Tarihte oluşturulan ilk enformasyondan, söylencelerden günümüze kadar etkili olan toplumun duyulan sesi, olacakların da habercisi olmuştur. Bir tür enformasyon yöntemi olan kulaktan kulağa taşınan bilgi, bir dönem sonra düşünce haline geliyor. Bunu fark eden iktidar ve devletler ilk tahakkümü toplumun düşünce yapısına yönelmekle oluşturmaya çalışmıştır. Sümer döneminden bile rahatça anlayacağımız gibi rahip, toplum üzerindeki tahakkümü oluşturmak için önce düşüncelerine saldırır. Bir toplumda düşünceler söylenceler ile oluşuyorsa, iktidara kalan tek zahmet, söylenceyi istediği doğrultuda düzenlemek oluyor. Binlerce yıl toplumsal aklın oluşumuna hükmetmeye çalışan devlet-iktidar ikilisi, tarihteki yeri ve yöntemi değişse de enformasyon araçlarını her zaman tahakküm altına almaya çalışmıştır. Bu bazen bir tellal olmuştur, bazen enformasyon görevlisi bir haber yayıcı olmuştur. Dönemine göre ve aracına göre değişiklik gösterse de enformasyon araçları her zaman devlet-iktidar tekelinde olmuştur.
Ancak, toplumlar da bu yalan haberlere karşı kendi bildiğini her zaman okumaya çalışmıştır. Ve bu uzlaşmaz çelişki, devam eden savaşların ve toplumsal çatlamaların da temel nedenleri arasında yer almıştır. Enformasyonun yayılma hızına ve kalitesine göre yer yer etkili olduğu ve toplum üzerinde etki yarattığı dönemler de olmuştur. Bugünkü sosyolojik duruma bakılırsa, toplum olan bizler hala iyi sayılırız. Fakat önemli olan bir uyarı var ki o da enformasyonun bugün geldiği hızlı yayılma durumudur. Bu durum devlet tekelinde olduğu sürece hepimizin ortak kaygısı olmak zorundadır. Çünkü günümüzün en etkili enformasyon araçlarından olan medya ve sosyal medya tamamen teslim bayrağını çekmeye hazırlanıyor. Sosyal medya daha bağımsız diyenlere şu on günde Yeni Yaşam gazetesinin sosyal medya araçlarında paylaştığı yayınların sosyal medya patronları tarafından nasıl sansürlendiğini öğrenmelerini öneririm.
Medyanın tamamen toplum üzerinde etkili olduğunu ve artık yapacak bir şeylerin kalmadığını, çantamızı toplayıp onların halayına katılalım diyormuşum gibi algılanmasın. Tüm zalimliklerin baş gösterdiği Asur döneminde bile nasıl ki demirci Kawalar var olmuşsa kazanan her dönemde muhakkak toplum olmuştur. Bugün de öyle olacaktır. Aslında bir anlamda olmak zorundadır. Çünkü toplumsal ağlar ve değerler çökerse zaten toplum ve insan türü çok fazla hayatta kalamaz (Konunun yeri burası olmadığı için girmeyeceğim). Bu yüzden elbetteki kazanacağız. Hatta Kürdü ile Türk’ü ile Arap’ı ve Fars’ı ile Alevisi, Sünnisi, Şiası, demokratı, sağcısı ve solcusu ile kazanacağız. Onların bizi ayrıştırıp savaştırdığı araçları bir bir ellerinden alarak kazanacağız. Tüm bu renklerin, kimliklerin Avrupa ve Amerika’da bir arada yaşama imkanları nasıl(?) oluyorsa, elbetteki bizde de olacak ve bunu biz toplumlar sağlayacağız.
Ancak bu noktada, mevcut Türkiye ana akım medyası ve sosyal medya patronlarına tavizler vererek onları kontrol altına almaya çalışan iktidar ile uzak kalıyoruz. Bazı seslerin “yaw sen onlardan ne bekliyorsun ki” dediğini duyar gibi oluyorum. Cevap vereyim: “Bekliyorum.” Çünkü onlar “biz barışmak istiyoruz” dediler. Ve bunun gereklerini yerine getirmek gibi bir yükümlülükleri oluyor. Eğer bu yükümlülükleri yerine getirmezlerse yeni bir uluslararası komploya hep beraber sürükleniyoruz demektir. Yani söylem ve pratik birbirine uymazsa bu karanlık ve zor koridorlardan geçerken, birinin kuyruğuna bilmeden basabilir ve zaten iki yüz yıldır kızgın ve kırgın olan bu taraflardan biri ani çıkışlar yapabilir. Bu durumun farkında olmadan siyaset yapacağım iddiasında olanlar biraz “büyük” sözü dinlesinler. Örneğin tarihte neler oldu, kim kime nasıl düşman yapıldı, bunu ayarlayanlar kimdi, kazançlı çıkanlar ya da kaybedenler kimler oldu, şöyle temiz bir akılla baksınlar. Ona göre de dillerini değiştirsinler. Niyetlerini değiştirsinler demiyorum, ama dillerini değiştirmezlerse demek ki niyetleri göründüğü gibidir anlamına gelir. Bu da yeni bir yüzyıllık komplonun kurbanı oldukları anlamına gelir. Böyle bir durumda kimsenin kuyruğuna basmalarına da gerek yoktur. Zaten herkes kuyruğu kurtarmaya çalışacaktır. Bu doğanın kanunudur. Ama kaybeden halklar olacaktır. Eski savaşlar, yeni teknoloji çağındaki savaşlara da benzemez. Teknoloji, bizi yüz yıl boyunca ayakta tutarak, hem yaşamamıza hem de savaşmamıza izin verecek kadar gelişmiştir. Ve ne yazık ki iki yüz yıl öncenin delikli borusundan farklı bir görevi de olmayacaktır. Veren el hep aynıdır. Alan el değişmemiş ise geçmiş olsun…
Tabii tüm bu karamsarlıkların ötesinde apayrı bir dünya da mümkün. Örneğin ana akım medya cumhuriyetin ilk kuruluş aşamasından başlayarak gerçekleri halka anlatabilir. Sadece son kırk yılı ya da Amed zindan gerçekliğini anlatsa da olabilir ama köklü birliktelikler; birbirlerinin her şeyini bilenler ve ona rağmen birbirlerini sevenler tarafından ancak gerçekleşebilir. Burası uzun detaylar için biraz kısa. Ez cümle; medyayı rahat bırakın. Bırakın ki tüm halklar, özgür ve demokratik bir ülkenin inşasını hep beraber ve severek yapsınlar. Aksi durum kimseye kazandırmaz.