Anti-komünist bir soğuk savaş örgütü sıfatıyla kurularak faaliyet göstermiş olan MHP, 1990’lı yılların başında Sovyet bloğunun yıkılması sonucu “komünizm tehdidinin” küresel ölçekte ortadan kalkmasını takiben varoluş nedenini kaybetmişti. Bu durumda kendi bekası için “Kürt tehdidine” karşı mevzilenmekten başka bir yolu yoktu. Bu, TSK ve Emniyet kadroları içinde yuvalanmış “derin devlet” unsurlarıyla paralel bir dönüşümdü.
2024 yılı Ekim ayından beri MHP lideri Bahçeli’nin “terörsüz Türkiye” açılımının baş aktörü olması bu nedenle şaşkınlık uyandırıyor. Ama farklı bir yerden bakıldığında, Kürt kimliğinin tanınması ve iç savaşın bitirilmesi yolunda devlet yapısında bir dönüşüme MHP’nin öncülük ediyor olması, başka türlü de okunabilir.
MHP yönetiminin bir siyasi yapı ve bir fikir akımı olarak hayatta kalmasının tek yolunun bu açılım olduğuna karar verdiği anlaşılıyor. Nefret söylemi ve “iç düşman” temelinde siyaset, aslında miadını çoktan doldurmuş, ömrünü tüketmiş bulunuyordu. Ümit Özdağ ve partisi bile birkaç aylık tutukluluk neticesinde hizaya gelme gereğini idrak etmişe benziyor.
Bu, MHP için olduğu kadar TSK ve Emniyet kadroları arasında yuvalanmış iç savaş lobisi için de geçerli bir gözlemdir. Bunlar, Balyoz ve Ergenekon davaları kapsamında önemli hasarlar aldıktan sonra Erdoğan’a yaklaşarak yeniden toparlanmakta olsalar da bir iç-savaş lobisi olmaktan çıkma mecburiyetiyle karşı karşıya bulunuyorlar. “Bahçeli süreci”, PKK’nin silahlı mücadeleyi sonlandırmasından çok MHP ve derin devlet unsurlarının birlikte geçirdiği mecburi bir metamorfoz olması hasebiyle önemli ve inandırıcı görünüyor.
Konsosyonel demokrasi
Siyasi retoriğini değiştiren MHP’nin aniden liberal demokrat bir karaktere bürünmesi eşyanın tabiatına aykırı olacağından bu eksen kaymasını milliyetçi ideolojik çatı altında meşrulaştırılma gereği de ortaya çıkıyor. Kürt ve Alevi başkan yardımcısı fikri, düşüncesizce sarfedilmiş bir söz değil yeni bir meşruiyet zemini hazırlığının ifadesi olsa gerekir. Bahçeli’nin bu zemini, Belçika ve İsviçre gibi olumlu sonuçlarıyla bilinen bir konsosyonel demokrasi modeli önerisiyle hazırladığı görülüyor. Ancien régime bekçileri, “Kimlik siyaseti ısıtılıyor!”, “Lübnanlaşma tehdidi”, “Balkanlaşma tehlikesi” ve benzeri çığlıklar içinde her zaman olduğu gibi yanlış yöne parmak sallıyorlar.
Demokratik bir bakış açısıyla asıl sorun, bu önerinin milliyetçi zihniyete içkin bir ırk hiyerarşisi zeminine yaslanmakla malûl olmasıdır. Tepesinde Sünni-Türk’ün oturduğu bir “milli piramit” imgesinin “beton millet” konseptinin yerine ikamesiyle demokrasi sorunu aşılabilir mi? Daha açıkçası, bu imge, resmi “kurucu” zihniyetin şu klasik beyanından ne derece farklılık arz etmektedir?
“Bu memleketin efendisi Türk’tür. Öz Türk olmayanların Türk vatanında bir hakkı vardır, o da hizmetçi olmaktır, köle olmaktır.” (Mahmut Esat Bozkurt, 1930)
Bahçeli, “bir Kürt bir de Alevi başkan yardımcısı” önerisini sunarken aklından artık şu “hizmetçi” ve “köle” yerine “yardımcı” terimini koyma zamanının geldiğini mi geçirmektedir? Bilinmez, ama ihtimal dahilindedir.
Barış çabalarının buruk tarihi
Suriye’de Baas rejiminin devrilmesi ve İran’ın darbelenmesi konteksti içinde, yeni Osmanlıcılık ve İkinci cumhuriyetçilik tezleri etrafında yeni bir kimlik tartışmasının ortaya çıktığı görülüyor. Coğrafi yayılma hevesleri tetiklenirken bunun önkoşulu olarak devlet doktrini ve mimarisinde yapısal bir dönüşüme gidiliyor. Kürt halkının varoluşuna ve siyasi taleplerine yönelik düşmanlık ve ötekileştirme zihniyetinin tasfiyesini gerektiren bir dönüşüm.
Bu gelişmeler, özellikle 1993’ten bu yana birkaç kez tekrarlanan ateşkes, yumuşama, açılım ve barış deneyimlerini çağrıştırıyor. Ama, önemli bir farkla: O girişimleri her defasında bastıran şiddetin failleri, bu kez barış iradesinin temsilcileri olarak başrolde sahne alıyorlar. Kürt hareketi muhtemelen ilk kez barış yapmak için doğru muhatapla karşı karşıya bulunuyor.