Propagandanın yaşamın her alanına sirayet ettiği bir süreçten geçiyoruz. İnsana dair tüm duygular da dahil olmak üzere her şey propagandanın esiri olmuş durumda.
Medyanın görevi özü gereği sorumlu bir anlayışla toplumu gerçekler doğrultusunda bilgilendirmektir. Gelinen noktada medya denince artık yalanla, çarpıtılmış haberlerle, ayrıştırıcı ve ötekileştirici yapısıyla bir canavara dönüşmüş durumda. TV’lerin haber sunuş biçimlerine, gazetelerin manşetlerine bakıldığında medyanın azgınlaşmış halini görmek mümkün. “Eğer bir ülkede kendi insanlarını kandıran bir medya varsa, o ülkenin başka bir düşmana ihtiyacı yoktur” der M.Lidan.
Halkın gerçekleri öğrenmesinden korktukları için, basın özgürlüğü, tarih boyunca baskıcı sistemlerde hep ilk kısıtlanan alan olmuştur. Bu ülkede durum öyle bir hal aldı ki; Artık her yerde ve her alanda gazeteciler engelleniyor.
Tüm muhalif kesim baskı altında. Tutuklanan akademisyenler, gazeteciler, geride kalanları susturma, gözdağı ve sindirme amaçlıdır. Toplumsal muhalefetin tümüne karşı psikolojik bir harekat yürütülüyor. Muhalefeti bitirmek ve ona destek veren herkesin sesini kısmak amacıyla yapılıyor her şey. Günümüzde de hükümet halihazırdaki yasaları, gazetecileri, aydınları ve muhalif olan herkesi susturma ve bastırma silahı olarak kullanıyor. Bu yetmezmiş gibi yeni kısıtlamalarla kendi dışındaki herkesi düşman ilan edecek yasalar, yasaklar peşinde.
***
“Propaganda Çağı” adlı kitapta Pratkanis E.Aronson, “Her gün birbiri ardına ikna edici mesaj bombardımanına tutuluyoruz. Medya dünyasından gelen bu çağrılar argümanın haklı ve tutarlı olmasından değil, sembollerin ve en temel insani hislerimizin manipülasyonu vasıtasıyla ikna edici oluyor. İyisiyle, kötüsüyle, içinde yaşadığımız çağ bir propaganda çağı” diye belirtir ve ikna metodunu demokratik ama propagandayı despotik bir yöntem olarak görür.
Propagandanın toplumun en önemli sorunu olarak tanımlandığı böyle bir ortamda ondan korunmanın yolu da olay ve olgulara eleştirel bakabilmektir. Bize sunulan ve dikte edilen her şeyi gerçekmiş gibi algıladığımızda bu tuzaktan kurtulmak mümkün değildir.
Medya başta olmak üzere birçok alanda uygulanan algı yönetimi, kitleyi kendi çıkarları doğrultusunda manipüle etmek ve onları hedefledikleri amaçlar uğruna kullanılan bir nesneye dönüştürmektir. Bir tür psikolojik savaştır.
Gerçeği çarpıtarak ve çarpıtılanı gerçekmiş gibi sunarak algıyı kendi çıkarlarınca yönetmek kimden gelirse gelsin gerçeğin öğrenilmesine engel lanet bir yöntemdir. Gerçeği ortaya çıkaracak, özgür düşünebilmeye engel olan bu yöntem her türlü imkanını devreye sokar. Özellikle televizyon bu alanda son derece etkili bir silahtır. Bu silah da her zaman iktidarlara hizmet eder. Hele de gelinen noktada farklı düşünen, muhalif medya alanları baskılanarak, tek sese, tek söyleme ayarlanmış durumda.
Son günlerde Suriye üzerinden de medya kendine verilen görevi harfiyen yerine getirerek savaş kışkırtıcılığı ve çığırtkanlığı yapmaya devam ediyor.
***
Bazı gerçek bilgileri ve gözlemleri yanlış yorumlar ve yalanlarla karıştırmak veya gerçek bilginin sadece bir kısmını vererek yanlış yorumlarla bilgiyi dağıtmak, yaygın dezenformasyon taktiklerinden oldu hep bu ülkede. Eğer hedef kitle bu tip kontrolden etkilenebilecekse uygulanan diğer bir teknik, gerçeklerin gizlenmesi veya sansürlemedir.
Medyanın söyledikleri ya da yazdıkları kadar ifade etmedikleri ve yazmadıkları da önemlidir. Barış medyası yalanı açığa çıkaran, şiddete odaklanmayan, farklı fikir ve yaklaşımlara imkan sağlayan ve bunu görünür kılan bir yaklaşım içindedir. Oysa savaş medyası şiddete odaklı tarafgir ve kızıştırıcı bir tutum takınır.
Türlü algı operasyonlarıyla bize sunulanları irdelemeden, sorgulamadan gerçeği kavrayamayız. Böyle bir ortamda sağlıklı düşünebilmenin yolu eleştirel düşünmekle mümkündür ancak. Eleştirel düşünme alışılmışın dışında şablon fikirlerden, önyargılardan sıyrılabilmek, farklı açılardan bakabilmektir.