Kürt özgürlük hareketi yüzümüzü politik olarak devlete değil topluma dönmeye; tarihi, devletlerin, iktidarın ve fetihlerin üzerinden okumaya karşı; coğrafya, toplum ve kültür üzerinden, demokrasi ve özgürlük üzerinden Ortadoğu’yu okumaya bizleri davet etmektedir
Cengiz Baysoy
Güç ilişkileri, egemenlik paradigması içinden şekil alır. Egemenlik paradigmasının gücü, güç ilişkilerini özneleştirebilme ve siyasal hizaya sokabilme hegemonyasından gelmektedir. Bugün küresel bağlamda güç ilişkilerini belirleyen kapitalist modernitenin egemenlik paradigması kriz içindedir. Küresel kapitalizm, modernizmin egemenlik krizine Üçüncü Dünya Savaşı içinden müdahale ederek yeni bir egemenlik kurmaya çalışmaktadır. Üçüncü Dünya Savaşı’nın yoğunlaştığı merkez Ortadoğu’dur. Yeni güçler ve güç ilişkileri yeni bir küresel egemenliğin kuruluşunda yer kapma savaşı içindedir. Artık eski kavramlar ve paradigmalar süreci okumada yetersiz kalmaktadır. Yeni bir paradigmaya ve yeni kavramlara ihtiyaç duyulmaktadır.
Ortaçağ dendiğinde Rönesans öncesi dönem aklımıza gelmektedir. Benim vurgulamak istediğim, modernizmin egemenlik krizini modernizmin ortaçağı olarak okumanın gerekliliğidir. Modernizmin egemenlik biçimi, vatandaş, halk ve ulus devlete dayalı bir egemenlik paradigmasına dayanır. Başta Ortadoğu olmak üzere küresel bağlamda, vatandaş, halk ve ulus devlet politik olarak yok-yerdedir. Buna neden olan ise, “din”in hegemonyası değil neoliberalizme dayalı kapitalizmin postmodernleşmesidir. Bu bağlamda modernizmin ortaçağı postmodernizmdir. Postmodern kapitalizm, modernizmin ulus devlete dayalı paradigmasını yıkmıştır.
Modernizm güç ilişkilerini vatandaş, halk, ulus ve sınıf üzerinden politikleştirir. Postmodernizm ise güç ilişkilerini “kimlikleştirme” üzerinden politikleştirmektedir. Her “kimlikleştirme” bir devletleştirme öznelliği ve pratiğidir. Faşizm, toplumları devlet üzerinden kimlikleştirmektir. Postmodern faşizm, bireyi kimlikleştirerek toplumsal “ego”yu çoklaştırmıştır. Modernizm, vatandaş, sınıf, halk ve ulusa dayalı bir toplumsallaşma politikliğinin içinden düşünürken, postmodernizm küresel bağlamda politikliği kimliklere dayalı bir toplumsallaşma pratiği içinden kurmaktadır. Faşizmin temeli, güç ilişkilerini kimlikleştirerek savaştırmaktır. Modernizmin ortaçağı postmodernizmin en önemli bu özelliği, politikliği kimlikler üzerinden üretme gücüdür.
Modernizmin egemenlik paradigması ulus devlet, Türkiye ile başlamış, Ortadoğu’da Baas hareketi olarak devam etmiştir. Mustafa Kemal önderliğinde Türk kimliğine dayalı bir uluslaşma süreci başlamıştır. Bu uluslaşma süreci Türk kimliğine dayandığı için Ortadoğu ülkeleri karşında önemli başarılar sağlamıştır. Fakat toplumun demokratikleşmesine değil toplumun devlet üzerinden kimlikleştirilmesine dayalı uluslaşma Kürt sorununa çarparak gerilemeye başlamıştır. Cumhuriyetin toplumu demokratikleştirilmesine dayanmayan uluslaşma süreci Kürt sorununu doğurmuştur. Bu kriz, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Üçüncü Dünya Savaşı’nın oluşturduğu yeni egemenlik paradigmasında yerini almasına en büyük engeli oluşturmaktadır. Devlet, artık eski paradigmayla varlığını sürdürememektedir. Devlet aklının son çıkışı bu tıkanıklığa karşı yeni bir paradigma arayışını ifade etmektedir.
Ortadoğu’da Baas yönetimi altında uluslaşmaya dayalı oryantalist modernleşme iflas etmiştir. Ortadoğu “ulus devlet”e dayalı uluslaşma ve modernleşmeye uygun güç ilişkilerine sahip değildir. “Büyük Ortadoğu Projesi” uluslaşmaya dayalı modernizmin Ortadoğu’dan tasfiye edilmesidir. Arap Baharı’yla birlikte, başta Kemalist Cumhuriyet ve Baas yönetimleri tasfiye edilmiştir. Bunların yerine, İsrail güvenliği için siyasal İslam’ın Protestanlaştırılması üzerinden Ortadoğu’nun postmodernleştirilmesi projesi devreye sokulmuştur. Arap Baharı, AKP’yle birlikte ilk olarak Türkiye’de Kemalizmin, ikinci olarak da Hamas eliyle modernist güç FKÖ’nün tasfiyesiyle başlatılmıştır. AKP’nin iktidarda kalma gücü bu siyasal stratejide yatmaktadır. AKP iktidarının sona ermesi bu stratejinin çökmesine bağlıdır. İhvan-ı Müslimin üzerinden yürütülen bu proje Mısır’da çökünce, AKP tarafından Suriye’de devam ettirilmiştir. Gelinen noktada, İhvan’ın yerini selefi cihatçılar almıştır. Kısa vadeli sevinçler çok kısa zamanda hayal kırıklıklarıyla sonuçlanabilir ve siyasal İslam’ın son kalesi AKP’nin çökmesine neden olabilir.
Ortadoğu’da Üçüncü Dünya Savaşı dört ana güç üzerinden yürümektedir: pre-modern, modern, post-modern ve alter-modern güçler. Alter-modernite güçleri dışındaki üç güç de post-modern güçlerdir ve bu üç güçten savaş, kan ve gözyaşı dışında bir sonuç çıkmayacaktır.
Pre-modern güç, siyasal İslam’dır. İslam’ın saltanatlaştırılarak siyasallaşması “Din” olarak İslam’ın tasfiyesidir. İslam özgürleşme politik pratiği olarak tarih sahnesine çıkmasına rağmen, Emeviler’le birlikte Din saltanat altında devletleştirilmiştir. Bugün “İslam” yeniden Emevileştirilerek siyasallaştırılmıştır. Devletleşmiş Siyasal İslam’ın insanlığa savaşlardan başka verebileceği bir şeyi yoktur. Suriye’deki gelişmelerle birlikte, Türkiye Ortadoğu’nun ciddi mezhep savaşlarının içine çekilmiştir. AKP Türkiye siyasal tarihinin bir politik travması olarak hatırlanacaktır.
Baas ve CHP’yi modernizmin gücü olarak düşünebiliriz. Modernist güçler ulus devlet paradigması içinde kalarak gericileşmişlerdir. Toplumu devlet merkezi altında tekleştirme zalimlikten başka bir şey getirmemiştir. Küresel güç ilişkilerini, Üçüncü Dünya Savaşı’nı ve Ortadoğu’yu okuyabilecek bir politik fikir ve paradigma üretebilecek bir genel zekâya sahip olmadıkları görülmektedir. Devletleşmiş bir ulustan çıkıp toplumun demokratikleştirilmesine dayalı bir uluslaşmaya yol açacak bir politik paradigmayı üretebilecek bir duruma hızla geçilmelidir.
Postmodern güç, İsrail’dir. İsrail, güçleri toplumu kimlikler üzerinden dağıtan ve parçalayan küresel kapitalist imparatorluğun bölgesel kralıdır. İsrail siyasal İslam’ı, siyasal İslam İsrail’i üretmektedir. Siyasal İslam’ın söylemde tek varoluş kaynağıİsrail’dir. Ne yazık ki Sünni siyasal İslam, İsrail karşıtı başka bir siyasal İslam gücü İran’ı İsrail karşısında satmıştır.
Alter-modern güçler ise, Kürt özgürlük hareketi ve İran’daki başta kadın hareketi olmak üzere devrimci demokratik muhalefettir. İran kadın merkezli gerçek bir devrime gebedir. Kürt özgürlük hareketi ve İran devrimi Üçüncü Dünya Savaşı’nın küresel devrimci umududur. Bu iki güç toplumları kimlikleştirerek parçalayan modernizmin ortaçağı postmodermize karşı ortak olanın devrimci alternatifidir.
Kürt özgürlük hareketi politik felsefenin ontolojisini değiştirmiştir. Toplumsal birliğin güvencesini egemenliğin ilkesi devletten çıkarmış ve toplumsal birliği özgürleşme ilkesi olarak ortak olanı toplumun demokratikleşmesine dönüştürmüştür. Bu bağlamda gelecekteki İran devrimi ve Kürt özgürlük hareketi, Ortadoğu’da, kimlikleştirmeye dayalı toplumsallaşmanın post-modern politikliğini yıkacak tek devrimci güçlerdir. Kürt özgürlük hareketi yüzümüzü politik olarak devlete değil topluma dönmeye; tarihi, devletlerin, iktidarın ve fetihlerin üzerinden okumaya karşı; coğrafya, toplum ve kültür üzerinden, demokrasi ve özgürlük üzerinden Ortadoğu’yu okumaya bizleri davet etmektedir. Bu bağlamda Kürt özgürlük hareketi uluslaşmayı devlet üzerinden kimlikleştirmenin politikliği içinden düşünmeyi reddetmiş, tam tersine uluslaşmayı demokratik toplum üzerinden kültürleşme olarak düşünmüştür. Kürt özgürlük hareketi, kimlikleşmeye karşı kültürleşme, devletleşmeye karşı toplumlaşmanın politikliğidir. Kürt özgürlük hareketi Ortadoğu’nun politik krizine devrimci müdahaledir.
Devlet aklı, Kürt özgürlük hareketinin bu gücünü görmüş bulunuyor. Devlet aklı yeni bir egemenlik paradigmasıyla imha ve yok etmek ile birlikte, Kürt özgürlük hareketinin devrimci dinamiğini politik olarak kapmak ve Kürtleri Üçüncü Dünya Savaşı’nın güç ilişkilerinde gücünün bir parçası haline getirmek istiyor. Bu paradigma: küreseleşen Kürt sorununu Misak-ı Milli sınırları içinde çözme stratejisidir.
Güç ilişkileri nasıl sonuçlanacak hep birlikte göreceğiz.