16 Ocak’ta KDP lideri Mesut Barzani ve Suriye Demokratik Güçleri (SDG) Genel Komutanı Mazlum Abdi, Hewlêr’de bir araya geldi.
İki gün öncesinde, 13 Ocak’ta SDG Genel Komutanı Mazlum Abdi, KDP Başkanı Mesut Barzani’nin temsilcisi Dr. Hemîd Derbendî’yi kabul etti.
Bu görüşmeler kendiliğinden gelişmedi. 27 Kasım 2024’te HTŞ ve Türkiye’ye bağlı çete grubu, Suriye Milli Ordusu’nun Halep’e yönelik Beşar Esad rejimine karşı başlattığı saldırı hamlesinden günümüze yaşananların bir ürünü olarak doğdu.
Hiçbir taraf 27 Kasım’da başlayan bu saldırı dalgasının 8 Aralık’ta Şam rejiminin düşüşüyle sonuçlanacağını tahmin etmiyordu. En azından 10 gün içerisinde…
Saldırının tek hedefi Şam rejimi değildi. Daha ilk günden itibaren birçoğumuz saldırının hedefinin Kürtler olacağını görebiliyordu.
29/30 Kasımdan itibaren SMO çeteleri Şehba ve Tel Rıfat’ta Kürtleri hedef aldı. Şam rejimi ile paralel olarak Özerk Yönetim de yıkılacaktı. Ancak o günden bu yana Türkiye ve SMO’nun tüm saldırılarına rağmen Tişrin’de somutlaşan bir direnişle Özerk Yönetim ve Rojava Devrimi halkı dimdik ayakta kalabildi.
Tiyatro sanatçısı Bavê Teyar, gazeteciler Nazım ve Cihan, siyasetçiler, gençler ve kadınlar katledildi. Saldırılar hala devam ediyor. Ancak direnişten bir adım geriye atılmış değil. Rojava Devrimi’nin ortaya çıkardığı halk gerçekliği, bombaları halay ve zılgıtlarla karşılıyor. Dert olsun, ders olsun.
Türkiye aylardır çetelerinin Tişrin’in kontrolünü ele geçirdiğini ifade ediyor. Paralelinde ha bugün ha yarın Kobani’yi işgal edeceklerini söylediler. Ancak Tişrin’de gelişen direniş gündemleri alt üst etti. Türkiye’nin tüm işgal planlarını boşa düşürdü.
Gelişen bu irade ve direniş tüm gözleri Rojava’ya çevirdi. Uluslararası düzeydeki cılız destekler daha yüksek sesle dile gelmeye başladı. İnsanlığın borçlu olduğu Rojava devrimine ve emeğine artık kayıtsız kalınamıyor. Tabii devam eden katliamlara dair önleyici ve caydırıcı bir adım da hala atılmamaktadır.
Tişrin’de vücut bulan devrim iradesi ve direnişi Kürtleri de ulusal bir çizgide buluşturdu. Kürdistan ve dünyanın dört bir yanında ulusal birlik çağrıları yükseliyor. Bunlar olurken KDP’nin Rojava’daki temsili ENKS ise tarihin en aşağılık yerinde debelenmeye devam ediyor. Başındaki isimler KDP medyasında Türkiye’nin savaş suçlusu yetkililerinden daha acımasızca Rojava Devrimi’ne saldırıyor. “Türkiye Kürtleri değil, PKK’yi hedef alıyor. Tişrin’de PKK’liler var, isimleri bizde” diyenler de onlar. Yaptıkları her açıklama ters tepiyor ve Kürtler nezdinde büyük bir tepkiyle karşılanıyor. Rezil rüsva oldular desek yeridir.
Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi’nin üçüncü çizgideki ısrarı, devrimin can suyu olmuş durumda. Ne Ortadoğu’yu yeniden dizayn etmek isteyen hegemonik güçler ne de statükocu güçler dilediği gibi Rojava’yı karşılarına alabiliyor. Bu çizgi, devrimin etrafında adeta kalkan görevi görüyor. Devrimin herhangi bir güce yaslanması durumunda birkaç gün içerisinde tasfiye edileceği artık su götürmez bir gerçeklik.
Mesut Barzani işte tam da bu atmosferde SDG ile görüştü. Kürdistan halkının ulusal birlik çağrıları ve uluslarasın alanda gelişen Rojava’ya destek karşısında öylece duramazdı artık.
Görüntüde ulusal birlik fotoğrafı çıkmış olsa bile içerikte neler konuşulduğu hala bilinmemektedir. KDP’nin güncelde Rojava devrimini boğmak isteyen Türkiye ile ilişkisi en sıcak haliyle devam etmektedir. Zaten görüşmeden bir gün sonra tekmil verircesine KDP Dış İlişkiler Sorumlusu Hoşyar Zebari, Türkiye’nin Erbil Konsolosu ile görüştü.
Mesut Barzani-Mazlum Abdi görüşmesinde ortaya çıkan fotoğraftan çok içerik ve sonuç artık daha önem arz etmektedir. KDP’nin bu görüşmeyi tercih ettiğini söylemek zordur. Bir zorunluluk olarak bu görüşme gerçekleşti. SDG’den görüşmeye ilişkin bir açıklama henüz yok ancak bu görüşmede Türkiye’nin bazı mesajlarının iletişmiş olması ihtimali yüksektir.
Bu görüşmenin hemen akabinde KDP’nin askeri güçler sorumlularından Mensur Barzani’nin Türkiye Milli Savunma Bakanı ile görüşmesi tesadüf değildir. Hemen bir gün sonrasında ise Zaxo’nun Batifa nahiyesinde KDP’nin sınır muhafızları maskesi altında PKK ile çatışması ise hiç tesadüf değildir. Daha önce de yazmıştık, yine hatırlatalım: KDP sınır muhafızları adı altında geliştireceği provokasyonlarla PKK’ye saldırırsa sorumluluğu Irak’a atacak. Aynı şekilde PKK’den ise saldırılara bir karşılık verirlerse “peşmergeye saldırı oldu” diyecekler.
Görüşme sonrası farklı platformlarda sorduk, burada da sormuş olalım: Bu görüşmenin sonuçları ne oldu? Bu görüşme vesilesiyle PYD, Özerk Yönetim, Rojava basını, kadın ve gençlik kurumları Hewler’e girebilecek mi? Ronahi TV ve Özerk Yönetim Hewler’de temsilciliklerini açabilecek mi?
İnsanlar hala PYD’li diye tutuklanmaya devam edecek mi veya bu iddia ile tutuklananlar serbest bırakılacak mı?
Güney Kürdistan halkının Rojava ile geliştirmek istediği dayanışma, sınırlarla engellenmeye devam edecek mi?
Öyle görünüyor ki bu soruların hiçbirinin yanıtı ne yazık ki şu an için olumlu değil.
O halde bu görüşmeye hak ettiğinden daha fazla anlam yüklemek pek de doğru değildir. Bu görüşme, henüz direnenlere değil ama 2015’ten bu yana nerede bir direniş varsa ona saldıran ve ihanet eden tüm çirkin kesimlere nefes aldırmıştır. Bu kesimler 2015’ten bu yana lanetle anılmaktan muhtemelen hiç uyumamıştır. Ama bu görüşmenin verdiği onurla üzerlerindeki laneti kaldırdıklarını düşünmektedir.
KDP, an itibariyle Rojava Devrimi’nin garanti altına alındığını düşündüğü kazanımlarına ortak olmak, devrimin sahipleri, öncüleri ve bedel ödeyenlerini ise kriminalize etmek, elinden gelirse yok etmek istemektedir. KDP’ye bağlı işbirlikçi orta sınıfın, ağzında salyasıyla Rojava’nın statüsünün tanınmasını beklemesi bundandır ve hiç masum da değildir. Yoksulların, direnenlerin, bedel ödeyenlerin, Tişrin’de direnmeye devam edenlerin devrimini çalmak istiyorlar. Akbabalara rahmet okutuyorlar resmen. Aman dikkat diyelim şu aşamada.