Türk devleti, elli yıllık çatışma ve savaş sürecinin ardından “Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu” kurdu. Adı böyle olsa da komisyona katılan siyasi partilerin temsilcileri hala doğa katliamına doymamış olacak ki, komisyonu boşa çıkarmak için ellerinden geleni yapmaktadırlar. Cumhurbaşkanı sıfatıyla R.T.Erdoğan defalarca “dışardan ve içerden sürecin başarısını baltalamak için komplolar olabilir” demişti. Ama aynı Erdoğan’ın Partisi olan AKP’nin komisyona verdiği üyeler ve AKP’li meclis başkanının tutumu hiç de dış güçlerin komplosuna ihtiyaç bırakmayacak düzeyde tutum takınmaktadırlar.
Bir komisyonun adına layık olabilmesi için her şeyden önce komisyonu kuranların, komisyona verecekleri üyeleri komisyonun amacına uygun seçmek gibi sorumlulukları da olmak zorundadır. İktidar partisinin kurduğu komisyona verdiği üyeler hem “kardeşlik” diyecek hem de Kürtçeye karşı tahammülsüzlüğünü kusacak. Bir halkın diline tahammül edilmediğine göre onun varlığı da kabul görmeyecektir. Dolayısıyla komisyon daha baştan kurucuları tarafından anlamını yitirmiş olacaktır.
Kardeşlik, daha baştan birbirinin varlığını meşru bir hak olarak kabul ederek anlam kazanır. Tıpkı biyolojik kardeşlikte olduğu gibi birinin adı Ayşe, diğerinin adı Fatma olur. Veya birinin adı Ahmet, diğerinin adı Mehmet olur. Ne Ayşe Fatma’ya ne de Ahmet Mehmet’e kendi adını dayatmaz. Dayattığı anda varlığı inkâr olur. Onun için resmi nüfus kayıtları da aynı anne ve babadan biyolojik kardeşleri “aile kütüğü” olarak kayıt eder. Tüm hukuki haklar da bu o kütüğü esas alarak tanzim edilirler. Onun için olacaksa bir kardeşlik -ki olması gerekiyor- ancak birbirinin haklarına saygıyı en başta esas alması gerekir. Komisyon üyeleri de en başta bu gerçeği özümsemiş üyelerden olmak zorundaydı. Aksi takdirde kardeşler arası çekişme ve kavgalar gelişir. Nitekim Türk yargı sistemi içinde bulunan “Asliye Hukuk Mahkemeleri” tamamen bu türden davalarla doludur. Çünkü devletin topluma verdiği bilinç, biyolojik kardeşler arasında bile anlaşmazlıklar yaratmaktadır.
Kaldı ki coğrafik kardeşlik daha da sorunlu olmaktadır. Halkları birbirine kırdıran, sürekli birbiriyle kavga ettiren zihniyet aşılmadan kardeşlik hukukunun gelişmesi mümkün görünmemektedir. Buna bir de yönetim tarzını tamamen militarist kafayla oluşturan siyasal gelenek ve akımlar eklenince durum daha da içinden çıkılmaz olmaktadır. Demokrasiden nasibini almamış, zihin kodları sadece inkarla şifrelenmiş zihniyetlerin yaşamdan ve yaşam haklarından da alacağı bir şey yoktur. Barış için öncelikle bu kafanın ve onun içinde saklı bulunan zihniyet dünyasının hızla değişmesi gerekmektedir. Bergama’da, İkizdere’de, Topçam’da, Diyadin’de, Botan’da, Besta’da yaşam alanlarını dişleriyle tırnaklarıyla korumaya çalışan anaları bile “teröristlikle” yaftalayan devlet aklı aşılmadan ne doğayla barış olur ne de toplumsal barış sağlanır.
Tarih bizi kendine çevreci, hayvan hakları savunucusu, ekolojist, barış sever, özgürlükçü diyen tüm çevrelerle; işçisinden emekçisine, memurundan emeklisine kadar her kesimden insanlarla birleşerek halkların çözüm komisyonunu kurmak gibi tarihi bir görevle karşı karşıya getirmiştir. Çünkü elli yıldır Kürdistan’da yürütülen savaş aynı zamanda da Türkiye’de tam bir yıkımla ve çöküşle de karşı karşıya getirmiştir. Onun için demokratından sosyalistine, devrimcisine kadar tüm düşün ve entelektüel çevrelerle birleşerek savaş yıllarında yaşadığımız bu büyük maddi ve manevi yıkımlarımızı tespit edip açığa çıkararak kendi demokratik geleceğimizi kurmamız gerekmektedir.
Çünkü MHP gibi elli yıllık savaş cephesi bile Türkiye’nin beka sorununu görünce çareyi çözümde aradığı gibi AKP hala kendisini çatışmadan, savaştan ve ranttan besleme arayışı içindedir. Hal böyle olunca da hiç kimse ve örgütlü çevre bu tarihi sorumluluktan kaçamaz. Zira biz sorumluluklarımızın farkına varmaz ve “nasıl olsa savaş bana dokunmuyor” dersek kendimizi kandırmış oluruz. Kürdistan’da savaş, Türkiye’de tam ekolojik kıyım ve yıkım olarak sürdürülüyor. “Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu” kuran AKP, yürüttüğü bu kirli ve haksız savaşı finanse edebilmek için ülkenin her yerini yıkım alanına dönüştürmüş bulunmaktadır.
Onun için öncelikle bu yıkım politikalarını durdurmak ve doğal yaşam alanlarımızı yaşanamaz kılan bu politikaların zararlarını açığa çıkarmak gerekmektedir. Bu da ancak hakların, emekçilerin, devrimcilerin ve sosyalistlerin kuracağı bir komisyonla mümkün olacaktır.