Marksist geleneğin önemli temsilcilerinden filozof ve sosyolog Michael Löwy, Abdullah Öcalan’ın paradigmasının ilham verici olduğununu Jineoloji’nin her yerde uygulanmasının önemine dikkat çekti
Marksist geleneğin önemli temsilcilerinden filozof ve sosyolog Michael Löwy Kürt hareketindeki dönüşümden Rojava deneyimine, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın paradigmasından barış sürecinin geleceğine kadar pek çok konuyu ANF’ye değerlendirdi.
Abdullah Öcalan’ın tarihi çağrısını ve PKK’nin kongre kararlarını değerlendiren Löwy, “Bence Öcalan’ın çağrısına uydular; çünkü kendisi kurucu, ideolog, tarihi lider konumunda. PKK de Öcalan’ın çağrısına uydu. Çatışmaları durdurma ve PKK’yi feshetme niyetlerini açıkladılar fakat elbette bazı güvenceler talep ediyorlar. Şu anda bu güvenceler görünmüyor. Benim anladığım, PKK Türkiye’de sosyal ve siyasi hayata katılabileceklerine dair güvenceler istiyor. Yani bekleyip ne olacağını görmek gerekiyor. PKK, silahlı mücadeleyi sürdürmenin bir yere varmadığı sonucuna vardı; ki bu doğru bir sonuç. Yeni koşullar altında bunun verimli olmadığını düşünüyorum. Silahlı mücadeleye devam etmek bir sonuç getirmiyor. Bu noktada, bence haklılar. Ama herhangi bir garanti olmadan örgütü feshetmek ve faaliyetlerine demokratik, yasal bir şekilde devam edememek; bu çok mantıklı değil. Bu yüzden garanti istemelerini çok iyi anlıyorum. Karşı taraftan bir şey almadan silah bırakmayacaklardır. Bu noktada cevap Türkiye hükümetinden gelmelidir. Şu ana kadar böyle bir işaret görülmüyor. Tutuklular hâlâ hapiste. Bu yüzden PKK’nin feshi, şu anda başlayan bir süreç olabilir ama birkaç gün içinde gerçekleşecek bir şey değil” diye konuştu.
Hükümet söylemde kalıyor
Türkiye’nin barış sürecine yaklaşımını da değerlendiren Löwy, “Türk devletinin neden bugün böylesi bir sürece girdiğini yorumlamak zor. Belki de Türkiye hükümeti, Kürt hareketlerini yok etme girişiminin sonuç vermediğini anlamıştır. Kürt sorununu çözdüğünü ve demokratik bir hükümet olduğunu göstermek istiyor da olabilir. Çünkü itibarı çok düşük. Bu yüzden barış sürecini başardığını göstererek kendini yeniden meşrulaştırmak istiyor. Bu bir neden. Bir diğer neden de, muhalefet içindeki birleşimi. Yani Kemalist hareket (CHP) ile DEM Parti arasındaki yakınlaşmayı bölmeye çalışmak olabilir. Bu iki tarafı ayırarak, Kemalist muhalefetle daha kolay baş etmeyi umuyor olabilirler. DEM Parti bu tuzağa düşmedi. CHP’ye dönük baskıya, İmamoğlu’nun tutuklanmasına karşı tepkisini sürdürüyor. Bakalım ne olacak. Ama bence bu da hükümetin bu taktiğinin arkasındaki nedenlerden biri olabilir. Sürecin başarısı noktasında ise, maalesef hükümet cephesi şu ana kadar sadece söylemle yetiniyor. Bugüne kadar yaptıkları uygulamalarda bir değişiklik yok” ifadelerini kullandı.
Çok güçlü bağlar kurmuş
Abdullah Öcalan’ın süreç içerisindeki rolü ve önemine de değinen Löwy, şu ifadeleri kullandı: “Evet, bu rolünü koruyabilmesi gerçekten şaşırtıcı. Özellikle de çeyrek yüzyıldır hapiste olduğunu düşünürsek… Bence bir yandan, parti tarihiyle çok güçlü bağlar kurmuştu, bu da insanların ona sadık kalmasını sağladı. Ama esas olarak güçlü ve özgün bir düşünce geliştirdi ve hareket bu düşünceyi, Öcalan’ın yazılarını sahiplendi. Bu düşünceden ilham aldılar ve bu teoriye, bu yeni dünya görüşüne uygun bir pratik geliştirmeyi başardılar. Gerçekten yeni bir dünya görüşü ve yeni bir siyasi stratejiden söz edebiliriz. Bu yaklaşım, Türkiye’de Kürt solu tarafından yönetilen belediyelerin uygulamalarında ve özellikle Suriye’nin kuzeyindeki Rojava’da somutlaştı. Orada, demokratik, çok uluslu bir konfederasyon deneyimi yaşanıyor. Öcalan’ın düşüncelerinde kadınların yeri de çok önemli. Öcalan’ın tarih ve toplum üzerine düşüik ncesi, kadınlara verdiği önem, kadınların erkeklerle eşit düzeyde yer alması gerektiğine dair vurgusu çok güçlü.”
Hem ekolojik hem feminist bir model
Kapitalizm karşıtı bir düşünür olarak, Abdullah Öcalan’ın geliştirdiği paradigmanın bir alternatif umudu olduğunu söyleyen Löwy, “Evet, bence bu, kapitalizme alternatif bir toplumsal ve siyasal örgütlenme biçimi geliştirme yönünde çok ilginç bir girişim. Hem toplumsal -hatta sosyalist diyebileceğimiz- hem ekolojik, hem de feminist bir model. Elbette, Rojava’daki koşullar son derece zorlayıcı; bu nedenle bu perspektifin tüm hedeflerinin hayata geçirilmesi mümkün olmuyor. Ama yine de bu vizyon, Rojava’ya yönelen devrimci aktivistlerin eylemlerine ilham vermeye devam ediyor. Ve bu da Rojava’yı, bugün dünyadaki en ilginç deneyimlerden biri haline getiriyor, Chiapas’taki Zapatist hareketle birlikte” diye konuştu.
Jineoloji her yerde uygulanmalı
Abdullah Öcalan’ın Marksizm ile ilgili düşüncelerine de değerlendiren Löwy şu sözleri kullandı; “Bakın, ben Marksist’im ama kendimi libertaire (özgürlükçü) bir Marksist olarak tanımlıyorum. Yani anarşistlerin ortaya koyduğu birçok fikirden ilham alınabileceğini düşünen bir Marksistim. Bu nedenle, Öcalan’a ilham veren Murray Bookchin’in yazılarına sempatiyle bakıyorum. Aynı zamanda, ekolojinin de temel bir mesele olduğunu düşünüyorum; bu da bir başka ortak nokta. Ayrıca Öcalan’ın feminizm; yani kadınların toplumsal dönüşümde kesinlikle belirleyici bir rol oynaması gerektiği ve ataerkil yapılarla, kadınların baskılanmasıyla radikal bir şekilde hesaplaşılması gerektiği fikri de bana göre son derece önemli. Bunların hepsini çok değerli buluyorum. Elbette benim de savunduğum başka fikirler var — örneğin ekososyalist bir planlama anlayışı. Bu, belki Öcalan’ın önerdiklerinden veya Rojava’da uygulanmaya çalışılandan biraz farklı olabilir. Ama ben her sorunun mutlak çözümünü elimde tuttuğumu iddia etmiyorum. Tüm zorluklarına ve sınırlılıklarına rağmen, Rojava deneyimi, dediğim gibi, bugün dünyada görülebilecek en ilginç deneyimlerden biridir. . Burada, ataerkil yapılarla radikal biçimde hesaplaşılması, kadınların mutlak eşit haklara sahip olması, tüm görevlerin kadınlar ve erkekler arasında eşit şekilde paylaşılması gerektiği fikrinden söz ediyorum. Tüm bu fikirler, onların “jineoloji” dediği yaklaşım, bana kalırsa her yerde uygulanmalı.”
HABER MERKEZİ