145 sayılı Cumhurbaşkanı kararnamesi ile (Resmi gazete 32894 sayılı 7 Mayıs 2025 Tarihli duyurusu) Türkiye de 19’lu yılların sonundan itibaren kapitalist sisteme verilen siyasi desteği meşrulaştırmak için yürütülen yönetişim süreci sınır ötesine taştı. Türkiye’de suların metalaştırılması, su havzalarının inşaat maden, enerji ve su şirketlerinin sermaye birikimine sokulmasının baş aktörlerinden Veysel Eroğlu 8 mayıs 2025 tarihinde Irak Cumhuriyetine özel temsilci olarak atandı.
Şahısların taşıdığı misyonu ve o misyon doğrultusunda yaptığı ve uygulamaya soktuğu işler, taşeronu olarak üstelendiği siyasi stratejiler gösterir. Bu atamada adı geçen kişinin siyasi CV’si atandığı yeni görevde Ortadoğu’da üstleneceklerini tartışırken belirleyici olacağı açıktır. Mezopotamya havzasında hegemonyanın gelişi bugünden görülüyor, yaşam alanlarına el koyma, suyun, su havzalarının sermayeye aktarımında üstlenecek rol, yönetişimin sınır aşan boyutu Irak halkları üzerinde oluşacak hegemonyanın ayak sesleri 7 Mayıs 2025 de resmi gazetedeki üç satıra sığan kararnamede gizli. Geçmişi böylesi kabarık kişilerin ve Ortadoğu halklarının yaşamını doğrudan ilgilendiren bu atamanın Mezopotamya havzasını tarumar edeceğini bugünden varsaymak için fal açmaya gerek yok. Bu kararname ile başlatılan diplomasi, siyasi sürece; atanan kişinin öncesinde yaptıklarına bakarak yeni süreçte hedeflenenleri, yapılacakları öngörebiliriz.
Ortadoğu’da siyasetin kartları yeniden karılırken, Türkiye’de silahsızlanma hamlesi ile başlatılan Türkiye halklarının barış süreci olmasını murad ettikleri yeni dönemde Türkiye’nin yaptığı bu atamayla Ortadoğu’da üstlenilecekler bugünden görülüyor.
1.Eroğlu; 1994 yılında İSKİ de 2003 yılında DSİ de RTE tarafından görevlendirildi. 2007 yılından sonra AKP den seçilerek AKP milletvekili olarak TBMM de yer aldı. 2007- 2011 tarihlerinde Çevre ve Orman Bakanı, 2011-2018 yıllarında Orman ve Su İşleri Bakanı olarak AKP-MHP ittifakında görev yaptı. Bu siyasi yolun Türkiye ve Ortadoğu topraklarında yaptıklarını, başlattığı ve görevlendirildiği sürece sürdürdüğü ekolojik katliamları, Kariyerinin ödülü olarak Mezopotamya havzasına ismi ile işlettirdi. 12000 yıldan daha uzun süredir uygarlıkları konuk etmiş Hasankeyf’i yerle bir eden, Kadim Nehir Dicle’nin sularını tutsak edip şirketin sermayesine sunan Ilısu Barajına 2011 yılında adı verildi. Ne de olsa Dicle’nin belleğinin, sularının, özgürlüğünün, dahası Mezopotamya Havzasına besleme yetisini elinden alanla anılmasını istedi siyasi iktidar. Aslında Bakan olduğu için bizzat kendisi büyük olasılıkla.
Bu katliam yol haritasının da bir CV’si var bizim yaşadığımız topraklarda, doğrudan bizlerin tanıklığında.
15.06.2019 tarih ve 30802 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanan yönetmelikle HES’lerin yapımı meşrulaştırıldı. Şirketlerin suyu ticarileştirilmesi “yasal”laştırıldı. Şirketlere Su kullanım hakkı tanındı. “Elektrik Piyasası Lisans Yönetmeliği” hükümleri çerçevesinde halen piyasada faaliyet gösteren veya gösterecek tüzel kişiler tarafından hidroelektrik enerji üretim tesisleri kurulması ve işletilmesine ilişkin üretim lisansları için DSİ ve tüzel kişiler arasında düzenlenecek “Su Kullanım Hakkı Anlaşması” imzalanması işlemlerinde uygulanacak usul ve esasların belirlenmesine yönelik hazırlanan “Elektrik Piyasasında Üretim Faaliyetinde Bulunmak Üzere Su Kullanım Hakkı Anlaşması İmzalanmasına İlişkin Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmelik” yayımlandı.
Bu tarihte DSİ de genel müdürü Iraka atanan kişinin ta kendisi. Sonrasını sanırım biliyorsunuz Türkiye topraklarında dereler, yeraltı suları binlerce şirkete HES yapımı için sunuldu.
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığından Resmi Gazete Tarihi: 26/06/2003 Sayıs: 25150 ile yayınlanan yönetmelkle ve sonrasında çıkarılan yasa değişiklikleri ile, torba yasalarla su havzalarına Enerji şirketlerinin girişi HES, NES, TES, RES, GES yapımı için hız kazandı.
2009 yılında Dünya Su konseyi Türkiye’ye göz dikti Dublinde aldığı suların ve su havzalarının bütünleşik olarak kullanımı, sermaye birikimine sokulması uluslararası kararını Türkiye de bir kez daha deklere etmek için 5. Forumunu İstanbul’da yaptı. 2009 da Türkiye adına Forumun ev sahibi o dönemim çevre ve orman bakanı idi. Bildiğimiz aynı kişi.
2011 yılında sular ve su havzaları yetmez diyerek doğal ve kültürel sit alanlarına, koruma statülerine ve endemik türlere göz diktiler. Suları su havzalarını korumak için alanlarda mücadele eden yore halkları, ekoloji örgütleri, suyun ticarileştirilmesine hayır diyenler, Fırat- Dicle Havzasını koruyanlar, Derelerin Kardeşleri, emek meslek örgütleri meclisin önünde miting yaptı. 2009 da 5. Dünya Su Forumunun sürerken günlerce yaptıkları gibi, her derenin başında nöbet bekledikleri gibi. Geçiremediler yasayı meclisten. O tarihte meclisi lav edecek çoğunlukta değillerdi çünkü. Onlar da çevre ve Orman Bakanlığını KHK ile ikiye ayırdı. Çevre ve Şehircilik , Orman ve Su İşleri Bakanlığı yaptılar. Evlere barklara, yaşam alanlarına el koyma, Kentsel dönüşümle kapitalist sistemi yeniden üretme, çevresel etki değerlendirme kapsamında şirketlere onay verme ÇŞB’na, suyu ormanı işlevsiz kılma koruma statüsünden çıkartma sit kararlarını yeniden düzenleme orman- su bakanlığına verildi. Özel çevre koruma kurulları doğal sitler için bakanlığa bağlandı. Bu süreci düzenleyen bakan kimdi? Bildiniz.
Bu arada bu yapılanları halka anlatan bilim insanlarını gazetelere çıkıp tehdit eden de aynı kişi. Tehdit şuydu; üniversiteden attıracağım, YÖK’ten ünvanlarını elinden alacağım, özel ihtisas mahkemelerinde yargılattıracağım. Nasıl ama yapacaklarını ve kimliklerini saklamıyorlar. Gazete Cumhuriyette ilk sayfada savurdu bu sözleri 2012 yılında.
Sonrasını biliyorsunuz TOKİ’leri, SU şirketlerini, enerji, inşaat şirketlerini, kıyı yağmacılarını…
1994 yılından bugüne Türkiye topraklarında neler oldu. Irak da seçildiği görevde neler yapacağını Türkiye de sulara sormak gerek aslında, ormanlara, derelere, denizlere. Tarım alanlarını unutmamak gerek katliamları sorarken, ekip arkadaşları tarım bakanları, enerji ve tabi kaynaklar, ulaştırma bakanları ile birlikte yanıtlamalılar katliamları. Onların ifadesi ile kalkınma hamleleri adı altında yaşamı nasıl yok ettiklerini, tümünü sermaye birikimine sokuşlarını. Doğal, kültürel varlıkların, yaşam alanlarının geri alınamaz boyutta yok oluşunu. Türkiye ve Ortadoğu halklarına sormak gerek savaşlarla, el koymalarla geçimlik yaşamdan koparılışlarını, köylerinin, evleri, barklarının yakılışlarını, yerinden zorla edilişlerini, kalkınma uğruna yaşamdan koparılışlarını, iş cinayetlerini, maden göçüklerinde cansız bedenleri. Yaşamdan da yok edilişlerini, yoksullaşmayı, yoksunluğu. Yetmemiş olmalı ki bu topraklarda yapılan zulüm sınır aşmaya karar verdiler bu geçmişi kallavi kişiyi Irak’a atayarak. Yetmedi Mezopotamya havzasının üst kodlarında membaında sulara yaşam alanlarına el koyma, Basra körfezine kadar göz diktiler büyük olasılıkla. Havzaya, sermayedarları ve hegemonya hırsları ile dalacaklar su yönetiminin uluslararası organizasyonu, yönetimi adı altında. Türkiye devleti adına Ortadoğu’da bu siyasi perspektifle rol kapmaya, sermayenin taşeronluğunu sınır ötesine taşımaya, kadim Mezopotamya Havzasını hegemonyaları altına almaya çalışıyorlar. O yüzdendir barışı bu denli dillerine dolamaları.