömürülenlerin, kadınların hareketi olarak toplumun en alt tabakasında yaşayan insanların omuzunda yükseldi. Bu hakikat Kürt hareketine doğru bakmak için tek başına yeterli bir ölçüttür. Bu yönüyle baktığımızda Öcalan ve arkadaşlarının çoklu sömürüye karşı insanlıktan çıkarılmaya çalışılan Kürt halkının en yoksul kesimlerini devrimci özne ilan etmesi ile Marks’ın kendi çağının en çok ezilen sınıfı olan ve insanlıktan çıkarılmaya çalışılan proletaryayı öne çıkarması KÖH’ün ve Marksist mücadelenin benzeşen güçlü yönlerindendir.
Şunu kabul etmeliyiz ki sınıfsız topluma giden yollar ve yolcular homojen değildir. Sınıfın kendisi de homojen değildir. Farklı sorun alanları üzerinden bir araya gelen otonom örgütlenmeler sol siyaseti tahkim edici zenginliklerdir. Solu bu zenginliklerle buluşturacak zeminleri çoğaltmak 21. Yüzyıl solunun temel görevlerinden biridir. Unutmayalım ki “Bu senin de hikayendir.” O zaman karşıtlaşma kolaycılığıyla şekillenen toksik ilişki yerine, Marksizm ile Kürt halkının stratejik ilişkisine odaklanan ve anti-kapitalist cepheyi güçlendiren çerçeveler üzerinden tartışmaları sürdürerek hikâyeyi büyütelim.









